• Rekabet Hukuku / Rekabet Bülteni

  • Sayı : 2 / Yıl : 2000

  • REKABET HUKUKU’NDA DİKEY ANLAŞMALARA ve UYUMLU EYLEMLERE UYGULANACAK YENİ GRUP MUAFİYETİ TÜZÜĞÜ (I)

  • REKABET HUKUKU’NDA
    DİKEY ANLAŞMALARA ve UYUMLU EYLEMLERE
    UYGULANACAK
    YENİ
    GRUP MUAFİYETİ TÃœZÃœĞÃœ
    (I)


    Prof.Dr.Arif ESİN*
    İstanbul Ãœniversitesi Öğretim Ãœyesi

    1. Genellemeler

    Türkiye, Avrupa Topluluğu ile akdettiği Ankara Anlaşması’nın 16, Katma Protokol’un 43. maddeleri muvacehesinde, Birliğin rekabet kurallarını uygulamaya almayı taahhüt etmiştir. Öte yandan Gümrük Birliği’nin Son Dönemi’ni 1 Ocak 1996 tarihinde başlatan 6 Mart 1995 tarih ve 1/95 sayılı 36. Dönem Ortaklık Konseyi Kararı’nın 32, 33 ve 39 maddeleri bu hususu bir kez daha karar ve imza altına almaktadır. Nitekim anılan Karar’ın 39 (2) (a) maddesi Türkiye’nin Birliği’in rekabet kurallarına uyumlu bir düzenlemeyi yasalaştırmasını ve Birliğin tüm grup muafiyeti tüzüklerini uygulamaya almasını öngörmektedir. Türkiye uluslararası taahhütleri doğrultusunda 13 Aralık 1994 tarihinde 4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’u yürürlüğe koymuş, 27 Şubat 1997 tarihinde Rekabet Kurulu, Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile atanarak çalışmalarına başlamış ve 5 Kasım 1997 tarihi itibariyle Rekabet Kurumu’nu oluşturduğunu 1997/5 Sayılı Tebliği ile ilan etmiştir. Bu geçen süre içerisinde Rekabet Kurulu, Avrupa Birliği grup muafiyeti tüzüklerine uyumlu 1997/3 Sayılı Tek Elden Dağıtım , 1997/4 Sayılı Tek Elden Satın Alma , Motorlu Taşıtlar Dağıtım ve Servis Anlaşmaları’na ilişkin ve 1998/7 Sayılı Franchise Anlaşmalarına ilişkin tebliğlerini yayımlıyarak Kanun’un 5. maddesine göre yürürlüğe koymuştur.

    Öte yandan yukarıda söz edilen 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nın 39 (2) (a) maddesi hükümleri Birliğin grup muafiyeti tüzüklerinde değişikliğe gidilmesi durumunda Türkiye’nin en geç bir yıl içerisinde ilgili değişikliğe uyumunu öngörmektedir. Bu doğrultuda Rekabet Kurulu, Avrupa Birliği’nde 1 Haziran 2000 yılında uygulamaya girecek olan yeni grup muafiyeti tüzüğünü en geç 12 ay içerisinde, Kanun’un 5. maddesinin son paragrafı uyarınca yeni bir tebliğ yayımlamak suretiyle yürürlüğe sokmak durumundadır.


    2. Avrupa Birliği’nin Dikey Anlaşmalar Ãœzerine Yeni Düzenlemesi

    Avrupa Birliği, teşebbüsler arası dikey anlaşmalara Amsterdam Antlaşması’nın 81 (1) maddesinden 81 (3) madde uyarınca grup muafiyeti tanıyan dört tüzüğü 1 Haziran 2000 tarihinden itibaren yürürlükten kaldırarak 31 Mayıs 2010 yılına kadar yürürlükte kalacak yeni tüzüğü uygulamaya almaktadır. Teşebbüslerin, şayet önceki grup muafiyetlerine uyumlu olan sözleşmeleri 31 Mayıs 2000 yılına kadar yürürlükte ise, teşebbüsler Yeni Tüzük’ün yürürlüğe giriş tarihi olan 1 Haziran 2000 tarihinden 31 Aralık 2001 tarihine kadar yürürlükten kaldırılmış bulunan muafiyet tüzüklerine uygun sözleşmeleri ile faaliyet gösterebilceklerdir. Böylelikle teşebbüslere yeni Tüzük’ün yürürlüğe girişinden itibaren 18 aylık bir geçiş dönemi tanınmış olduğu görülmektedir.

    Yeni düzenlemenin ana felsefesi markalar-arası rekabet üzerine kurulmuştur. Bir mal veya hizmet piyasasında markalar-arası rekabetin arz ve talep boyutunda etkin olarak var olması durumunda, üretim, dağıtım ve yeniden satış aşamalarında kısıtlayıcı rekabet kurallarının daha esnek sınırlarda uygulanabilmesinin rekabet piyasalarında olumsuz etkiler yaratmayacağı öngörülmektedir. Bu durumda da marka-içi rekabetin belirli ölçüde sınırlandırılmasına göz yumulabilmektedir. Yeni düzenleme, katı hukuki yaklaşımlardan öteye ekonomik yaklaşımlara önem vermektedir. Nitekim Rekabet Otoriteleri’nin üzerinde önemle durması gereken husus, dikey anlaşmalar ile Rekabet Hukuku’nun temel prensipleri anlamında piyasalarda ortaya çıkan etkilerin kendine özgü ekonomik koşulları dikkate alınarak incelenmesinin gerektiğidir. Kaldı ki, bu çok da yeni bir yaklaşım değildir. Zira ATAD, uzun yıllardır rekabeti kısıtladığı iddia edilen dikey anlaşmalara ilişkin vakaların sonucunda hasıl olan Komisyon Kararları’nı, piyasalara olumlu etkisinin bulunmadığı gerekçesi ile iptal etmektedir.

