• Rekabet Hukuku / Rekabet Bülteni

  • Sayı : 4 / Yıl : 2000

  • Avrupa Birliği’ne Tam Üyelik Sürecinde Gümrük Birliği’nin Rekabet Kuralları

  • Avrupa Birliği’ne Tam Ãœyelik Sürecinde
    Gümrük Birliği’nin Rekabet Kuralları*

    NİSA ÃœNAY
    Rekabet Kurumu Uluslararası İlişkiler Müdürü

    Giriş

    Bilindiği gibi, Türkiye, Avrupa entegrasyon hareketine katılmak amacıyla, 31 Temmuz 1959 tarihinde Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET’ye) tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. AET, bu başvuruya verdiği yanıtta, Türkiye’nin kalkınma düzeyinin tam üyeliğin yükümlülüklerini üstlenmesine imkan vermediğini belirtmiş ve tam üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık ilişkisi önermiştir. Türkiye ile AET arasındaki söz konusu ortaklık ilişkisi ise, Roma Antlaşmasının 238’inci maddesi uyarınca, 12 Eylül 1963 tarihinde taraflar arasında imzalanıp; 1 Aralık 1964’den itibaren yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile başlamıştır.

    6 Mart 1995 tarihli ve 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nın 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren yürürlüğe girmesiyle de, Türkiye ile Avrupa Topluluğu arasında sanayi ürünlerini (ve işlenmiş tarım ürünlerinin sanayi paylarını) kapsayan bir Gümrük Birliği oluşturulmuştur.

    Gümrük Birliği, ortaklık ilişkisinin son dönemini oluşturmaktadır. Ankara Anlaşmasında tamamlanması için belli bir süre öngörülmeyen bu son dönem, büyük bir olasılıkla Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğinin gerçekleşmesiyle sona erecektir.

    Avrupa Birliği’nin, üye ülkeler arasında 1 Temmuz 1968 tarihi itibariyle tamamlanan Gümrük Birliği temeli üzerine inşa edildiği, 1 Ocak 1993 tarihi itibariyle Tek Pazarı tamamlayarak bugün içinde bulunduğu, ekonomik entegrasyon sürecinin son aşamasını oluşturan Ekonomik ve Parasal Birlik dönemine ulaştığı gözden uzak tutulmalıdır.

    10 – 11 Aralık 1999’da Helsinki’de düzenlenen Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesinin Türkiye’nin tam üye adaylığını resmen teyidinden sonra içinde bulunduğumuz tam üyelik sürecinde, Gümrük Birliği’nin tam anlamıyla ve sorunsuz işletilmesi, ülkemize diğer aday ülkelere nazaran tam üyelik yarışında büyük bir avantaj sağlayabilecektir. Zira, Türkiye mevcut aday ülkeler arasında AT ile Gümrük Birliği oluşturmuş tek aday ülke konumundadır. Bunun da ötesinde, Ankara Anlaşmasının yürürlüğe girdiği tarihten bu yana Türkiye ile Topluluk arasında oluşan Ortaklık Hukuku ve Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne geçiş için gerçekleştirmiş olduğu mevzuat uyumu, daha şimdiden Türkiye’yi bu alanda diğer aday ülkelere nazaran bir adım öne geçirmiş durumdadır.

    Gerçekten de, Türkiye, Gümrük Birliği sürecinde yürüttüğü mevzuat uyum çalışmaları ile, Avrupa Birliği’nin malların serbest dolaşımına ilişkin müktesebatının büyük bölümünü üstlenmiş ve ticari manada Tek Pazar ile bütünleşmiştir.

    Avrupa’nın ekonomik entegrasyon sürecinin, önce Gümrük Birliğine ve daha sonra da Tek Pazara geçiş aşamalarında, rekabet mevzuatlarının uyumlaştırılması öncelikli bir husus olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim, AB Komisyonunun, Merkezi ve Doğu Avrupa Ãœlkelerinin, özellikle Tek Pazar ile bütünleştirilmesi amacına yönelik olarak, 1995 yılında yayımladığı Beyaz Kitap’ta, malların serbest dolaşımı önündeki engellerin kaldırılmasına yönelik Topluluk mevzuatının oluşum sürecinden bahsedilirken, tek pazara ulaşmada üye ülkelerin rekabet mevzuatlarının uyumlaştırılmasının önemi vurgulanmaktadır.

    1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nın 54/2’nci maddesinin, AT ile Türkiye arasındaki Gümrük Birliğinin işleyişiyle doğrudan ilgili ve dolayısıyla 54/1’inci madde uyarınca mukabil Topluluk mevzuatı ile mümkün olan en kısa süre içerisinde uyumlaştırılması gereken alanlardan biri olarak rekabet mevzuatına da yer vermesi, Gümrük Birliğinin düzgün ve sorunsuz işleyebilmesi için, tarafların piyasalarının birbirleriyle özdeş rekabet kurallarına tabi olması gereğinden kaynaklanmaktadır.

    Bu çalışmada, yukarıda kısaca özetlenen tarihi perspektifin ışığında, 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nın rekabete ilişkin kuralları ve bu kuralları iç hukuk düzenimizde uygulamaya geçirmek için yapılan ve yapılması gereken düzenlemeler incelenmektedir.


    1. Roma Antlaşması ve Türkiye-AT Ortaklık İlişkisi Çerçevesinde Rekabet Kuralları

    Roma Antlaşması’nın, Topluluğun göstereceği faaliyetleri düzenleyen 3’üncü maddesinin (g) bendinde “iç pazarda rekabetin bozulmamasını sağlayacak bir sistemin kurulması†öngörülmektedir.

    İşte bu maddede öngörülen sistemi kurmak amacıyla, AT rekabet kuralları Roma Antlaşması’nın 85-94’üncü maddeleri arasında düzenlenmiştir. 1 Mayıs 1999 tarihinde yürürlüğe giren Amsterdam Antlaşması ile söz konusu maddelerin numaraları 81-89 olarak değişmiştir. Bu kurallar üreticiler, dağıtıcılar, satıcılar ve tüketiciler açısından, Topluluk içi (üye devletler arasındaki) ticareti etkileyecek ve Ortak Pazarda rekabeti bozacak veya tehlikeye düşÃ¼recek uygulamaları (teşebbüsler arası anlaşma, teşebbüs birlikleri kararı, uyumlu eylem, hakim durumun kötüye kullanılması) ve devlet yardımlarını yasaklamaktadır.

    Türkiye ile AT arasında bir ortaklık kuran Ankara Anlaşması’nın 16’ncı maddesine göre, akit taraflar Topluluğu kuran Antlaşmanın rekabet ile ilgili hükümlerinde anılan ilkelerin, ortaklık ilişkilerinde de uygulanmasını kabul etmektedirler.

    Benzer şekilde, Katma Protokol’ün 43’üncü maddesinde, Ortaklık Konseyinin, Topluluğu kuran Antlaşmanın rekabetle ilgili 85, 86, 90 ve 92’nci maddelerinde belirtilen ilkelerin uygulama şartlarını ve usullerini tespit edeceği öngörülmektedir.

    Türkiye ile AT arasında oluşturulan Gümrük Birliği’nde uygulanacak rekabet kurallarına ise, 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı (OKK)’nın “Yasaların Yakınlaştırılması†başlıklı 4’üncü kısmının “Rekabet†başlıklı 2’nci bölümünde “Gümrük Birliği’nin Rekabet Kuralları†ve “Mevzuatın Yakınlaştırılması†alt başlıkları altında 32-43’üncü maddeler arasında yer verilmiştir.


    2. Gümrük Birliği’nin Rekabet Kuralları

    OKK’nın 32’nci ve 33’üncü maddelerinin mehaz olarak aldığı Roma Antlaşmasının 81 (eski 85) ve 82 (eski 86)’nci maddeleri, Topluluğun uluslar üstü niteliği nedeniyle, üye devletlerde doğrudan uygulanabilen hükümlerdir. Bu sebeple, Topluluk rekabet kuralları ile üye devletlerin milli rekabet mevzuatlarının çatışması halinde Topluluk Hukukunun önceliği ilkesi mucibince, öncelikle Topluluk rekabet kuralları uygulanmaktadır.

    Ancak, Türkiye henüz tam üye olmadan Gümrük Birliğini gerçekleştirdiğinden dolayı, Türkiye ile Topluluk arasındaki ilişkilerde Topluluk Hukukunun önceliği ve doğrudan uygulanması söz konusu değildir.

    Kural olarak, Ortaklık Konseyi Kararları da, Türkiye’de diğer klasik uluslararası örgütlerin kararları gibi etki doğurmakta olup; doğrudan uygulanamamaktadır. Bu nedenle OKK’nın rekabetle ilgili maddelerinin iç hukukta da doğrudan bağlayıcı olabilmesi için bir iç hukuk düzenlemesi ile iç hukuka aktarılması gerekmektedir.

    OKK’da, Topluluk ile Türkiye arasındaki ticareti etkilediği ölçüde, Gümrük Birliğinin düzgün işleyişi ile bağdaşmayan rekabeti sınırlayıcı uygulamaların önlenmesi amacıyla yer verilen 32’nci ve 33’üncü maddelerin yanısıra, Kararın 39’uncu maddesinde Türkiye’nin ulusal rekabet mevzuatını, Topluluğun rekabet mevzuatıyla uyumlu hale getireceği de hükme bağlanmıştır. Diğer bir deyişle, Türkiye, OKK ile, Roma Antlaşmasının rekabetle ilgili maddelerinin tekrarı niteliğinde olan Gümrük Birliğinin rekabet kurallarını uygulamayı kabul etmenin yanısıra, daha geniş bir perspektifle, GB ile hedeflenen ekonomik bütünleşmeye ulaşmak amacıyla, kendi ulusal rekabet mevzuatını AT rekabet mevzuatıyla uyumlaştırmayı taahhüt etmiş bulunmaktadır.

    OKK’nın rekabetle ilgili hükümleri incelendiğinde, 32’nci maddenin 1’inci fıkrasına göre, Türkiye ile AT arasındaki ticareti etkilediği ölçüde ve Gümrük Birliğinin düzgün işleyişi ile bağdaşmayan işletmeler arasında rekabeti engelleyici, kısıtlayıcı veya bozucu amaç veya etkileri olan, tüm teşebbüsler arası anlaşmalar, teşebbüs birlikleri kararları, uyumlu eylemler ve özellikle örnek olarak 5 bent halinde sayılan hususlar yasaklanmıştır.

    32’nci maddenin 2’nci fıkrasında ise, bu maddeyle yasaklanan anlaşma ve kararların kendiliğinden geçersiz olacağı belirtilmiştir.