    Nitekim ATAD’ın LTM k. MBU ile Metro k. Saba Kararları, “belirli bir piyasada rekabet ihlalinin tespit edilmesi için, ilgili piyasada rekabeti oluşturan tüm unsurların birarada değerlendirilmesi†esasını ortaya koyan temel prensip kararlarıdır. Bu prensip, 1966 yılından itibaren tüm Ãœye Ãœlke ve Komisyon soruşturmalarında temel yolgösterici olarak benimsenmiştir.

    “ATAD, 1966 yılında LTM k. MBU vakasında; rekabetin gerçek çerçevesi içerisinde anlaşma marifetiyle bozulduğunun anlaşılması gereklidir, sonucuna ulaşmıştır. Bundan onbir yıl sonra ise ATAD, Metro k. Saba vakasında verdiği kararla önceki temel prensibi pekiştirerek: Rekabetin sınırlandırılması ancak ürünlerin ya da verilen hizmetlerin ilgili pazarın kendi şartları doğrultusunda değerlendirilmesi ile mümkündür, yargısına varmıştırâ€.

    Teşebbüslerin rekabet otoriteleri ile sürdürmekte olduğu menfi tespit talepli bildirim sürecinin yarattığı bürokratik yoğunluk, muafiyet rejiminin uygulanmasında adem-i merkeziyetçi bir yönelimi doğurmuştur. Tek Pazar’da uygulanagelen rekabet kuralları ile pek çok piyasada etkin biçimde markalar arası rekabetin oluştuğu gözlemlenmiştir. Gelinen bu aşamada, yeni düzenleme ile teşebbüslerin rekabet kurallarına uyulup uyulmadığı anlamında öz denetim yapmaları ve öte yandan Komisyon’un bürokratik yükünün azaltılması suretiyle, soruşturmalara yoğunlaşarak asli işlevini görmesi amaçlanmıştır.


    2.1. Yeni Düzenlemenin Kapsamı

    Avrupa Birliği, teşebbüsler arasındaki dikey anlaşmalara Amsterdam Antlaşması’nın 81 (3) maddesi doğrultusunda yasalaşan bu yeni düzenleme ile, iki ya da birçok teşebbüs arasında üretim ya da dağıtım zincirinin değişik seviyelerinde malların ya da hizmetlerin alımına, satımına ve yeniden satımına ilişkin akdedecekleri sözleşmeleri Antlaşma’nın 81 (1) maddesi hükümlerinin uygulanmasından muaf tutmaktadır.

    Yukarıda verilen kapsamdan anlaşılması gereken birinci husus, teşebbüs niteliğinde olmayan ve nihai tüketici konumunda bulunan gerçek kişiler ile yapılan dikey anlaşmaların muafiyet kapsamında bulunmadığıdır.

    İkinci husus, üretim ya da dağıtım zincirinin değişik seviyelerinde bulunma meselesidir. Bu konumun örneklenerek irdelenmesinde fayda vardır. Örneğin, bir teşebbüs hammadde üreticisidir ve diğer teşebbüs bu hammaddeyi hem ara mamül olarak kullanmakta, hem de yeniden satmaktadır. Bu durumda muafiyetlerden yararlanılması mümkündür. Bir teşebbüsün üretim, dağıtım ve/veya satış faaliyetleri gibi farklı piyasa seviyelerinde faaliyet göstermesi durumunda, anılan teşebbüs bir diğer teşebbüs ile üretim veya dağıtım faaliyetlerine ya da bir üçüncü teşebbüs ile perakende satış faaliyetlerine ilişkin anlaşma akdetmesi halinde, bu türlü anlaşmalar da ilgili grup muafiyeti kapsamında değerlendirilebilmektedir.

    Üçüncü önemli husus ise; teşebbüslerin sözleşmeler ve uyumlu eylemler ile sözleşme konusu mal ya da hizmetleri kullanım amacıyla satın alabilmeleri, satabilmeleri ve yeniden satış amacıyla satabilmeleridir. Bu noktada mal ya da hizmetin nihai mamul veya ara mamül olması yeni düzenlemenin uygulanmasında fark yaratmamaktadır. Yeniden satıcı teşebbüs isterse sözleşme konusu ürünü kendi üretimi için kullanabileceği gibi, yeniden de satabilir. Ancak hatırlatılmasında fayda bulunan husus, ilgili grup muafiyetinin motorlu taşıt araçları dağıtım ve servis hizmetlerine ilişkin anlaşmalara teşmil edilemediğidir. Zira bu sektörle ilgili özel bir grup muafiyeti tüzüğü mevcuttur.

    Yeni Muafiyet Tüzüğü, üçüncü kişilere kiralanma amacı ile alınan mal veya hizmetleri de kısmen kapsar niteliktedir. Ancak kiralama sözleşmelerdeki satım, alım ve yeniden satım koşulları üzerine getirilebilecek kısıtlamalar ya da zorunluluklar dışındaki hususlar muafiyet kapsamına girmemektedir. Buna karşılık bir malın ya da hizmetin kiralanmak kaydı ile muafiyet tüzüğü kapsamında işlem görme sürecinde, sözleşme tarafları (dikey tüm seviyelerde) elde ettikleri emtia ile birbirlerinin kendi hesaplarına Ar-Ge faaliyetinde bulunmalarını engelleme hakkına sahip olabilmektedirler.

    Öte yandan Rekabet Hukuku’nda dikey anlaşmalara ilişkin getirilen temel sınırlama, rakip teşebbüsler arasında mal ve hizmet dağıtımına yönelik sözleşmelerin yasaklanmasıdır. Ancak Yeni Tüzük, bu konuda da üç esneklik göstermektedir:

    • Yeniden satıcının yıllık cirosunun 100 milyon Euro’dan az olması,
    • Yeniden satıcının, dağıtıcısı konumuna girdiği teşebbüsün kendisi ile rekabet halindeki mal ve hizmetlerinin bizzat üreticisi olmaması,
    • Sağlayıcının dağıtımın bir çok seviyesinde hizmet arz etmesi ve sözkonusu hizmetlerin yeniden satıcı tarafından verilmemesi

    hallerinde, teşebbüsler arasında yapılacak olan “tek yönlü†anlaşmalar muafiyetten yararlanabilmektedir.

    Bu düzenlemenin açık anlamı, rekabet ya da potansiyel rekabet halinde bulunan ve birbirlerini ikame edebilen mal veya hizmetleri üreten teşebbüslerin karşılıklı olarak dağıtıcı olamamalarıdır. Ancak rakip teşebbüslerin dikey anlaşmalarına tek yönlü olmak kaydıyla üç istisna getirilmektedir.

    Birinci istisna iki rakip üretici arasında birinin cirosu 100 milyon Euro’dan az ise diğerinin dağıtıcısı olabilmesi;

    İkinci istisna ise, rekabet halindeki ürünlerin üreticisinin dağıtıcısı olmak isteyen teşebbüsün, sadece dağıtım ile iştigal etmesi ve sözleşme konusu ürünlerin üreticisi olmaması halinde muafiyetin uygulanmasıdır. Ancak rekabet üretim seviyesinde ise tek yönlü de olsa muafiyetten yararlanmak mümkün değildir. Rekabetin birinin üretici olmaması kaydı ile dağıtım seviyesinde kısıtlanması muafiyet kapsamına girebilmektedir. Öte yandan yeni düzenleme bu esnekliği ile başka bir hususa da olanak tanımaktadır: Bir üreticinin aynı zamanda kendi ürünlerinin distribütörlüğü ile iştigal etmesi halinde bağımsız distribütörler ile aynı dağıtım seviyesinde rekabete girebilmektedir. Bunun açık anlamı; yürürlükten kaldırılan tek elden dağıtım analaşmalarına ve tek elden satın alma anlaşmalarına ilişkin tüzükler ile getirilmiş olan aynı seviyesinde rekabet etme yasağına ilişkin sınırlamanın yeni düzenleme ile ortadan kalkmış olmasıdır.

    Üçüncü istisna ise hizmet üretimi ve arzının da muafiyet kapsamına alınmış olmasıdır.

    Sonuç olarak yeni düzenlemenin temel özelliği bir üreticinin cirosu ne olursa olsun rakip ürünlerin hem üreticisi, hem dağıtıcısı, hem de yeniden satıcısı olmasının önlenmesidir. Bu noktada da yeni düzenlemenin ana felsefesi olan markalar-arası rekabetin özendirilmesi meselesi bir kez daha görülmektedir.

    Öte yandan yeni düzenleme kapsamı bakımından, geçmişte yürürlükte bulunan Azımsanabilir Nitelikteki Anlaşmalar Ãœzerine Komisyon Duyurusu , Teşebbüslerarası İşbirliğine İlişkin Komisyon Duyurusu ve Yan Sanayi Anlaşmaları Ãœzerine Komisyon Duyurusu kapsamındaki esasları ve uygulamaları aynen muhafaza etmektedir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus; tarafların dikey anlaşmaya konu mal ve hizmetlerinin, Birlik’teki ilgili mal ve hizmet pazarı içerisindeki -kümülatif etkileri de dahil olmak üzere- payının % 10’u geçmemesi gerektiğidir.

    Ancak bu % 10 eşiğinin altında pazar payının bulunduğu durumlarda Antlaşma’nın 81 (1) maddesi tahtında meselelerin değerlendirilmeyeceği gibi kesin bir yargıya varmak mümkün değildir. Pazar payları ilgili ürün pazarında sözkonusu eşiğin altında kalsa dahi, oluşan rekabet ihlali şayet Birlik pazarını etkilemekte ise, bu durumda pazar payına bakılmaksızın gerekli soruşturma açılmaktadır. Nitekim bu konuda ATAD ve Bidayet Mahkemesi’nin almış oldukları örnek kararlar mevcuttur: Völk k. Vervaecke, Cadillon k. Höss ve Javico k. Yves St Laurent. Bu durumun tersine pazar payının % 10’un üstünde kaldığı durumlarda da bazı hallerde Birlik pazarının etkilenmemesi de söz konusu olabilmektedir. Bu konuda da örnek vaka olarak, Langnesse-Iglo GmbH’ın Komisyon’a karşı Bidayet Mahkemesin’nde açtığı dava gösterilebilir.

    Öte yandan dikey kısıtlamalara ilişkin pazar paylarına bağlı muafiyet ya da ihlal meselelerinde üzerinde önemle durulması gereken bir diğer husus ise, yeni coğrafi pazarlara giriş durumunda konunun ne şeklide değerlendirileceğidir. Yeni bir ürünün ya da varolan bir ürünün yeni bir coğrafi pazara girmesi durumunda, ilgili ürünün pazar payını saptamak pek mümkün olmamakta, ya da ürünün özelliğinden ötürü pazar payı kısa sürede çok yüksek seviyelere tırmanabilmektedir. Ancak böyle bir durum rekabet otoriteleri tarafından sorun haline getirilmemelidir. Çünkü dikey anlaşmalar marifetiyle rekabetin kısıtlanması ya da engellenmesi ile ilgili olarak, yeni bir ürünün lansmanının önemli pazar paylarına ulaşılmasına yol açması, genel olarak potansiyel rekabeti tehdit ettiği yönünde değerlendirilmemektedir.

    Ancak yeni düzenleme bu konuda bir süreyi de gündeme getirmektedir. Teşebbüsün pazar payı ne olursa olsun, yeni ürünün lansmanından ya da yeni bir pazara giriş tarihinden itibaren iki yıl süresince prensip olarak rekabetin dikey anlaşmalar ile kısıtlanmış sayılmayacağı kabul edilmiştir.