    32’nci maddenin 3’üncü fıkrasında, bu yasak hükmüne muafiyet getiren bir düzenleme yapılmıştır. Belirli şartların varlığı halinde söz konusu anlaşma, karar veya uyumlu davranışlara yasak (ve geçersizlik) hükmü uygulanmayabilecektir. Bu düzenleme ile, sağlayacağı yararların, rekabetin sınırlandırılmasıyla ortaya çıkacak zararlara ağır basması halinde, bir anlaşma veya uygulamaya rekabet yasağından muafiyet tanınması imkanı getirilmiştir.

    33’üncü madde ise hakim durumun kötüye kullanılması ile ilgili bir düzenleme getirmektedir. Bu maddeye göre, Topluluk ve/veya Türkiye’nin topraklarının tümünde veya önemli bir bölümünde, bir veya daha fazla teşebbüsün sahip olduğu hakim durumu kötüye kullanması, Topluluk ile Türkiye arasındaki ticareti etkilediği ölçüde, Gümrük Birliğinin düzgün işleyişi ile bağdaşmaz olduğu için yasaklanmıştır.

    33’üncü maddenin 2’nci fıkrasında bu tür bir kötüye kullanmaya örnek olabilecek bazı uygulamalar 4 bent halinde sayılmıştır.

    Hakim durumun kötüye kullanılması durumlarında muafiyet tanınması ise söz konusu değildir.


    3. Devlet Yardımları

    Ãœlkelerin genel ekonomi politikası çerçevesinde, büyüme, tam istihdam, ödemeler dengesi denkliği gibi makro ekonomik hedeflerin veya sanayi, teknoloji, çevre, enerji, sosyal ve bölgesel politika hedeflerinin gerçekleştirilmesinde kullanılan ekonomiye müdahale araçlarından biri de devlet yardımlarıdır.

    Devlet kaynaklarından, kamu veya özel işletmelere yapılan her türlü yardım devlet yardımı olarak kabul edilmektedir. Devlet yardımları ekonomik, sosyal veya siyasi amaçlarla yapılabilir.

    Devlet yardımları; hibeler, uygun koşullu krediler, garantiler, iştirakler, devlet varlıklarının piyasa rayiçlerinin altında satılması veya devletin bir alacağından vazgeçmesi gibi çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir.

    Devlet, bu tür bir yardım yaparken ekonomik anlamda önemli bir fonksiyon görmektedir. Devlet yardımından yararlanan işletmenin veya onun ürettiği mal veya hizmetin diğer mal ve hizmetler karşısında reel olarak piyasada ucuzlaması sözkonusu olmaktadır. Bir başka deyişle, devlet yardımları sonucunda piyasada nisbi fiyatlar değişmektedir.

    Yukarıdaki ekonomik fonksiyonundan yola çıkarak bir tanım verilecek olursa, devlet yardımları, devlet kaynaklarından yapılan ve nisbi fiyatları değiştirmeye yarayan bir fon aktarımı olarak tanımlanabilir.

    Devlet yardımlarının genel bir kabul gören resmi bir tanımına ise Uruguay Round ile ulaşılabilmiştir. Uruguay Round Subvansiyonlar ve Telafi Edici Tedbirler Anlaşmasına göre, devlet veya herhangi bir kamu kuruluşu tarafından aşağıdaki şekil ve şartlarda bir mali katkı sözkonusu olduğunda bu durum “sübvansiyon†olarak kabul edilir:

    - Devlet uygulamasının hibe, kredi ve hisse katılımı gibi doğrudan fon transferi içermesi veya kredi garantisi gibi potansiyel olarak doğrudan fon ya da yükümlülük transferini içermesi;

    - aksi takdirde tahakkuk etmiş olacak bir devlet gelirinin affedilmesi veya tahsil edilmemesi (vergi ertelemeleri gibi mali teşvikler);

    - devletin genel altyapı dışında kalan hususlarda mal veya hizmet temin etmesi veya mal satın alması;

    - devletin bir fon mekanizmasına ödemeler yapması veya garanti sağlaması veya bir özel kuruluşa yukarıdaki şıklarda belirtilen tipteki fonksiyonları yürütme görevini vermesi;

    - GATT 1994’ün ihracat teşviklerinin kaldırılmasını öngören XVI. maddesi anlamında herhangi bir şekilde gelir veya fiyat desteği verilmesi;

    ve bütün bunların sonucunda bir “yarar†elde edilmiş olması.

    Subvansiyon bir mala, hizmete veya işletmeye “doğrudan†yapılabildiği gibi, özellikle tarım sektöründe görüldüğü şekliyle, örneğin yüksek taban fiyatı uygulamalarındaki gibi veya girdi üreticilerini desteklemek suretiyle ucuz girdi sağlayarak yani “dolaylı†olarak da yapılabilmektedir.

    Devletin kamu kaynaklarından yaptığı fon aktarımı, aktif ya da pasif anlamda, bir başka deyişle devlet bakımından bir gider veya vazgeçilen bir gelir şeklinde ortaya çıkabilir. Hatta Avrupa Birliği mevzuatının kabul ettiği şekliyle, subvansiyonun hukuken doğması için bir gider yapılmasına veya gelir kaybına da gerek yoktur. Çünkü devlet herhangi bir fon aktarımı yapmadan da, bir tasarrufu sonucu rekabeti bozmak suretiyle bir işletmeye yarar sağlayabilir. Bu yararın, normal piyasa koşullarında sağlanamayacak türden bir yarar olması gerekmektedir.

    Uygulanan devlet yardımları, hedefledikleri amaca ulaşmada etkin olsalar da, rekabeti ve kaynakların rasyonel dağılımını bozucu etkilerinden dolayı, ülke çapında diğer sektör ve faaliyetlerin; uluslararası düzeyde ise diğer ülkelerin aleyhine bir durum yaratmaktadır. Başka bir deyişle, belli bir alanda rekabet gücünü artırmaya ve yine belli bir alanı himaye etmeye hizmet eden devlet yardımları, sonuçta ulusal ve uluslararası piyasalardaki rekabeti bozucu etkiler yapmaktadır.

    Devlet yardımları, bazen bütçe kaynaklarının yüksek maliyetli, verimsiz endüstrilere aktarılmasına neden oldukları için; rekabetin kaynak dağılımında verimliliği sağlama fonksiyonunu olumsuz etkilemektedirler.

    Diğer taraftan, devlet yardımlarının kaynağını halkın ödediği vergiler oluşturduğuna göre, bu tür ödemelerin maliyeti de halkın sırtına yüklenmiş olmaktadır. Bu nedenle, devlet yardımlarının nihai değerlendirmede tüketici refahını da olumsuz etkilediği söylenebilir.

    Devlet yardımlarının denetimi, piyasada eşit rekabet koşullarının sağlanması açısından son derece önemlidir. Nitekim, rekabet üzerindeki olumsuz etkilerini önlemek amacıyla gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde devlet yardımlarının denetim gereği üzerinde durulmaktadır.

    Devlet yardımları, korumacılığın dolaylı bir biçimini oluşturdukları gerekçesiyle uluslararası düzeyde disiplin altına alınmaya çalışılmaktadır. DTÖ ve OECD gibi kuruluşlar bünyesinde, detaylı bir biçimde sınıflandırılması ve öngörülen prosedürün sınırları içinde denetlenmesi amaçlanan devlet yardımları, Avrupa Birliği gibi ekonomik entegrasyon hareketleri açısından da denetimine özel önem verilen alanların başında gelmektedir.

    Dünya ticaretinde liberalizasyonun sağlanması, çok taraflı ticaret sisteminin iyileştirilmesi ve uzun dönemde serbest ve çarpıtılmamış bir sistem içerisinde kaynakların rasyonel kullanımı yoluyla bütün ülkelerin refah düzeyinin artırılması ana hedefi doğrultusunda uluslararası çabalar sürdürülmektedir.

    Nitekim, Avrupa Birliği, kendi üyeleri arasında gümrük birliğini çoktan kurmuş bir bütünleşme olmasına rağmen, tam anlamıyla rekabeti henüz sağlayamamıştır. Bunun en önemli nedenlerinden biri olarak da devlet yardımları görülmektedir. Avrupa Birliği mevzuatı, son derece sınırlı bir çerçevede, yani sadece ekonomik ve sosyal farklılıkları gidermek ve araştırma-geliştirme yoluyla yeni, ileri teknolojiyi sağlamak gibi amaçlarla devlet yardımlarına izin vermekle birlikte, bu alanda üye devletleri kontrol etmek hayli güç olmaktadır. Birkaç firmaya, devlet yardımları vererek, diğerleri üzerinde bir avantaj sağlamak, piyasa mekanizmasının işleyişine müdahale etmek anlamına gelmektedir. Bu durumda dezavantajlı duruma düşÃ¼rülmüş diğer üye ülke firmaları kendi hükümetlerine bunu telafi edecek devlet yardımlarının verilmesi için baskı yapmaya başlamaktadırlar. Böyle bir devlet yardımlarından yararlanma yarışının da, rekabet açısından zararlı olacağı açıktır. Zira, devlet yardımlarının uzun vadede çözüm olmadığı, karşı tarafın uygulayacağı tedbirlerle zaman içerisinde uygulanan devlet yardımının etkinliğinin kaybolacağı bilinmektedir.

    Geniş anlamda rekabet kuralları, teşebbüslerin kendilerinin rekabeti bozmalarını önleyici hükümlerin yanısıra, devlet yardımları gibi devletin rekabeti bozucu müdahalelerini düzenleyici hükümleri de kapsamaktadır. Bu nedenle, hükümetler devlet yardımlarını uygularken rekabet politikasının bütünlüğünü hesaba katmalıdır.

    Ulusal hükümetler tarafından sağlanan devlet yardımlarına ilişkin olarak Avrupa Birliği düzenlemelerinde esas alınan temel prensip, bu tür yardımların değişik üye ülkelerdeki firmalar arası rekabeti bozucu etkisinin olmaması gerektiğidir.

    Benzer şekilde, rekabeti sınırlayan devlet yardımları uygulamaları Türkiye ve Topluluk arasındaki ticareti etkilediği ölçüde Gümrük Birliğiyle bağdaşmaz ve yasaktır. Devlet yardımları, işletmeler arasında ayrım yaparak veya belli ürünlerin üretimini özendirerek rekabeti sınırlayacak veya sınırlama ihtimali doğuracak şekilde verilmemelidir.


    1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nın 34’üncü maddesi, devlet yardımları ile ilgili hükümleri içermektedir.

    Esas itibariyle, AT Antlaşması’ndaki devlet yardımı kurallarının bazı istisna ve farklılıklarla Türkiye-AT ilişkisine teşmilini öngören devlet yardımları hükümleri ana hatlarıyla aşağıdaki gibi değerlendirilebilir:

    34’üncü madde, devlet yardımları verilirken uyulması gereken çerçeveyi çizmektedir. Bu maddeye göre, kural olarak, Türkiye veya AT, rekabeti bozacak ya da bozulma tehdidi doğuracak şekilde işletmeler arasında ayrım yaparak veya belirli ürünlerin üretimini özendirecek şekilde devlet yardımlarında bulunmayacaklardır.

    Devlet yardımlarının verilmesine ilişkin bu kuralın istisnalarına da aynı madde metninde yer verilmiştir.

    AT Antlaşması bakımından ortak pazarla bağdaşabilirlik kavramı, Türkiye-AT Gümrük Birliği ilişkisinde, “gümrük birliği ile bağdaşabilirlik†kavramına dönüşmektedir.

    AT Antlaşması’nda genel kuralı koyan, yani nelerin ortak pazarla bağdaşmadığı hükmünü içeren madde 87/1 (eski 92/1)’in kapsamı, nelerin gümrük birliği ile bağdaşmadığı hükmü olarak aynen OKK’nın 34/1’inci maddesine aktarılmıştır.

    İstisna Kuralları, esas itibariyle, AT Antlaşması’nın 87/2(eski 92/2) ve 87/3 (eski 92/3)’üncü maddelerine tekabül etmekte olup, ilaveten Türkiye için özel istisnalar yer almaktadır.

    34/2’inci maddede “de jure†istisnalar yer almaktadır. AT Antlaşması’nın 87/2’inci maddesi kapsamındaki (a), (b) ve (c) bentleri hükümleri, yani sosyal nitelikli yardımlar, doğal afet ve olağandışı hallerde verilen yardımlar ile Almanya’nın bölünmesinden doğan zararı telafiye yönelik yardımlar, OKK’daki 34/2’inci maddenin kapsamına aynen alınmıştır. Ancak madde 34/2-d, Türkiye-AT Gümrük Birliği’ne özgü bir hüküm içermektedir. Bu bent, Gümrük Birliği’nin ilk 5 yılında, Türkiye ile Topluluk arasındaki ticaret koşullarını, ortak çıkarlara aykırı düşecek derecede etkilememesi şartıyla, Türkiye’nin az gelişmiş bölgelerine verilen yardımların Gümrük Birliği ile bağdaşır sayılacağı hükmünü taşımaktadır. Bunun sonucu olarak, Türkiye, ilk 5 yılda 34/2’nin (d) bendindeki bu imkanı, OKK’dan doğan “de jure†bir hak olarak kullanmak suretiyle az gelişmiş bölgelerine yardımda bulunabilecektir. Bu bent hükmündeki şartlara uygun şekilde yardım uygulandığı sürece, Topluluğun herhangi bir itiraz ve karşı tedbir için haklı gerekçesi olmayacaktır. Bu bent hükmündeki şartlar şunlardır: Yardımın 5 yıllık bir süre için geçerli olması, az gelişmiş bölgelerde uygulanması, ekonomik kalkınmayı hedefleyen yardımlar olması, bu arada ticaret koşullarının bozulmaması. Ancak, Türkiye-AT arasındaki ticarette bu tür bir yardım uygulanması sonucunda ortaya çıkan her çeşit olumsuz etkilenme, bu hükmün ihlali anlamına gelmeyecektir. Çünkü, ortak çıkarlara ters düşmeyecek derecedeki olumsuz etkilenmeler dikkate alınmayacak ve Türkiye söz konusu yardımı uygulayabilecektir.

    34/3’üncü madde “takdir yetkisi dahilindeki istisnaları†düzenlemektedir. Esas itibariyle, AT Antlaşması’nın 87/3’üncü maddesi kapsamındaki hükümler, Türkiye için ilave istisnalar da içermek üzere OKK’nın 34/3’inci maddesine aktarılmıştır. AT Antlaşmasından farklı olan bir diğer husus, takdir yetkisinin kime ait olduğunun OKK’da açıkça belirtilmemiş olmasıdır. AT Antlaşması, 88 (eski 93)’inci maddedeki hükmüyle, 87/3’üncü maddedeki istisnaların Komisyon’un takdir yetkisi dahilinde uygulanacağını açıkça belirtmektedir. Bununla birlikte, 34’üncü madde ve izleyen maddelerin hükümlerinden zımnen anlaşıldığı üzere, bu yetki Ortaklık Konseyi’ndedir. Ancak, 35 ve 37’inci maddeler ile 39’uncu maddenin bazı hükümleri ışığında bakıldığında, Ortaklık Konseyi’nin takdir yetkisinin sınırlı olduğu görülmektedir.

    Katma Protokol’ün 43’üncü maddesinin 2’inci fıkrası, Türkiye’yi, devlet yardımları bakımından AT Antlaşması madde 87/3-a çerçevesinde, en az gelişmişlik düzeyindeki bölge statüsünde saymıştır. OKK’daki madde 34/3-a, Katma Protokol’e yapılan atıf dışında AT Antlaşması’ndaki ifadeyi aynen içermektedir. Yaşam standardının aşırı derecede düşÃ¼k ve ciddi işsizlik sorunu bulunan bölgelerde ekonomik gelişmeyi sağlayacak yardımların verilebileceğini ifade eden bu hüküm, Türkiye için ilk beş yıldan sonra, madde 34/2-d’nin yerine işlemeye başlayacaktır. Çünkü, her ne kadar takdire bağlı bir durum olsa da, Avrupa Komisyonu bu yetkiyi kullanırken, Antlaşma hükümleri çerçevesinde çıkardığı ikincil mevzuata ve bu mevzuatta yer alan objektif kriterlere dayanmaktadır. OKK madde 39/2-d’nin gereği olarak Türkiye bu mevzuata tabidir. Dolayısıyla, bölgesel yardımlarla ilgili mevcut mevzuat çerçevesindeki kriterlere göre, teorik olarak Türkiye, diğer üç Topluluk üyesi ülke (Yunanistan, Portekiz ve İrlanda) gibi AT Antlaşması madde 87/3-a statüsünde bir ülkedir. Bu aşamada vurgulanması gereken bir nokta, bu bent kapsamına giren yardımların, ticaret koşullarını bozmama kuralına tabi olmamalarıdır. Oysa Türkiye ilk beş yıl için, madde 34/2-d hükmü doğrultusunda ticareti bozmama kuralıyla kendini bağlamış durumdadır. Bununla birlikte, her iki durum arasında tercih yapmak kolay olmayıp; hangi konumun daha iyi olduğunu zaman gösterecektir.

    Madde 34/3’ün Türkiye için, AT Antlaşması’ndan farklı olarak ilave istisna getiren diğer bir geçici hükmü, (c) bendinde yer almaktadır. Buradaki hüküm, ilk beş yıl boyunca, gümrük birliğinin kurulmasından doğan yapısal uyum gereklerinin yerine getirilmesine yönelik yardımların verilebileceği yönündedir. Bu ilave istisna, yalnız Türkiye için değil, AT için de geçerlidir. Ortaklık Konseyi, ilk 5 yıldan sonra bu hükmün işleyişini gözden geçirecektir. Bu bent hükmünün sınırları bellidir : Öncelikle, beş yıllık bir süre için geçerli olması ve bu kapsamda yapılacak yardımların doğrudan gümrük birliğine yapısal uyumu amaçlıyor olması. Dolayısıyla bu hükmün uygulanabilmesi için, Madde 37/1’in de işaret ettiği gibi, her iki tarafın üzerinde uzlaştığı uygulama kurallarının belirlenmesi gereklidir. Bu kurallar, gümrük birliğinin Türkiye’ye maliyeti, etkilenecek sektörlerin durumu, idari ve ekonomik anlamda yeniden yapılanmaları gibi yardım uygulanabilecek alanları, yardımın sınırlarını ve diğer hususları tespite yarayacak objektif kriterleri içermek durumundadır.

    Madde 34/3’ün diğer bentleri, AT Antlaşması’nın 87’nci maddesinin (e) bendinde, yeni yardım kategorileri belirlemede Konsey’e verilen yetkinin gümrük birliğinde Ortaklık Konseyine ait olduğunu gösteren (f) bendi hariç, AT Antlaşmasıyla aynıdır. Topluluk, devlet yardımlarının ortak pazar ile bağdaşabilirliğini ölçerken, 87’nci madde kapsamındaki kurallardan yola çıkarak, o kuralın esasından sapmamak kaydıyla, Komisyon düsturları ve geniş bir ikincil mevzuat geliştirmiş ve bir çok durumda da Adalet Divanı içtihatları devreye girmiştir. OKK’nın 35’inci maddesi, yukarıda belirtilen bağdaşabilirlik kurallarına aykırı uygulamalarda, değerlendirme yapabilmek için referans olarak, söz konusu düsturlar, ikincil mevzuat ve Adalet Divanı içtihatlarından oluşan Topluluk müktesebatının geçerli olacağını belirtmektedir.

    Öte yandan, gümrük birliğine yapısal uyum hususunda olduğu gibi, diğer istisna hükümlerinin uygulama kurallarının 37/1’inci maddenin gereği olarak Ortaklık Konseyi kararıyla tespit edilmesi gerekmektedir. Özellikle, bölgesel yardımlar bakımından Türkiye’nin uygulayabileceği yardım tavanları, sektörel yardımlar bakımından sağlanabilecek esneklikler, tarafların gümrük birliği ile bağdaşmaz bir yardım uygulamaları halinde bunun düzeltilmesi, zarar ve zarar tehdidi halinde başvurulacak yollar, telafi mekanizmaları ve ihtilafların çözümü gibi konularda kuralların geliştirilmesi gereklidir. Bu arada, madde 39/2-c ve d bentleri hükümleri gereği, Türkiye Topluluğun devlet yardımları konusundaki ikincil mevzuatını kabul etmiş olduğuna göre ve madde 37/1, uygulama kurallarının belirlenmesinde, mevcut Topluluk kurallarının esas olduğu hükmünü içerdiğine göre, Ortaklık Konseyi’nin Türkiye için özel istisnaların ve kuralların tespitindeki takdir hakkının hayli dar olduğu söylenebilir.

    Ortaklık Konseyi söz konusu uygulama kurallarını gümrük birliğinin ilk iki yılında kararlara bağlayacak ve taraflar üçüncü yıldan itibaren bu kurallara göre hareket edeceklerdir. Aradaki iki yıllık zaman zarfında GATT Sübvansiyonlar Kodu’nun hükümleri, uygulama kuralları olarak geçerli olacaktır. Türkiye’nin, Topluluğun ikincil mevzuatını, 39’uncu madde gereği, 1998 yılından itibaren uygulamaya başladığı göz önüne alınırsa, 1996-1998 yılları arasında tekstil ve konfeksiyon sektörü hariç Türkiye’nin hem uygulanacak yardımların sınırları anlamında, hem de prosedür ve telafi edici önlemler bakımından GATT hükümlerine tabi olduğu anlaşılmaktadır.

    Tarafların gümrük birliği ile bağdaşmayan bir yardım uygulamaları halinde, Ortaklık Konseyi’nce tespit edilen kurallar çerçevesinde bir çözüm aranacaktır. Ancak, mevcut kurallar içinde çözüm bulunamadığı ve yerli sanayiye yönelik bir maddi zarar veya zarar tehdidi bulunduğu durumlarda, taraflar Gümrük Birliği Ortak Komitesi’nde istişarede bulunduktan sonra, gümrük birliğine en az zarar verecek tedbiri alabileceklerdir.