    2790/1999 Sayılı Tüzüğün diğer bir özelliği de, Komisyon’un yayımlamış olduğu ve yürürlükte bulunan diğer grup muafiyeti tüzüklerine tabi olan sektörlerin ya da alanların içerisinde faaliyette bulunan teşebbüslerin, dikey anlaşmalarında sözkonusu yeni düzenlemeden yararlanamayacaklarıdır.


    2.2. Yeni Düzenlemede Pazar Payı Eşiği Meselesi

    Yeni Muafiyet Tüzüğü, Antlaşma’nın 81 (1) maddesi hükümlerinin uygulanmasına muafiyet kazandıran düzenlemesinde, rekabetin muafiyet marifetiyle kısıtlanmasını önleme amacını taşıyan bir tedbir çemberi oluşturmayı hedeflemiştir. Bu tedbir çemberi ise azami pazar payı sınırları ile belirlenmektedir. Mal ve hizmetlerin satımına yönelik dikey anlaşmalarda sağlayıcı ve bağlı teşebbüslerinin ilgili ürünlerde pazar payının % 30’u geçtiği durumlarda muafiyetten yararlanması mümkün değildir.

    Öte yandan muafiyetten yararlanması sözkonusu olan ve münhasır tedarik zorunluluğunun bulunduğu anlaşmalarda, sağlayıcının değil, ama yeniden satıcının veya kullanıcının pazar payının % 30’un altında olması gerekmektedir.

    Sonuç olarak anlaşma tedarik ile ilgili ise sağlayıcının pazar payına; münhasır tedarik anlaşması sözkonusu olduğunda da yeniden satıcının pazar payına bakılmaktadır. Bu husus bir anlamda % 30 üzerinde pazar payı bulunan tedarikçi teşebbüslerin muafiyetten yararlanamayacağını; öte yandan da % 30 pazar payı üzerinde bulunan münhasır tedarik anlaşması isteyen yeniden satıcıların veya kullanıcıların muafiyetten yararlanamayacağını anlatmaktadır.

    Pazar payı hesaplarında kullanılan temel esaslar Komisyon’un pazar tanımlarına ilişkin Duyurusu’nda belirlediği esaslardır. Ancak Yeni Tüzük içerisinde bazı özel durumları da tanımlayan maddeler mevcuttur.

    Her şeyden önce pazar payı hesaplamalarında ilgili pazarın tespiti önem arz etmektedir. İlgili pazar kavramının unsurlarını birbirlerinden ayırarak ilgili ürün ve ilgili coğrafi pazar olarak tanımlamak gerekmektedir. İlgili ürün pazarı, tüketici tarafından nitelikleri, fiyatı, kullanım amacı bakımından eş sayılan ve yüksek seviyede ikame edilebilirlikleri bulunan mal veya hizmetleri ifade ederken; ilgili coğrafi pazar, teşebbüslerin ilgili mal ve hizmetleri arz ettikleri, rekabet şartlarının makul bir ölçüde benzer bulunduğu ve rekabet şartlarının komşu pazarlardan belirli bir biçimde değişiklik gösterdiği ölçüde homojenlik arz eden pazarlar olarak tanımlanmaktadır.

    İlgili pazar tespitlerinde bazı özel durumlardan da söz etmek mümkündür: Sağlayıcı ve yeniden satıcı arasındaki dikey bir anlaşmanın pazarda etkisi olabileceği gibi, bir alt ürün pazarında da etkisi olabilmektedir. Belirli bir kısıtlamanın etkisinin anlaşılabilmesi için ilgili pazarlarda her seviyedeki etkiye bakılması gerekmektedir. Bu noktada üç karmaşık ilgili pazar örneğinden söz etmek mümkündür: Ara mal ve hizmetler pazarı, nihai mallar ve hizmetler pazarı ve satış sonrası hizmetler pazarı.

    Ara mal ve hizmet pazarında yeniden satıcının sağladığı malları veya hizmetleri kendi ürettiği mal ya da hizmetlerde kullandığı durumlarda rekabetin sadece sağlayıcı ve yeniden satıcı arasında kısıtlandığı düşÃ¼nülmektedir. Örneğin yeniden satıcının sağlayıcı tarafından diğer sağlayıcılardan mal tedarik etmeme yasağına tabi olduğu bir dikey kısıtlamada bir alt ürün pazarının (nihai mal pazarı) etkilendiği söylenemez. Buna karşılık yeniden satıcının sağlayıcıyı münhasır tedarik anlaşması ile bağladığı durumda; yeniden satıcının bir alt pazardaki durumu önem arz etmektedir. Nitekim yeniden satıcının bir alt pazarı rakiplerine kapatabilme kabiliyeti doğrudan o alt pazardaki pazar payı ile ilgili bir konudur.

    Nihai ürün pazarında durum biraz daha değişiktir. Bu pazarda yeniden satış aşamasında marka-içi ve markalar-arası rekabetin kısıtlanması sözkonusu olabilmektedir. Bu noktada ise ilgili pazar nihai tüketicinin yer aldığı pazar olarak kabul edilmektedir. Örneğin münhasır distribütörlük sistemi sağlayıcı ve yeniden satıcıların bulunduğu pazara giriş olanaklarını fevkalade zorlamakta ve distribütörün bölgesinde marka-içi rekabeti önemli ölçüde ortadan kaldırmaktadır.

    Satış sonrası hizmet pazarlarına ilişkin olarak, ana mamül ve yedek parça pazarları duruma göre ilgili pazar olarak kabul edilmekle beraber; ana mamül pazarındaki gelişmelere bakılarak rekabet kısıtlamalarının bir alt pazar kabul edilen yedek parça pazarını etkilediği kabul edilmektedir.