    Bu bakımından GATT kuralları, yardıma konu ithalat ile zarar arasındaki illiyet bağı, kanıtlar, danışmalar, zararın belirlenmesi, sübvansiyon miktarının belirlenmesi gibi geniş bir alanı kapsamaktadır. Ancak, telafi edici tedbirlerde temel ilke zarar veya zarar tehdidi ile alınan tedbir arasındaki uygunluktur. Telafi tedbiri, bu uygunluk sınırları dahilinde üye ülkelerin verdikleri tarife ve kota gibi tavizleri o ülke nezdinde belli ölçülerde kaldırmaları şeklindedir.

    Gümrük Birliği ilişkisinde bir devlet yardımının yasallığı, 39/2’inci maddenin (c), (e) ve (f) bentlerindeki bildirim şartının tam olarak yerine getirilmesine bağlı kılınmaktadır. Buradan hareketle, bildirilmemiş bir yardım veya yukarıdaki bentlerde öngörüldüğü şekliyle bildirilmemiş bir yardım, yasal değildir. 39’uncu maddenin ilgili hükümleri, halen uygulanmakta olan yardımların 1998 yılına kadar Topluluğa bildirim şartının yanısıra, bundan böyle uygulanacak bütün yardım planlarının peşinen Topluluğa bildirilmesini öngörmektedir. Ayrıca 12 milyon ECU tutarını aşan münferit yardımlar ile Topluluk ikincil mevzuatında bildirim şartı taşıyan tüm yardımlar işlem bazında Topluluğa bildirilecektir. Aynı yükümlülük Komisyon’da analize tabi tutulmak kaydıyla Topluluk için de söz konusudur. Buradaki anlamıyla “yasal olmayan†bir yardım uygulamasına karşı Topluluğun Türkiye’ye itiraz hakkı vardır. Keza, Türkiye de, Topluluk hukuku çerçevesinde “usülsüz†uygulandığı kanaatinde olduğu bir Topluluk yardım uygulamasına itiraz etme hakkına sahiptir.

    Ayrıca 40’ıncı madde gereği, Topluluk, Türkiye’nin çıkarlarını etkileme ihtimali olan bir kararı, en kısa zamanda Türkiye’ye bildirmek durumundadır.

    Türkiye, gelişmekte olan bir ülke olarak, devlet yardımı politikalarını, gümrük birliği bağıyla kendisinden daha gelişmiş bir ekonominin ihtiyaçlarına göre dizayn edilmiş politikalara endekslenmiş durumdadır. DüşÃ¼şteki sektörlerle, yükselen sektörlerin simetrik olmadığı bu iki ekonomide, yakınlaşma zaman alacaktır. Türkiye’ye tanınan istisnaların ne denli işlevsel olabileceğini şimdiden tahmin etmenin güçlükleri vardır. Ancak, ilk bakışta tablo böyle görünmesine rağmen, Türkiye’nin klasik teknoloji sektörlerinde miktar kısıtlaması ve teknik engel olmadan büyük bir pazara girme şansını zaman içinde destek almadan da başarabileceği düşÃ¼nülebilir. Öte yandan, GATT Sübvansiyonlar Anlaşması kurallarının devlet yardımlarına sıkı bir disiplin getirdiği ve bu disiplinlerin zaten gelişmekte olan ülkeler için 5 ve 8 yıllık geçiş dönemleriyle uygulanacağı düşÃ¼nüldüğünde, Gümrük Birliği’nin bu bakımdan ilave bir kısıtlama getirmediği görüşÃ¼ savunulabilir.

    Türkiye, Gümrük Birliği ilişkisinde AB ekonomik alanının bir parçasıdır. Devlet yardımları bakımından Türkiye bu geniş ekonomik alanın az gelişmiş bir bölgesi olarak değerlendirilecektir. Dolayısıyla, Türkiye tüm devlet yardımlarını, Roma Anlaşması’nın 87/3-a maddesi çerçevesinde görece daha az gelişmiş bölgeler kategorisinde yapabilecektir. Gümrük Birliği’nin yürürlüğe girişinden itibaren 2 yıllık zaman zarfında, Türkiye’nin mevcut yardım sisteminin bölgesel yardım şemsiyesi altında yürütülmekle birlikte Topluluğun bölgesel yardım sistemine entegre olması öngörülmüştür.

    Türkiye’nin mevcut yardım sisteminde fiili ağırlık merkezi, bilindiği gibi, uluslararası disiplinde aslında “yardım†sayılmayan gümrük muafiyetleridir. Gümrük Birliği ile birlikte bu araç, AT’ye karşı geçerli olmayacaktır. Ancak üçüncü ülkeler nezdinde AT’nin Gümrük Kodu çerçevesinde çıkarılan Dahilde İşleme Rejimi Kararı vasıtasıyla uygulama imkanı doğacaktır.

    Öte yandan,Gümrük Birliği sonucu, Türkiye’nin üçüncü ülkelere karşı (gümrük muafiyeti hariç) farklı bir devlet yardımı sistemi uygulaması imkanı, OKK’nın 34/1’inci maddesi hükmü ile ortadan kalkmaktadır.

    Türkiye, mevcut devlet yardımı sistemini AT’nin sistemi ile uyumlulaştırırken mevcut bazı uygulamaları kaldırmakla uyumun önemli bir kısmını gerçekleştirebilecektir. Aynı zamanda devlet yardımları politikasının tespiti de gerekmektedir.

    OKK’nın 39/2-e maddesi gereği, Türkiye bir yardımı uygulamaya koymadan yeterli bir zaman önce Topluluğa bildirimde bulunmak durumundadır. Bu bildirim, özel bir prosedüre tabidir. Ayrıca, ikincil mevzuatta konu ve sektöre göre değişen prosedürler uygulanmaktadır. Söz konusu prosedürler incelendiğinde, Komisyonun tam bir saydamlık ve kontrol sağlayabilmek amacıyla, yardım projesi ile ilgili her türlü bilgiyi istediği görülmektedir. Bildirimin en önemli kısmı, gerekçesi olmaktadır. Gerekçe, sözkonusu yardımı sosyo-ekonomik anlamda meşrulaştıran ve yardım ile hedeflenen amaç arasındaki tutarlılığı ortaya koyan kısım olmaktadır.

    Topluluk, Türkiye’nin bir yardım projesine veya uygulama biçimine itiraz ettiğinde, Türkiye AT Hukuku çerçevesinde kendini savunabilir olmalıdır. Keza, bir AT üyesi devletin uygulaması konusunda, Türkiye görüş bildirebilecek ve yeri geldiğinde AT hukuku çerçevesinde itiraz edebilecek durumda olmalıdır.

    Gümrük Birliği’nin devlet yardımlarına ilişkin kurallarını inceledikten sonra, Türkiye’nin bu alanda 1/95 sayılı OKK’dan kaynaklanan yükümlülüklerini tam olarak yerine getiremediğini de ifade etmek durumundayız. Zira, yatırımlarda devlet yardımlarına ilişkin mevzuatı, AB mevzuatına yakınlaştırma çalışmaları başlatılmış olmakla birlikte henüz sonuçlandırılamamıştır.

    Yatırımları teşvik mevzuatımızın bölgesel sisteme geçirilmesine ilaveten uyum çalışmalarına hız vermek amacıyla hazırlanan “Adaptation of the Investment Incentive System and Its Related Aspect to EU Framework and Guidelines†isimli proje uygulamaya tam anlamıyla koyulamamıştır. Zira, Topluluğun belirlediği kriterler çerçevesinde Türkiye için “bölgesel gelişmişlik haritasının†çıkarılmasına yönelik olarak hazırlanıp, Komisyona sunulan çalışma hakkında henüz yanıt alınamamıştır. Bu nedenle de yatırımlarda devlet yardımlarına ilişkin mevzuatta AB normları ile uyum yönünde değişiklik öngören bir tasarı henüz hazırlanamamıştır.

    Yatırımlarda devlet yardımlarına ilişkin mevzuatımızın genel olarak AT mevzuatıyla uyumlu olduğu düşÃ¼nülmekle birlikte, detaya ilişkin bazı teknik hususların, Komisyon yetkilileri ile karşılıklı olarak karara bağlanmasında fayda vardır. Ancak, Türkiye’nin yaptığı karşılıklı görüşme taleplerine bugüne kadar AB Komisyonu tarafından herhangi bir yanıt verilmediği gibi, Türkiye’nin bu alandaki teknik yardım talepleri de karşılıksız bırakılmıştır.

    Mevcut yatırım teşviki düzenlemelerimizin büyük kısmının vergi muafiyetleri olduğu dikkate alındığında, vergi mevzuatımızın, devlet yardımlarında AB normlarına uyum amacı göz önünde bulundurularak gözden geçirilmesi ve gerekiyorsa değiştirilmesi zorunluluk arz etmektedir.

    Ãœlkemiz açısından devlet yardımlarına ilişkin idari organizasyonun mevcut durumu değerlendirildiğinde ise, gerekli mevzuat değişiklikleri yapılarak, rekabeti korumak için, devlet yardımlarını düzenleyen ve denetleyen otoriteler birbirinden bağımsız kılınmalıdır. AB modeline benzer biçimde, devlet yardımları kurallarının uygulanmasını re’sen veya şikayet üzerine denetleme görevinin, bağımsız bir idari otorite olarak Rekabet Kurumu’na verilmesi uygun olacaktır.


    4. Uygulama Kuralları

    35’inci maddeye göre, bir uygulamanın OKK’nın rekabette ilgili maddelerine aykırı olup olmadığı, Roma Antlaşmasının 81’inci ve 82’inci maddeleri ile ikincil mevzuatta yer alan kuralların uygulanmasından doğan ölçütler çerçevesinde değerlendirilecektir. Bu ölçütler özellikle Avrupa Toplulukları Adalet Divanı’nın (ATAD’ın) içtihatlarında bulunabilir.

    36’ncı maddeye göre, taraflar rekabet kurallarının uygulanması çerçevesinde bilgi alışverişinde bulunurken, ticari ve mesleki sırların gereklerinin getirdiği sınırlamaları dikkate alacaklardır.

    Topluluk uygulamasında bu konuda genel kabul gören bir kriter bulunmamakla birlikte, ciroya ilişkin bilgilerin, müşteri listelerinin, yatırım planlarının ve teknik ve ticari know-how’ın ticari ve mesleki sır kapsamına girdiği kabul edilmektedir.

    Bu noktada şu hususu belirtmekte fayda vardır: AB Komisyonu soruşturmalarını (özellikle soruşturmanın son safhasını) kural olarak gizli yürütürken, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un (kısaca Rekabet Kanunu’nun) 47’nci maddesine göre, kural olarak sözlü savunma toplantısı açık olarak yapılacağından, Rekabet Kurulu’nun yetkisini kullanarak gerektiğinde ticari ve mesleki sırları korumak amacıyla gizli oturum kararı vermesi mümkündür.