    Pazar payı hesaplarında ve ilgili pazar saptamasında dikkat edilmesi gereken diğer bir konu da teşebbüslerin iç üretimidir. Bir teşebbüs nihai mamül üretimini hedefiyle ara mamüller üretebilir ve ürettiği bu ara mamüllerin nihai ürün pazarının rekabet yapısının araştırıldığı durumlarda büyük önemi olabilir. Hatta nihai ürün pazarındaki dengeleri etkileyebilecek bir güç sözkonusu olabilir. Bir teşebbüsün kendi tüketimi için ürettiği ara malların nihai ürün piyasasındaki rekabet analizine bir etkisi bulunmamakta ve buna bakılmamaktadır. Buna karşılık kendi nihai mamül üretimi için ara mamül üreten bir teşebbüsün ara mamüllerinin de distribütörlüğünü yaptığı ve yeniden satıcılarının bulunduğu bir pazarda ilgili ürün pazarının tanımı ve pazar payı hesaplarında ara mamül üretimindeki gücü ve konumu elbetteki nihai ürün pazarını etkilemektedir.

    Yukarıda sözü edilen % 30 oranındaki pazar payı hesaplanırken, tedarikçinin sözleşme konusu mal veya hizmetlerinin ilgili pazardaki satış değerleri esas alınmaktadır. Teşebbüsler pazarda satış değerlerine ilişkin bilgi temin edemiyorlar ise, bu piyasalara ilişkin başka teşebbüslerin yaptığı ya da yaptırdığı çalışmalar veya araştırmalar esas alınmaktadır. Münhasır tedarik zorunluluğun getirildiği sözleşmelerde ise yeniden satıcının veya kullanıcının ilgili ürün pazarındaki satışlarına bakılmaktadır.

    Şayet değer üzerinden veri bulunamıyorsa ya da bu veriler anlamlı değillerse bu durumda miktar üzerinden pazar paylarını hesaplamak mümkündür.

    Teşebbüsün satışlarının değeri üzerinden hesaplanan pazar paylarında esas alınan mali yıl, hesaplanma tarihinden bir önceki mali yıldır. Piyasa payı hesabında sağlayıcının bağlı şirketlerinin de satışları göz önünde bulundurulmaktadır. Bunun açık anlamı, sağlayıcının bağlı şirketleri ile arasındaki ve bağlı şirketlerin aralarındaki şatışların bu hesaplamada göz önüne alınmayacağıdır.

    Öte yandan bazı ürünlerin hazırlanması bir yılı aşabilmektedir, bu gibi durumlarda son üç mali yılın içerisinde ilgili ürünün satış hasılatının ortalaması alınarak pazar payı hesaplanmaktadır.

    Pazar payının % 30’u aştığı ama % 35’i aşmadığı durumlarda, muafiyetten yararlanan teşebbüs pazar payının % 30 barajını aştığı mali yıldan itibaren iki yıl süre ile muafiyetten yararlanabilmektedir.

    Pazar payının % 35’i aştığı durumlarda ise muafiyetten yararlanan teşebbüs pazar payının % 35’i aştığı mali yıldan itibaren bir yıl daha muafiyetten yararlanabilmektedir.

    Ancak % 30 ve % 35 eşiklerini aşarak bunları ardışık bir biçimde değerlendirip üç yıl süre ile muafiyetten yararlanmak mümkün değildir. Eşik aşımı böyle ardışık bir seyir gösterir ise muafiyetten yararlanma ek süresi hiçbir şekilde ve şartta iki yılı aşamamaktadır.

    Öte yandan yukarıda anlatılan pazar payı hesaplamalarında dikey bir anlaşmanın üç değişik taraf teşebbüsü ve üç değişik ticari seviyeyi (üretim, toptan ve perakende) kapsadığı durumlarda % 30 oranına hangi seviyelerde bakılacağı konusuna getirilen açıklama çok açıktır: Ãœretim ve toptan seviyelerinde güvenlik eşiğinin aşılmaması gerekmektedir.

    Diğer ilgi çekici bir örnek de, bir yatırım malını ve yedek parçalarını tek başına üreten ve ayrıca satış sonrası hizimetleri için gerekli parçaların tek sağlayıcısı konumunda bulunan bir işletmenin pazar payının hesaplanması üzerine düşÃ¼nülebilir. Bu durumda, üretici teşebbüsün yeniden satıcıları ile yaptığı anlaşmaların muafiyetten yararlanabilmesi için sadece üretici teşebbüsün pazar payına bakılmalıdır.

    Yeni düzenlemede pazar payı eşiklerinin getirildiği diğer bir alan ise; rekabet halindeki sağlayıcıların ya da yeniden satıcıların oluşturduğu paralel dağıtım kanallarının, benzer dikey kısıtlamalardan yararlanarak ilgili pazarda toplam paylarının % 50 oranını aşması durumunda muafiyetten yararlanamamaları hususudur. Bu durumda da en az altı ay içerisinde sistemin dağıtılması gerekmektedir. Bu noktada önemle belirtilmesi gereken konu, muafiyetten yalnızca bir teşebbüsün yararlanmasının kaldırılmasının sözkonusu olmadığıdır. Muafiyetten yararlanım hakkının benzer konumdaki tüm teşebbüslerden kaldırıldığının altını çizmekte fayda vardır. Ancak diğer önemli bir nokta da, Rekabet Otorotesi tarafından paralel dağıtım kanallarının benzer dikey kısıtlamalardan yararlanarak rekabeti kısıtladığına ya da engellediğine ilişkin ispat yükümlülüğünün bulunmasıdır. Bu durumda Rekabet Otoritesi yeni bir düzenleme getirmektedir. Bu düzenlemede Otorite’nin ilgili ürün pazar ya da pazarlarını veya ilgili coğrafi pazar ya da pazarlarını derinlemesine incelemeler neticesinde açıkça belirtmesi gerekmektedir. Ayrıca hangi tür dikey kısıtlamaların uygulanamayacağının açıkça belirtilmesi zorunludur. Örneğin, tek marka satıcılığının rekabeti engellediği bir durum sözkonusu ise; Otorite, bunun süreleri ile ilgili bazı tedbirler alarak rekabetin yeniden tesisine gidebilmektedir.