    Ayrıca, AB Komisyonu’nun kararları gibi Rekabet Kurulu’nun kararları da ilgili firmaların ticari ve mesleki sırları saklı tutularak yayınlanmaktadır. Nitekim, Rekabet Kanunu’nun 53’üncü maddesine göre, Kurul Kararları kesinleştikten sonra tarafların ticari nitelikli sırlarını ifşa etmeyecek şekilde Resmi Gazete’de yayınlanmaktadır.

    37’nci madde Gümrük Birliğinin rekabet kurallarının uygulama kuralları ile ilgilidir. Bu maddeye göre, Ortaklık Konseyi, Gümrük Birliğinin yürürlüğe girmesinden itibaren iki yıl içinde, OKK’nın rekabetle ilgili hükümlerinin uygulanması için gereken kuralları bir kararla kabul edecektir.

    Bu uygulama kuralları, Topluluk içinde halihazırda mevcut olan kuralları temel alacak ve başka hususların yanısıra rekabetle ilgili her bir kurumun görevlerini belirleyecektir.

    Uygulama kurallarının kabulü için öngörülen sürenin geçmiş olmasına rağmen söz konusu kurallar henüz yürürlüğe koyulamamıştır.

    37’nci maddenin 2’nci fıkrasının (a) bendine göre, bu uygulama kuralları kabul edilinceye kadar, Topluluk ve Türkiye’deki makamlar (Komisyon ve Rekabet Kurumu); anlaşmaların, kararların, uyumlu eylemlerin ve hakim durumun kötüye kullanılmasının kabul edilebilirliği hususunda OKK’nın 32 ve 33’üncü maddelerine uygun olarak karar vereceklerdir.

    38’inci madde ile, 37’nci maddede belirtilen uygulama kurallarıyla ilgili düzenlemeler yapılıncaya ve yeterli ölçüde ele alınıncaya kadar geçecek dönem süresince, taraflara rekabeti sınırlayıcı uygulamalara karşı uygun önlemleri alabilme imkanı getirilmiştir.

    Bu maddeye göre, Topluluğun veya Türkiye’nin bir uygulamayı 32, 33 ve 34’üncü maddelere aykırı bulması halinde;

    - bu uygulamanın 37’nci maddede bahsedilen uygulama kuralları ile yeterince ele alınmamış olması veya;
    - bu kuralların henüz bulunmaması ve bu tür bir uygulamanın, bir tarafın çıkarına ciddi şekilde zararlı olması veya onun yerli sanayiine ciddi maddi zarar vermesi veya zarar verme tehdidi oluşturması halinde, söz konusu taraf, Gümrük Birliği Ortak Komitesinde istişarede bulunduktan veya söz konusu istişare talebini izleyen 45 işgününden sonra, uygun önlemleri alabilir.

    Söz konusu uygun önlemler alınırken, Gümrük Birliğinin işleyişini en az aksatacak türden olanlara öncelik verilmelidir.


    5. Mevzuatın Yakınlaştırılması

    OKK’nın “Mevzuatın Yakınlaştırılması†başlıklı bölümünde ise, OKK’nın 54’üncü madde düzenlemesinin de bir gereği olarak, rekabet alanındaki mevzuat uyumunun çerçevesi çizilmektedir.

    Zira, 54’üncü maddenin 1’inci fıkrasında, Gümrük Birliğinin işleyişiyle doğrudan ilgili alanlardaki Türk mevzuatının, Topluluk mevzuatına, mümkün olduğunca uyumlu hale getirileceği öngörülmektedir. 2’nci fıkrada ise, rekabet mevzuatı da Gümrük Birliğinin işleyişiyle doğrudan ilgili alanlar arasında sayılmış bulunmaktadır.

    Nitekim, 39’uncu maddenin 1’inci fıkrasına göre, Türkiye, Gümrük Birliği ile hedeflenen ekonomik bütünleşmeye ulaşmak amacıyla, rekabet kurallarıyla ilgili mevzuatının, AT mevzuatıyla uyumlu hale gelmesini ve etkin biçimde uygulanmasını temin edecektir.

    39’uncu maddenin 2’nci fıkrasında 1’inci fıkradaki bu yükümlülüğe uymak için Türkiye’nin yerine getirmesi gereken hususlar sayılmaktadır :

    (a) bendine göre, Türkiye, Gümrük Birliğinin yürürlüğe girmesinden önce teşebbüslerin AT Antlaşmasının 85 (yeni 81) ve 86 (yeni 82)’inci maddelerinde yer alan koşullar çerçevesindeki uygulamalarını yasaklayan bir yasayı kabul edecektir.

    Esasen henüz 1/95 sayılı OKK kabul edilmeden önce, Türkiye, rekabeti sınırlayıcı uygulamaların önlenmesi amacıyla, AT Andlaşmasının 85 ve 86’ncı maddelerini esas alan ve OKK’nın 32 ve 33’üncü maddeleriyle de paralellik arz eden, 7.12.1994 tarih ve 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunu (Rekabet Kanununu) 13.12.1994’ten itibaren yürürlüğe koymuştur.

    Rekabet Kanununa ve ilgili Kurul Tebliğlerine İşletmelerarası Konsantrasyonların (Yoğunlaşmaların) Kontrolü Hakkında 4064/89 sayılı Konsey Tüzüğü’nün hükümlerinin yanısıra, AT rekabet usul kuralları da (özellikle 62/17 sayılı Konsey Tüzüğü hükümleri de) büyük ölçüde yansıtılmıştır.

    Yine 39’uncu maddenin (a) bendine göre, Türkiye, Gümrük Birliğinin yürürlüğe girmesinden itibaren 1 yıl içinde, Toplulukta yürürlükte bulunan tüm blok muafiyet tüzüklerinde ve AT makamlarınca geliştirilen içtihat hukukunda yer alan ilkelerin Türkiye’de uygulanmasını sağlayacaktır.

    Bu maddede bahsedilen içtihat hukuku ilkeleri, AT Komisyonu’nun ve ATAD’ın rekabet kurallarına ilişkin olarak verdiği kararlar ve yayınladığı metinlerden (Komisyonun birel kararları ve hukuken bağlayıcı olmayıp yol gösterici nitelikte olan duyurularından) oluşmaktadır.

    AT uygulamasında grup muafiyeti tanınan anlaşma kategorilerine, bunlar belirli ölçüde rekabeti sınırlamakla birlikte; ölçek ekonomisi sağlaması, maliyetleri azaltması, kaynak israfını önlemesi, malların üretimi ve dağıtımını iyileştirmesi, teknik gelişmeyi teşvik etmesi, tüketicilere de fiyat düşÃ¼klüğü, arz bolluğu gibi faydalar sağlanması gibi gerekçeler nedeniyle grup muafiyeti tanınmaktadır.

    Avrupa Topluluğu’nda bugüne kadar aşağıda sayılan anlaşma kategorileri için blok muafiyet tüzükleri yayımlanmıştır:
    • Tekelden satın alma anlaşmaları,
    • tekelden dağıtım anlaşmaları,
    • patent ve know-how lisans anlaşmalarını kapsayan teknoloji transferi anlaşmaları,
    • uzmanlaşma anlaşmaları,
    • araştırma-geliştirme anlaşmaları,
    • “franchising†anlaşmaları,
    • otomotiv sektöründe dağıtım ve servis anlaşmaları,
    • sigortacılık sektöründe yapılan anlaşmalar,
    • hava taşımacılığı ile ilgili bazı anlaşmalar.

    Bilindiği gibi, gerek AT Antlaşmasının rekabet ile ilgili hükümleri gerekse 4054 sayılı Kanunun “Kapsam†başlıklı 2’nci maddesi, genel olarak “extra – territorial†(ülke toprağı dışı) etkili düzenlemeler getirdikleri için, bu düzenlemelerin birbiriyle çelişmesi, taraflar arasında çözümü zor ihtilaflara yol açmanın yanısıra, AT üyesi ülkelerin firmaları ile ticari anlaşmalar yapan Türk firmalarını da zor durumda bırakabilecektir. Bu durumda da haliyle Gümrük Birliğinin düzgün işleyişi aksayacaktır. Örneğin bir Türk firmasının bir Alman firmasının ürettiği buzdolaplarını Türkiye’de tek yetkili dağıtıcı olarak pazarlamasını öngören bir tekelden dağıtım anlaşmasına, AT rekabet mevzuatı muafiyet tanıdığı halde, Türk rekabet mevzuatı muafiyet tanımayıp aynı anlaşmayı rekabet yasağı kapsamında kabul ederek cezai müeyyideler uygulasaydı, taraflar arasında ciddi ihtilaflar doğmasının yanısıra, Gümrük Birliğinin gerçekleştirmeyi amaçladığı, taraflar arası ticari ilişkilerin geliştirilmesi hedefi de zarar görebilirdi.

    Bu durum karşısında, bu türden ihtilafların vuku bulmasını önlemek amacıyla, Rekabet Kurulunun, grup muafiyetine ilişkin tebliğlerde yer vereceği anlaşma türlerini tespit ederken, Toplulukta halen yürürlükte bulunan grup muafiyet tüzükleriyle uyumlu düzenlemelerde bulunması zaruret arz etmekteydi.

    4054 sayılı Kanunun 5’inci maddesine göre, Rekabet Kurulu, belirli konulardaki anlaşma türlerine bir grup olarak muafiyet tanınmasını sağlayan ve bunların şartlarını gösteren tebliğler çıkarabilmektedir.

    Rekabet Kurulu, Rekabet Kanununun uygulanması çerçevesinde zaman içerisinde, rekabeti sınırlayıcı uygulamaların ekonomik faaliyet ve tüketiciler üzerindeki olumlu ve olumsuz etkilerini dikkate alarak, tek tek yapılacak bireysel muafiyet taleplerinden kaynaklanacak iş yükünü hafifletmek amacıyla, çeşitli rekabeti sınırlayıcı anlaşma kategorilerine muafiyet tanıyan tebliğler yayımlayabilmektedir.

    Rekabet Kurulu’nun, oluşturulduğu tarihten bu yana yayımlayarak yürürlüğe koyduğu grup muafiyetine ilişkin düzenlemeler aşağıda sunulmaktadır:

    4054 97/3 sayılı Tek Elden Dağıtım Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği (Resmi Gazete No: 23100, Tarihi: 4 Eylül 1997),

    4054 97/4 sayılı Tek Elden Satın Alma Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği (Resmi Gazete No: 23105, Tarihi: 9 Eylül 1997),

    4054 98/3 sayılı Motorlu Taşıtlar Dağıtım ve Servis Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği (Resmi Gazete No: 23304, Tarihi: 1 Nisan 1998),

    4054 98/7 sayılı Franchise Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği (Resmi Gazete No: 23555, Tarihi: 18 Aralık 1998).

    Yukarıda sayılan tebliğlerin yanısıra patent ve know-how lisans anlaşmalarına grup muafiyeti tanıyan teknoloji transferi ile ilgili tebliğ, teşebbüsler arasındaki müşterek araştırma-geliştirme anlaşmalarına grup muafiyeti tanıyan AR-GE Tebliği ve küçük ve orta ölçekli işletmelerin piyasalardaki rekabet açısından önemsenmeyecek derecede küçük etkiyi haiz bazı anlaşma, uyumlu eylem ve uygulamalarını rekabet kurallarının uygulama alanı dışında tutmayı amaçlayan “De Minimis†kuralının uygulanmasına ilişkin tebliğin hazırlık çalışmaları sürdürülmekte olup; yakın bir zamanda bu tebliğlerin de yürürlüğe girmesi beklenmektedir.

    39’uncu maddenin (a) bendine göre ayrıca, Topluluk, Gümrük Birliğinin yürürlüğe girmesinden sonra, blok muafiyet tüzüklerinin AT tarafından kabulü, iptali veya değiştirilmesiyle ilgili işlemleri mümkün olan en kısa süre içerisinde Türkiye’ye bildirecektir. Bu bilgilerin verilmesinden sonra, Türkiye gerekiyorsa ilgili mevzuatını bir yıl içinde uygun hale getirecektir.

    Bu çerçevede ülkemiz açısından güncel önem arz eden husus, Avrupa Birliği Komisyonunun yayımladığı Yeşil Kitap (1997), Beyaz Kitap (1999) ve 1999 yılında yürürlüğe giren 1215/1999, 1216/1999 ve 2790/1999 sayılı Tüzüklerin öngördüğü değişikliklere paralel düzenlemeleri mevcut rekabet mevzuatımızda gerçekleştirmektir.

    39’uncu maddenin (b) fıkrasına göre ise, Türkiye, Gümrük Birliğinin yürürlüğe girmesinden önce, bu rekabet kuralları ve ilkelerini etkin bir şekilde uygulayacak bir rekabet kurumu kuracaktır.

    4054 sayılı Kanun’da kurulması öngörülen Rekabet Kurumunun karar organı olan Rekabet Kurulu, üyelerinin 27 Şubat 1997 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından atanması ile oluşmuştur. Kurum, teşkilatını sekiz ay gibi kısa bir sürede tamamlayarak, bu durumu 5 Kasım 1997 tarihinde yayımladığı bir tebliğle kamuoyuna duyurmuş ve bu tarihten itibaren başvuruları değerlendirmeye başlamıştır.

    39’uncu maddenin 3’üncü fıkrasına göre, Topluluk ve Türkiye, teşebbüslerin sınırlayıcı uygulamalarıyla ilgili kanunlardaki değişiklikleri birbirlerine bildireceklerdir. Taraflar ayrıca birbirlerine bu kanunların uygulandığı durumları da bildireceklerdir.

    40’ıncı madde, karşılıklı bildirim mükellefiyetini düzenlemektedir. 1’inci fıkraya göre, Topluluk, AT Antlaşmasının rekabetle ilgili maddeleri çerçevesinde alınacak ve Türkiye’nin çıkarlarını etkileyebilecek her kararı mümkün olan en kısa süre içinde Türkiye’ye bildirecektir.

    40’ıncı maddenin 2’nci fıkrasına göre, Türkiye, Topluluk tarafından AT Antlaşmasının rekabetle ilgili maddelerine dayanılarak alınan herhangi bir özel vakaya ilişkin karar hakkında bilgi talep edebilecektir.


    6. Kamu Teşebbüsleri ve İnhisari Haklar

    AB uygulamasında, merkezi, bölgesel veya yerel kamu otoritelerinin mülkiyet, mali katılım veya yönetime ilişkin kurallar aracılığıyla dolaylı veya dolaysız olarak üzerlerinde hakim etkiye sahip oldukları işletmeler, “kamu teşebbüsü†olarak kabul edilmektedir.

    Bir kamu otoritesi doğrudan veya dolaylı olarak bir kuruluşun; taahhüt edilmiş sermayesinin çoğunluğuna sahipse, hisselerinin bağlı olduğu oyların çoğunluğunu kontrol ediyorsa veya yönetim ve denetim kurulları üyelerinin yarısından fazlasını atayabilme yetkisine sahipse; söz konusu kamu otoritesinin bu kuruluşun üzerinde hakim etkiye sahip olduğu kabul edilir.

    Ãœlkemiz uygulamasında ise genel bütçeye dahil idareler, katma bütçeli idareler, özel idare ve belediyeler, kamu iktisadi teşebbüsleri (kamu iktisadi kuruluşları ve iktisadi devlet teşekkülleri), belediye iktisadi teşekkülleri, sermayesinin yüzde 50 ve daha fazlası kamu iştiraki olan kurum ve kuruluşlar kamu teşebbüsü olarak kabul edilmektedir.

    OKK’nın 41’inci maddesi, kamu teşebbüsleri ile özel ve inhisari haklara ilişkin düzenlemeler getirmektedir. Bu maddeye göre, Türkiye, Gümrük Birliğinin yürürlüğe girmesini izleyen birinci yılın sonuna kadar, kamu teşebbüsleri ve özel ve tekelci (inhisari) haklar tanınmış diğer teşebbüslerle ilgili olarak, başta 90 (yeni 86)’ıncı madde olmak üzere AT Antlaşması hükümlerinin ve bunun yanısıra ikincil mevzuatın ve bu temel üzerinde geliştirilmiş olan içtihat hukukunun içerdiği ilkelerin uygulanmasını temin edecektir.

    Atıf yapılan AT Antlaşmasının 90’ıncı maddesinin 1’inci fıkrasına göre, üye devletler, kamu teşebbüsleri ile kendilerine özel veya inhisari haklar tanıdıkları teşebbüsler bakımından, başta Antlaşmanın vatandaşlığa göre ayrımcılık yapılmaması ilkesini düzenleyen 6’ncı maddesi ve rekabet kurallarını düzenleyen 81-89 (eski 85-94)’uncu maddeleri olmak üzere, Antlaşmaya aykırı düşen hiçbir tedbir alamayacak ve mevcut olanları da devam ettiremeyeceklerdir.

    Madde metninde geçen “özel haklar†deyiminden, yetkililerin çeşitli yasalar çerçevesinde verebileceği izinler, muafiyetler, feragatler ve benzerlerinin anlaşılması gerektiği; “inhisari haklar†deyiminden ise, kanunlar, çeşitli hükümet tasarrufları ya da imtiyaz sözleşmeleri yoluyla sağlanan hakların anlaşılması gerektiği Topluluk içtihatlarında genel kabul görmektedir.

    AT Antlaşmasının 222’nci maddesine göre ise, Antlaşmanın üye devletlerin mülkiyet rejimini düzenleyen kurallar üzerinde hiçbir etkisi yoktur.

    Antlaşmanın 222’nci ve 90/1’nci maddeleri birlikte değerlendirildiğinde şu sonuç ortaya çıkmaktadır : Ãœye devletlerde kamu teşebbüslerinin varlığının ve özel veya kamusal teşebbüslere özel ya da inhisari haklar verilmesinin ilke olarak Roma Antlaşması ile bağdaşır olduğu kabul edilmektedir. Ancak, kamu teşebbüslerin faaliyetleri ve özel hakların icrası 90’ıncı maddede atıf yapılan Antlaşma hükümlerine tabidir.

    Nitekim, AT Adalet Divanı (ATAD) da verdiği çeşitli kararlarında bu görüşÃ¼ teyit etmiştir. Örneğin, 1974 tarihli Sacchi Kararında ATAD, İtalyan kanunlarına göre RAI’ye televizyon yayını konusunda inhisari hakları verilmesini Antlaşmaya uygun bulmuş; ancak bu hakların kötüye kullanılması veya vatandaşlık açısından ayrımcı uygulamada bulunulmasının Antlaşmaya aykırılık teşkil edeceğini belirtmiştir.

    Yine Divan’a göre, kamu teşebbüslerinin fiyat tespiti uygulamaları, 86’ıncı ve 90/1’inci maddelere aykırılık teşkil edebilir.

    Divanın kararları da göstermektedir ki, Antlaşmanın 90/1’inci maddesi, üye devletlerin teşebbüslere özel veya inhisari haklar vermek suretiyle ilgili piyasada hakim durum yaratmalarına engel olmamakta, bu hakim durumun kötüye kullanılmasını önlemeyi amaçlamaktadır.

    Ancak, son zamanlarda, üye devletlerin tekel veya hakim durum yaratma yetkisini elinde tutmalarının Toplulukta rekabeti bozucu etkileri olduğu görüşÃ¼ giderek ağırlık kazanmaya başlamış ve Komisyon da, üye devletlerde hukuki tekel altında bulunan piyasa ve sektörlerin giderek bütün teşebbüslere açık hale getirilmesi amacıyla çeşitli girişimlerde bulunmaya başlamıştır.

    Nitekim, Divan da, verdiği bazı kararlarında (örneğin Porto di Genova v. Sedirurgica, Gabrielli, Case C-179/90), hakim durum yaratılmasını yasal kabul etmekle birlikte, teşebbüsün kendisine verilen inhisari hakları kullanmasının çoğu zaman zorunlu olarak hakim durumu kötüye kullanma oluşturacağını belirtmiştir.

    90’ıncı maddenin 2’nci fıkrası ise, 1’inci fıkradaki kurala bir istisna getirmektedir : Genel ekonomik çıkarlara hizmetle görevli veya gelir getirici (mali) tekel niteliğinde olan teşebbüsler, rekabet hakkındaki kurallar başta olmak üzere, AT Antlaşmasında yer alan kurallara, ancak bu kurallar kendilerine verilen asli görevlerin yerine getirilmesini hukuken veya fiilen engellemediği ölçüde tabi tutulacaklardır.

    Topluluk uygulamasında, genel ekonomik çıkarlarla (kamu hizmeti ile) ilgili hizmetler ile gelir getirici tekellerin tanımı yapılmamıştır. Komisyon ve Divan, her bir olayda o olayın özelliklerini dikkate alarak, bu istisna hükmünün uygulanabilip uygulanamayacağına karar vermektedir.

    Bu konudaki Topluluk içtihatlarının incelenmesi göstermektedir ki, bir teşebbüsün rekabet kurallarının uygulanmasından muaf tutulabilmesi için aşağıdaki şartlar aranmaktadır :

    İlk olarak, ilgili teşebbüslere inhisari veya özel haklar bir kamu otoritesi tasarrufu ile verilmiş olmalıdır.

    İkinci olarak, teşebbüsün genel ekonomik çıkarlara hizmetle (kamu hizmeti yürütmekle) görevlendirilmiş olması veya mali tekel niteliğinde olması gerekmektedir.