    Öte yandan muafiyetten yararlanma hakkının kaldırıldığı teşebbüslerin faaliyet gösterdiği ilgili ürün ya da coğrafi pazarda geçmişte rekabet ihlali olarak değerlendirilen eylemlerinden ötürü sorumlu tutulamayacakları da belirtilmesi gereken hususuların başında gelmektedir.

    Rekabetin, rekabet halindeki sağlayıcıların ya da yeniden satıcıların oluşturduğu paralel dağıtım kanallarında benzer dikey kısıtlamalardan yararlanarak ortadan kalkması meselesinde anahtar kavram “benzer dikey kısıtlamalarâ€dır. Benzer dikey kısıtlamaların iyi tanımlanması gerekmektedir. Bu kavram ile Rekabet Hukuku’nda anlatılmak istenen, ne tür kısıtlamaların benzer olduğu ve bunların yasak olduğu değildir. Ancak dikey kısıtlamalar sonucunda ortaya çıkan benzer rekabeti engelleyici ortamların ya da sonuçların yasak olduğudur. Paralel dağıtım kanallarının toplam pazardaki payının % 50 oranını aşması ve aşağıda anlatılan sonuçların doğması durumunda Rekabet Otoritesi Grup Muafiyeti sistemini coğrafi pazarın bir bölümünde ya da tümünde kaldırabilmektedir. Bu noktada Yeni Düzenleme’nin bir diğer özelliğinden söz etmekte fayda vardır. Eski grup muafiyetleri sisteminde, muafiyetlerin iptal edilmesi yetkisi Komisyon’a aitken, 2790/1999 Sayılı Tüzük ile bu yetki Komisyon’un yanısıra milli Rekabet Otoriteleri’ne de tanınmıştır.

    Teşebbüslerin benzer dikey kısıtlamalar ile pazarın % 50 oranına ulaşmaları sonucunda;

    • Pazara giriş olanakları yeni sağlayıcı ya da dağıtıcılara kapanmış veya pazara giriş çıtası oldukça yukarı çekilmiş ise,
    • Pazarda mevcut teşebbüsler arasındaki marka-içi rekabet azalmış ve sağlayıcılar veya yeniden satıcılar arasında uyumlu eylemler görülmeye başlanmış ve akıllı ayak uydurmalara sıklıkla rastlanmakta ise,
    • Aynı markanın distribütörleri arasında rekabet ortadan kalkmış ise ya da azalma göstermiş ise;
    • Ve nihayet tüketicilerin ürün ya da hizmetlere etkin olarak ulaşım olanakları kısıtlanmakta ve belirgin bir biçimde yönlendirilmekte ise,

    Komisyon veya milli Rekabet Otoritesi ilgili coğrafi pazarın bir bölümünde ya da tümünde grup muafiyeti sisteminin bazı hükümlerine ya da tümüne son verebilmektedir.

    Rekabeti yukarıda anlatıldığı dört şekilde engellenmesi sonucunda piyasalarda ilk görünen emareler, tek marka hakimiyeti, kısıtlı dağıtım, yeniden satış fiyatının tespiti ve piyasaların bölüşÃ¼müdür.

    Sözkonusu pazar payının altında kalan dikey anlaşmaların “Kara Liste†de ya da Yasaklar Listesi’nde vazedilen hususlar dışında muafiyetten yararlanmalarına olanak tanınmaktadır. Kara Liste’de teşebbüslerin ne yapmamaları gerektiği açıkça belirtilmektedir. Bu surette teşebbüsler ihtiyaçları doğrultusunda geniş kapsamlı sözleşmeler oluşturma hürriyetine kavuşmaktadırlar.

    Öte yandan yeni düzenleme yukarıda belirtilen mevcut üç grup muafiyeti tüzüğünü yürürlükten kaldırmaktadır. Bunların dışında kalan, ancak yürürlükte bulunan diğer grup muafiyeti tüzüklerine, Yeni Tüzük’de tanınan ayrıcalıkları icmal etmek ya da muafiyet hükümlerini bir arada kullanmak mümkün değildir.


    2.3. Yeni Düzenlemede Dağıtım Birlikleri’nin Konumu

    Yeni Tüzük’ün önemli bir diğer özelliği, kendi üyelerine veya nihai tüketicilere ulaşan teşebbüslerin oluşturdukları dağıtım birliklerine de uygulanabilmesidir. Bu kapsamda böyle bir birliğin tedarikçileri ile yapacağı anlaşmaların grup muafiyetinden yararlanması mümkündür. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, Yeni Tüzük’ün dağıtım birliği içerisinde yer alan teşebbüslerin, bağlantılı teşebbüslerini de kapsamak kaydı ile, yıllık cirolarının 50 milyon Euro’yu aşmamasıdır. Sözkonusu eşiğin aşılması durumunda birlik üyesi ilgili teşebbüsün muafiyetten yararlanması mümkün değildir. Burada dikkat edilmesi gereken husus da, dağıtım birliğinin üyelerin perakendeciler, diğer bir anlatım tarzı ile nihai ürünleri nihai tüketicilere yeniden satan teşebbüsler olması gerekmektedir. Güvenlik çemberi amacı ile konulan ve yukarıda sözü edilen % 30 seviyesindeki pazar payı eşik oranı ise Dağıtm Birlikleri için geçerli değildir. Bu kuruluşlar için sadece ciro eşiğine bakılmaktadır.

    Ciro eşiğinin hesaplanmasında ise dolaylı vergiler gözönünde bulundurulmamakta ve ciroların takip işleri bir önceki mali yıl üzerinden yapılmaktadır. Teşebbüslerin net satışları hesaplanırken, teşebbüsün bağlantılı teşebbüsleri ile yapmış olduğu hasılatlar hesaba katılmamaktadır.

    Yeni Düzenleme’de Dağıtım Birlikleri’nin muafiyetten yararlanmaları sürecinde en çok dikkat etmeleri gereken konu; arka arkaya gelen iki mali yıl içerisinde net satışların ciro eşiği olan 50 milyon Ecu’yü % 10 oranında aşması durumunuda muafiyetin son bulacağıdır.