    Örneğin ATAD, 1993 tarihli Corbeau Kararında, bir hizmetin ancak, ilgili üye devletin tamamında, bütün yararlanıcılara, özel durumları ve her bir faaliyetin kârlılık derecesini dikkate almaksızın, aynı tarife üzerinden ve aynı kalitede sunulması halinde, genel ekonomik çıkarlara hizmet edeceğini belirtmiştir.

    Son olarak, Topluluğun rekabet kurallarının uygulanması, kamu teşebbüsünün veya imtiyazlı teşebbüsün kendisine verilen asli görevlerin ifasını imkansız kılmalıdır.

    Asli faaliyetin gereklerini aşan uygulamalar, rekabet kurallarına tabi olacaktır. Nitekim, Divan’ın British Telecom Kararındaki (Case 41/83, İtaly v.Commission, 1985) görüşleri bunu teyit etmektedir. British Telecom’un hukuki tekel olarak, kendi iletişim ağından, göndereni ve alıcısı diğer ülkelerde yerleşik olan özel mesaj iletim (telex) acentalarının mesaj göndermelerini yasaklamasını, 86’ncı madde anlamında hakim durumun kötüye kullanılması olarak değerlendirmiştir. Olayda, Telecom’un kendisine kanunla verilen, genel ekonomik çıkarla ilgili hizmetleri yerine getirmek için özel acentaların faaliyetlerini yasaklamasının, Antlaşmanın 90/2’nci fıkrasındaki istisna kapsamında değerlendirilmesi gerektiği iddia edilmiştir.

    Divan, bu iddiayı, gerek teleks mesajlarının iletimi ile ilgili kuralların kanunla değil, Telecom tarafından kendi ticari stratejisinin bir parçası olarak belirlenmesi, gerekse Telecom’un özel acentaların mesaj göndermelerini engelleyerek rekabeti sınırlandırmasının, kendisine verilen asli görevlerin yerine getirilmesi için zorunlu olmaması gerekçeleriyle reddetmiştir.

    Divan, kamu teşebbüsleri veya imtiyazlı teşebbüslerin hangi durumlarda rekabeti sınırlandırmalarının zorunlu sayılacağı konusunda, bu teşebbüsler için mali açıdan asgari olarak varlığını sürdürebilme kıstasını getirmiştir. Yine Divan, Corbeau Kararında bu kıstasın mümkün olduğunca dar yorumlanması gerektiğini belirtmiştir.

    Divana göre, kamu tekellerinin veya imtiyazlı teşebbüslerin mali açıdan varlıklarını koruyabilmeleri, ancak kendilerine verilen kamu hizmetini ifa için yürüttükleri zorunlu faaliyetlerin ortaya çıkardığı zararı telafi edebilmeleri için, o alandaki kârlı faaliyetlerden, rekabete maruz kalmadan yararlanabilmeleri halinde mümkün olabilmelidir.

    AT Antlaşmasının 90’ıncı maddesinin 3’üncü fıkrası, Komisyona 1’inci ve 2’inci fıkralarda yer alan hükümlerin uygulanmasını gözetme ve gerektiğinde üye devletleri muhatap alan gerekli kararları alma ve direktifleri çıkarma görev ve yetkisini vermektedir.

    Komisyon, bugüne kadar, üye devletlerin, kamu teşebbüsleri veya imtiyazlı teşebbüsler aracılığıyla, çeşitli piyasalara rekabeti bozacak şekilde müdahale etmelerini önlemek ve ekonomik sektörlerin daha çok rekabete açılmasını sağlamak amacıyla, Antlaşmanın 90/3 maddesi çerçevesinde çeşitli direktifler çıkarmıştır. Nitekim, kamu otoriteleri ile kamu teşebbüsleri arasındaki ilişkilerde açıklığın sağlanması amacıyla çıkarılan 85/433 sayılı Şeffaflık Direktifi buna örnek olarak verilebilir.

    OKK’nın 41’inci maddesinin Türkiye’ye etkisine gelince, OKK’nın 41’inci maddesi ve atıf yaptığı Antlaşma hükümleri, Türkiye’deki kamu teşebbüslerinin ve imtiyazlı teşebbüslerin varlığını etkilemeyecektir. Ancak, bu teşebbüslerin Topluluğun rekabet kurallarına aykırı faaliyet göstermeleri, yapılan atıf nedeniyle OKK’nın 41’inci maddesine aykırılık oluşturacaktır.

    Esasen, halen yürürlükte bulunan Rekabet Kanunu uyarınca, rekabet kuralları, kamu ve özel sektör ayrımı yapılmaksızın ülkemiz sınırları içinde mal ve hizmet piyasalarında faaliyet gösteren ya da bu piyasaları etkileyen bütün teşebbüslere uygulanmaktadır. Nitekim, Kanunun “Kapsam†başlıklı 2’inci maddesinde Kanunun uygulama alanına giren teşebbüsler tanımlanırken “…her türlü teşebbüsün …†ifadesinin kullanılması da bu durumu teyit etmektedir.

    Ancak, kamu veya imtiyazlı teşebbüslerin kendi kuruluş kanunları ya da diğer özel kanunlarla verilen özel veya inhisari hakları kullanıyor olmaları karşısında, genel bir kanun olan Rekabet Kanunu ile özel kanunun çatışması durumunda, özel kanunun genel kanun karşısında öncelikle uygulanması ilkesi gereğince, rekabet kurallarının bu teşebbüslere uygulanamaması ve dolayısıyla Rekabet Kanunu ile hedeflenen amaçların tam olarak gerçekleşememesi sonucu ortaya çıkabilmektedir.

    Bu nedenle, gerek Türkiye’de piyasalarda rekabeti bozucu faaliyetlerin önlenerek rekabetin korunması, gerekse Türkiye’nin OKK’nın 41’inci maddesiyle üstlenmiş olduğu yükümlülükleri yerine getirmesi açısından, belirli teşebbüslere rekabeti sınırlayıcı veya önleyici nitelikte haklar tanıyan mevzuatın gözden geçirilerek gerekli değişikliklerin yapılması ihtiyacı doğmaktadır.

    Söz konusu maddede öngörülen sürenin geçmiş olmasına rağmen bu alanda henüz hiçbir çalışma başlatılamamıştır. Oysa ki, birçok kamu teşebbüsünü Rekabet Kanununun uygulama alanı dışında bırakan ve bu nedenle aynı piyasada rakip olarak yer alan özel sektör teşebbüslerinin şikayetine yol açan uygulamalara dayanak teşkil eden, başta 233 sayılı KHK ve KİT’lerin kuruluşun kanunları olmak üzere ilgili tüm mevzuatın taranarak, Rekabet Kanununa aykırılıkların giderilmesi için sistematik bir çalışmanın başlatılması gerekmektedir.

    5 Ekim 1999 tarihli AB Koordinasyon Kurulunda Rekabet Kurumunun bu yöndeki önerisi benimsenerek, 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararının 41’inci maddesinin hayata geçirilmesi için mevzuat taraması dahil gerekli hazırlık çalışmalarını yapmak üzere, AB Koordinasyon Kurulunun kararıyla, Rekabet Kurumu, Devlet Planlama Teşkilatı, Dış Ticaret Müsteşarlığı ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığı temsilcilerinden oluşan Çalışma Grubu oluşturulmuş ve söz konusu Çalışma Grubu ilk toplantısını 8 Ekim 1999 tarihinde gerçekleştirmiştir.

    Ayrıca, bilindiği gibi Rekabet Kanununun 27 (g) maddesinde Rekabet Kuruluna, rekabet hukuku ile ilgili mevzuatta yapılması gerekli değişiklikler konusunda, doğrudan veya Sanayi ve Ticaret Bakanlığının talebi üzerine görüş bildirme görev ve yetkisi verilmiştir.

    Söz konusu mevzuat değişiklikleri yapıldıktan sonra, Rekabet Kanununda, AT Antlaşmasının 86 (eski 90)’ıncı maddesi hükmüne benzer biçimde, bu tür teşebbüslerin, kendilerine verilen asli görevleri yerine getirebilmeleri için zorunlu olduğu ölçüde rekabet kurallarının uygulanmasından muaf tutulmalarını sağlayacak bir hükme yer verilmesi uygun olacaktır.

    Bu çerçevede konuyla ilgili olarak, Türkiye açısından özel önem taşıyan özelleştime uygulamalarına da değinmekte fayda vardır. Zira, özelleştirme uygulamaları, rekabetin korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınmaması halinde, ilgili sektörde kamu tekellerinin yerine özel tekeller yaratılması ihtimalini de beraberinde getirebilmektedir.

    Bu çerçevede, 4046 sayılı Özelleştirme Kanununun 16’ıncı maddesine göre, özelleştirme uygulamaları sonucunda ilgili piyasada rekabetin korunması amacıyla, Rekabet Kanununda yer alan hükümlere paralel olarak, rekabeti sınırlayıcı uygulamalar yasaklanmıştır. Böylece, Özelleştirme Kanunu çerçevesinde özelleştirilecek kuruluşlar ve faaliyet gösterdikleri sektörler de, Rekabet Kanununda öngörülen ilke ve kurallara tabi tutulmak suretiyle, özelleştirme uygulamaları sonucunda ilgili piyasalarda rekabetin bozulmasının önlenmesi amacıyla Rekabet Kurulu tarafından gerekli tedbirlerin alınabilmesi imkanı getirilmiştir. (4046 sayılı Kanun 4054 sayılı Kanundan daha önce yürürlüğe girdiği için madde metninde “gerekli tedbirleri Sanayi ve Ticaret Bakanlığının alacağından†bahsedilmektedir. Rekabet Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra Danıştayın verdiği istişari görüşe binaen 16’ıncı madde metninde adı geçen Bakanlığın yerini uygulamada Rekabet Kurulu almış bulunmaktadır).

    Gerçekten de, 16’ncı maddeye göre, teşebbüsler arası rekabeti doğrudan veya dolaylı bir şekilde engelleyici, bozucu ve kısıtlayıcı anlaşma, uygulama ve kararlar ile tekelleşmeye yol açacak veya rekabeti önemli ölçüde azaltacak veya bunu sağlayacak birleşme ve devralma niteliğindeki her türlü hukuki işlem, faaliyet ve fiiller hakkında kuvvetli emarelerin varlığı halinde, Rekabet Kurulu tarafından gerekli tedbirler alınacaktır.

    Nitekim, Rekabet Kurulu, yayımladığı 98/4 sayılı Özelleştirme Yoluyla Devralmaların Hukuki Geçerlilik Kazanabilmeleri İçin Rekabet Kurumu’na Yapılacak Ön Bildirimlerde ve İzin Başvurularında Takip Edilecek Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ ve bu Tebliğde değişiklik öngören 98/5 sayılı Tebliğ ile bu konuyu düzenlemiş bulunmaktadır.