     


    2.4. Yeni Düzenlemede Fikri Mülkiyet Haklarının Konumu

    XXI.yy’da mal ve hizmet ticaretinin fikri mülkiyet haklarını kapsayan boyutu büyük önem kazanacaktır. Özellikle DTÖ Anlaşması’nın yürürlüğe alınmasından itibaren (1994) ileri sanayileşmiş ülkelerin (örneğin AB Ãœye Ãœlkeleri) fikri mülkiyetlere ilişkin EK 1 C olarak (TRIPS Agreement-Trade Related Aspects of Intellectual Property Rights) yer verilen hususlara hemen uyum sağlamaları imza ve karar altına alınmıştır.

    TRIPS açısından DTÖ nezdinde üç tür ülke statüsünün varlığı sözkonusudur. Bu statüler: Gelişmiş Ãœye Ãœlkeler, Gelişmete olan Ãœye Ãœlkeler ve En Az Gelişmiş Ãœye Ãœlkeler şeklinde sıralanmış; dolayısı ile her statüdeki ülkelere farklı yükümlülükler ya da eşdeğer yükümlülüklere uyum göstermek için farklı sürelerin tanınması söz konusu olmuştur.

    Bu çerçevede TRIPS Anlaşmasına uyum için:

    TRIPS Anlaşması Madde 65 (1)’e göre; “...hiçbir Ãœye, DTÖ Anlaşma’nın yürürlüğe giriş tarihinden sonraki gelen yıllık süre sona ermeden bu Anlaşma hükümlerini uygulamakla yükümlü olmayacaktırâ€. Böylelikle gelişmiş ülkelere 1 yıllık bir süre (1.1.1995+1 yıl=1.1.1996) tanınırken;

    Madde 65 (2)’ye göre; “Gelişmekte olan Ãœye ülkeler...bu Anlaşma hükümlerinin paragraf 1’de açıklanan uygulama tarihini dört yıl süre ile erteleme hakkına sahip olacaktırâ€. Böylelikle gelişme yolunda olan ülkelere 4 yıl (1.1.1995+4 yıl =1.1.1999);

    Madde 66 (1)’e göre; “En Az Gelişmiş Ãœye ülkelerin özel ihtiyaç ve koşullarının, ekonomik, mali ve idari kısıtlamalarının ve uygulanabilir bir teknolojik temel yaratmak için esneklik gereksinimlerinin ışığında, bu Ãœyelerden...bu Anlaşma hükümlerini, Madde 65 paragraf 1’de belirtilen uygulama tarihinden itibaren 10 yıllık bir süre için, uygulamaları istenmeyecektirâ€. En Az Gelişmiş Ãœye ülkelere de 10 yıllık (1.1.1995+10 yıl=1.1.2005) uyum sürelerinin tanıdığı görülmektedir.

    Ancak esas olarak gelişme yolunda olan ülkelere ve özellikle de en az gelişmiş ülkelere verilen bu ayrıcalık karşısında, GATT çerçevesinde Dünya ticaretinin gelişmiş ülkeler tarafından az gelişmişlere karşı serbestleştirilmesinin de 10 yıllık bir sürece bağlandığı, dolayısı ile karşılıklı yükümlülükler arasında bir dengenin bu anlamda tesis edildiği de görülmektedir ki; esas itibarı ile Uruguay Round Nihai Senedi’nin özünü de bu denkser yükümlülük ilişkisi düzenlemektedir.

    Küreselleşen Dünya’da bu yeni düzenlemenin bir izdüşÃ¼münü de Avrupa Birliği’nin yeni Tüzüğü’nde görmek mümkündür. Nitekim, Birlik’de teşebbüsler arasında akdedilen dikey anlaşmalar kapsamında arz edilen hizmetler ve yeniden satışa sunulan malların üzerindeki fikri mülkiyet haklarına ilişkin her türlü hak ve yükümlülüğün kullanımı ya da devri Yeni Tüzük ile grup muafiyeti kapsamına alınmaktadır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, devredilen ya da kullanımına müsade edilen hakkın sözleşmenin uygulanması için gerekli olması koşulunun getirilmiş olmasıdır. Ayrıca bu kullanım ve devir işleminin Yeni Tüzük ile yasaklanan rekabet kısıtlamalarını ihlal edecek nitelikte olmaması gerekmektedir.

    Yeni Tüzük fikri mülkiyet haklarına ilişkin hususlarda iki çeşit dikey anlaşmanın muafiyetten yararlanmasına cevaz vermemektedir. Birinci tipteki anlaşma biçimi; sağlayıcı, alıcıya ait fikri mülkiyet haklarını kullanarak ya da alıcı tarafından kendisine verilmiş teçhizat ile sözleşme konusu mal ve/veya hizmetleri üretmesi durumuna ilişkindir. Ancak bu noktada bir hususu belirtmekte fayda vardır. Şayet alıcı, sağlıyıcıya mal ya da hizmetin teknik spefikasyonlarını belirtmekteyse veya bir içecek ürünün yeniden satış amacı ile lisans ile korunan çözeltilme ya da şişeleme özelliklerini veriyor ise bu durum muafiyetten yararlanılmasına engel teşkil etmemektedir. Ayrıca lisans altında bulanan yazılım programlarının yeniden satış amacı ile kopyalanması işlemleri de muafiyet kapsamında kabul edilmektedir.

    Yeni Tüzük kapsamında bulunmayan ikinci tip anlaşma biçimi ise, Teknoloji Transferi Tüzüğü , Yan Sanayi Anlaşmaları Ãœzerine Duyuru ve Yatay Anlaşmalar İle Bağlantılı Dikey Anlaşmalara İlişkin Grup Mafiyet Tüzükleri kapsamında düzenlenmiş anlaşmalara ilişkindir. Bu tip anlaşmalar zaten muafiyet tüzüklerinden yararlandıklarından, Yeni Tüzük hükümlerinden de istifade etmeleri mümkün değildir.