    7. Ticari Nitelikli Devlet Tekelleri

    42’nci madde, ticari devlet tekelleri hakkında bir düzenleme getirmektedir. Buna göre, Türkiye OKK’nın yürürlüğe girdiği tarihi izleyen ikinci yılın sonuna kadar, Ortaklık Konseyi tarafından belirlenen takvim ve koşullara uygun olarak, ticari nitelikli tüm devlet tekellerini, üye devlet vatandaşları ile Türk vatandaşları arasında, malların üretimi ve pazarlanması koşullarında ayrımcılık bulunmamasını temin edecek biçimde aşamalı olarak yeniden düzenleyecektir.

    Bu madde metni, AT Antlaşmasının 37’nci maddesinin bir tekrarı niteliğindedir. Bu maddeye ilişkin Topluluk içtihatlarına göre 42’nci maddenin uygulama koşulları aşağıdaki biçimde tespit edilebilir :

    -Topluluk içtihatları, bu maddenin üretim tekellerine uygulanmadığını göstermektedir. Nitekim, AT Antlaşmasının 37’nci maddesinin ve 1/95 sayılı OKK’nın 42’inci maddesinin orjinal metinlerindeki “procurement-tedarik†sözcüğünün yerine, OKK’nın bazı Türkçe çevirilerinde sehven “üretim†sözcüğüne yer verilerek, “bu madde hükmünün üretim tekellerine de uygulanabileceği†yönünde bazı yanlış anlamalara yol açılmıştır.
    -Bu madde mallara uygulanacak olup hizmet tekellerini kapsamamaktadır.

    Bir ticari devlet tekelinin bu maddenin kapsamına girebilmesi için, Türkiye ile Topluluk arasında ticarete konu olan ticari bir ürün ile ilgili olarak faaliyette bulunması ve bu ticarette etkili bir yer tutuyor olması gerekmektedir.

    AB Komisyonu’nun 13 Ekim 1999 tarihli Türkiye’ye ilişkin “Katılma Yolunda İlerleme†konusundaki Düzenli Raporunun “Üyelik Yükümlülüklerini Ãœstlenme Kabiliyeti†başlıklı alt bölümünün “Rekabet†başlıklı kısmında, “tekellerin ve inhisari haklara sahip teşebbüslere ilişkin kuralların uyumlaştırılması konusunda ise, Topluluk Komisyonu, TEKEL (Tütün, Tütün Mamülleri, Alkol ve Tuz İşletmeleri) İdaresi’nin yararlandığı imtiyazlı durumdan özellikle endişe duymaktadır†ifadesine yer verilmiştir.

    Söz konusu Raporda TEKEL İdaresi ile ilgili olarak dile getirilen endişeyi ortadan kaldırmaya yönelik olarak ise, 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçecekler İnhisarı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Tütün Mamülleri Kanun Tasarısı halihazırda TBMM’ne sunulmuş bulunmaktadır. Söz konusu kanun tasarılarının kanunlaşması halinde, söz konusu ürünlerin ithalatı ve dağıtımında TEKEL İdaresi’nin sahip olduğu inhisarı haklar büyük ölçüde sona erdirilmiş olacaktır.

    Bu çerçevede, Türkiye’de bazı malların ithali konusunda kendilerine ithal imtiyazı verilmiş olan Kızılay Derneği (kinin, kına kına, serum ve aşılar, bazı özel ilaçlar, potasyum iyodür’ün ithal imtiyazı açısından) gibi bazı kuruluşların söz konusu inhisari yetkilerinin OKK’nın 42’nci maddesi mucibince gözden geçirilmesi gerekmektedir.


    8.Taraflar Arasında İşbirliği Kuralları

    43’üncü madde, teşebbüslerin rekabete aykırı uygulamalarına karşı taraflar arasında yapılacak işbirliğini düzenlemektedir.

    1’inci fıkraya göre, Topluluğun veya Türkiye’nin, diğer tarafın topraklarında yürütülen rekabete aykırı faaliyetlerin, kendisinin veya teşebbüslerinin çıkarlarını olumsuz yönde etkilediğine inanması halinde,ilk taraf diğer tarafa durumu bildirebilir ve diğer tarafın rekabet makamının uygun nitelikte icrai önlemler almasını talep edebilir. Yapılan başvuru, rekabete aykırı faaliyetin niteliği ve bildiren tarafın çıkarlarına etkileri konularında mümkün olduğunca açık ve kesin olmalı ve başvuruda bulunan tarafın sağlayabileceği bütün ek bilgileri ve işbirliğine yönelik bir teklifi içermelidir.

    2’nci fıkraya göre, böyle bir başvurunun alınması üzerine ve taraflar arasındaki söz konusu koşullarda uygun ve yararlı olabilecek tartışmalardan sonra, başvurulan tarafın ilgili rekabet makamı, başvuruda belirtilen rekabete aykırı uygulamalara karşı icrai bir önlem başlatıp başlatmayacağı konusunu değerlendirecektir. Başvurulan taraf, aldığı karar hakkında başvuran tarafa bilgi verecektir.

    İcrai tedbir uygulanması halinde, başvurulan taraf bu tedbirin sonucu ve geçen süre zarfındaki önemli gelişmeler hakkında başvuran tarafa bilgi verecektir.

    3’üncü fıkraya göre, bu maddenin hiçbir hükmü, başvurulan tarafın rekabet kanunları ve uygulama politikaları çerçevesinde sahip olduğu, bildirilen rekabete aykırı faaliyetlere ilişkin olarak icrai önlem alıp almama konusundaki takdir yetkisini sınırlamaz ve başvuran tarafı da bu gibi rekabete aykırı faaliyetlere ilişkin olarak bizzat icrai önlem almaktan alıkoyamaz.

    43/3’üncü madde hükmü nedeniyle, AT rekabet kuralları veya Gümrük Birliği’nin rekabet kuralları ile Türk rekabet kuralları çatıştığı zaman, Türk tarafının yetkili makamı olan Rekabet Kurumu, Rekabet Kanununun gerektirdiği kararları alıp uygulayabilecektir. Örneğin, gerektiğinde AT Komisyonunun muafiyet tanıdığı bir uygulamayı Rekabet Kurumu yasaklayabilecektir.

    Bu konuda çıkabilecek ihtilafların önlenmesi için mevzuatın uyumlaştırılması ilkesine özel önem verilmiştir. Ancak, buna rağmen çelişkiler doğarsa 43/3’üncü madde hükmü nedeniyle, öncelikle Türk Rekabet Kanunu uygulanabilecektir.


    Sonuç

    Sonuç olarak şu hususu belirtmekte fayda bulunmaktadır : Bilindiği gibi, OKK’nın “Ticari Korunma Araçları†başlıklı bölümünde (madde 44-47), Türkiye’nin İç Pazarla ilgili rekabet, devlet yardımlarının denetimi ve diğer konulardaki Topluluk müktesebatını yürürlüğe koyup etkili biçimde uygulanmasını sağlayarak haksız rekabete karşı İç Pazardakine denk bir koruma sağlaması koşuluyla, Ortaklık Konseyinin, ticari korunma araçlarının askıya alınmasına karar verebileceği belirtilmektedir.

    Bu durum karşısında, Gümrük Birliğinin gerçek anlamda uygulanabilmesi için Türkiye’nin rekabet mevzuatını bir an önce AT rekabet mevzuatıyla uyumlaştırması gerekmektedir. Zira, gerçek anlamda Gümrük Birliği sadece gümrük vergilerinin, miktar kısıtlamalarının ve eş etkili önlemlerin karşılıklı olarak kaldırılması ile sağlanamaz; bunun için Gümrük Birliğine katılan tarafların birbirleriyle özdeş rekabet kurallarına tabi benzer piyasa yapılarına da sahip olmaları gerekmektedir.

    Bu durum çerçevesinde, Rekabet Kurumu’nun, asli görevi olan 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un uygulanmasının yanısıra, Gümrük Birliği’nin rekabet kurallarının uygulanmasını yakından izlemesi ve 10-11 Aralık 1999 tarihli Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğinin resmen tescilinden itibaren içinde bulunduğumuz tam üyelik süreci çerçevesinde, rekabet mevzuatımızın AB Rekabet Mevzuatı ile uyumlaştırılması için kısa, orta ve uzun vadede yapılması gereken düzenlemeler konusunda yapacağı kapsamlı çalışmalar sonucunda öneriler geliştirmesinin son derece faydalı olacağı düşÃ¼nülmektedir.

    KAYNAKÇA

     

    ASLAN, Yılmaz (Çeviren): Avrupa Topluluğu Rekabet Hukuku Mevzuatı, Rekabet Kurumu Yayın No:0016, Ankara, 1998.

    Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği: Avrupa Topluluğu-Türkiye Gümrük Birliği, Ankara, Aralık 1996.

    Devlet Planlama Teşkilatı: Rekabet Hukuku-Devlet Yardımları Alt Komisyon Raporu, Türkiye AT Mevzuat Uyumu Sürekli Özel İhtisas Komisyonu Raporları, Cilt 1, Ankara, Kasım 1995.

    Devlet Planlama Teşkilatı: Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Tükiye-Avrupa Birliği İlişkileri Özel İhtisas Komisyonu, Türkiye’nin AB Müktesebatına Uyumu Alt Komisyon Raporu, Ankara, Şubat 2000.

    European Commission: Second Survey on the State Aids in the European Community, Brussels, 1990.

    European Commission: XXVIIIth Report on the Competition Policy 1998, Luxembourg, 1999.

    FOSTER, Nigel: EC Legislation, 5th Edition, Blackstone Press Limited, London, 1994.

    İNECİ, Barbaros: Avrupa Topluluğu ve Türkiye’de Sübvansiyonlar, İstanbul Sanayi Odası, İstanbul, Kasım 1993.

    KURAL, Koray: Türkiye’de Devlet Yardımları İçin Yeni Disiplinler: GATT 1994 ve AT ile Gümrük Birliği (Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi), Devlet Planlama Teşkilatı.

    KÖKSAL, Tunay: Avrupa Birliği’nde Bazı Sektörlerde Tekelleşmeyi Önlemek ve Liberalizasyonu Sağlamak İçin Yapılan Düzenlemeler, İdeal Yayınları, Ankara, 1997.

    KÖKSAL, Tunay: “Gümrük Birliği’nin Rekabet Kurallarıâ€, Gümrük Birliği Çerçevesinde Türkiye’de Rekabet Yasasının İşleyebilir Rekabet Ortamının Oluşturulmasındaki Rolü, Hacettepe Ãœniversitesi, İ.İ.B.F. Yayın No:26, Ankara, 1997.

    KÖKSAL, Tunay: “Legal Framework For Private Sector Developmentâ€, Turkey and European Integration, Intermedia yayını, İstanbul, Nisan 1997.

    OKTAY, Müjde (Yayına Hazırlayan): Açıklamaları ile Birlikte 1/95 Sayılı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi Kararı, İstanbul Sanayi Odası Gümrük Birliği Danışma Ofisi Yayın No: 1995-1, İstanbul, Haziran 1995.


    Â