    Yeni Tüzük, devredilen ya da kullanımına müsade edilen hakkın sözleşmenin uygulanması için gerekli olmasını gerektirmektedir. Bu anlamda muafiyetin kullanılabilmesi için mülkiyet haklarına ilişkin üç alan tanımlanmaktadır: Markalar, Eser Sahibi Hakları ve Know-how.

    Marka hakkının kullanım yetkisinin dağıtıcıya devri mal ve hizmetlerin belirli bir coğrafi alanda dağıtımı için elzemdir. O bakımdan bu hususun anlaşmada bulunması işin icrası açısından gerekli olduğundan muafiyet ile bağdaşır kabul edilmektedir. Ancak bu hak münhasıran verilmiş ise anlaşma münhasır anlaşma konumuna girmektedir, bu durumda da Yeni Tüzük’ün münhasırlığa ilişkin hususlarını gözönünde bulundurmak gerekmektedir.

    Eser Sahibi Hakları ile korunan mallar üzerinde hak sahibi durumunda bulunan eser sahibi, yeniden satıcıların diğer satıcılara satmalarını veya son kullanıcıların emtiayı yeniden satmalarını önleyebilir. Ayrıca bu kısıtlama, yeniden satıcıdan malı alan alıcıların emtiayı yeniden satmalarının eser sahibi tarafından önlenmesine kadar uzanabilir. Bu hususlar malların yeniden satış koşullarına kısıtlamalar ya da şartlar getirmesi bakımından, Anlaşma’nın 81 (1) maddesi kapsamında değerlendirildiğinden 81 (3) tahtında Yeni Tüzük ile muafiyete mahzar bulunmaktadır.

    Yeni Tüzük kapsamında yazılım programlarının lisans haklarının yeniden satıcıya devredilmeden sadece yeniden satış amacı ile verildiği anlaşmalar, yeniden satış amaçlı sağlayıcı sözleşmeleri olarak kabul edilmektedir. Dağıtımı bu şekilde yapılan ürünlerde lisans anlaşması eser sahibi ve kullanıcı arasında gerçekleşmektedir. Kullanıcı yazılım programının ambalajını açtığı andan itibaren eser sahibinin şartlarını kabul etmiş olur. Bu durumda da eser sahibi ve kullanıcı arasında zımnen kurulan anlaşma muafiyet kapsamında bulunmazken, yeniden satıcı ve eser sahibi arasındaki sözleşme Yeni Tüzük kapsamındadır.

    Öte yandan yazılım programlarının bilgi işlem ürünleri içerisine yerleştirilerek yeniden satışı yapıldığı durumlarda; eser sahibi, yeniden satıcının bu yazılımları çoğaltarak diğer başka bilgi işlem ürünleri ile birlikte satmasını ya da çoğaltarak bizzat yazılımı münferiden satmasını engelleyebilmektedir. Bu türdeki kısıtlamalar işin ifası bakımından gerekli olduğundan Yeni Tüzük kapsamında değerlendirilmektedir.

    Yukarıda belirtilenler dışında anlaşmalarda bulunan ve Eser Sahibi Hakları’nın sonuçları kullanılarak rekabeti kısıtlayıcı ya da engelleyici amacı olan hiçbir husus muafiyete tabi değildir.

    Fikri mülkiyet haklarının Yeni Tüzük ile rabıtasının bulunduğu üçüncü alan know-how’dur. Know-how’un alıcının ticari amacına yönelik olarak ediniminin en somut örneği franchise anlaşmalarında kendini göstermektedir. Nitekim alıcılara ticari amaçlara yönelik olarak know-how aktarılmasının en mükemmel örneği franchise anlaşmalarıdır. Franchise anlaşmaları, malların veya hizmetlerin dağıtımı için kullanılacak olan markalar, ticaret unvanları ve know how’a ilişkin fikri veya sınai mülkiyet haklarından oluşan bir lisansı ifade ederler. Lisans sahibi konumundaki franchise veren, franchise alandan ilgili ticari kavramın kullanımına ilişkin bir bedel alır. Franchise anlaşmaları, franchise verene, kısıtlı bir yatırım ile malların veya hizmetlerin dağıtımına yönelik yeknesak bir ağ oluşturma imkanı tanır.

    Franchise anlaşmaları kapsamında bir lisansın verilmesi, lisans anlaşması veya içerdiği hükümlerin gerekli olması ve doğrudan mal ve hizmetlerin satışıyla bağlantılı olması şartıyla yeni grup muafiyeti tüzüğü tahtında değerlendirilmektedir. Franchise anlaşmalarının çoğu -ana franchise anlaşmaları da dahil olmak üzere- gerekli ve doğrudan mal ve hizmetlerin satışıyla bağlantılıdır. Böyle olmadığı durumlarda dahi dağıtıma yönelik franchise anlaşmaları bu doğrultuda değerlendirilir. Ayrıca, aşağıda sayılan yükümlülükler de, franchise verenin fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunması maksadıyla gerekli görülmektedir:

    a) Franchise alanın, doğrudan veya dolaylı olarak benzer bir ticari faaliyette bulunmama yükümlülüğü,

    b) Franchise alanın, rakip bir teşebbüsün ortaklık paylarını ve diğer her türlü iktisadi varlığını, bu teşebbüsün ekonomik davranışlarını ve karar organlarını etkileyebilicek düzeyde iktisap etmeme yükümlülüğü;

    c) Franchise alanın, franchise veren tarafından aktarılan know-how’ı know-how gizliliğini yitirene kadar üçüncü kişilere açıklamama yükümlülüğü;

    d) Franchise alanın, franchise hakkının kullanılması sırasında edinilen herhangi bir deneyimi franchise verene aktarma ve bu deneyimin sonucu kazanılan know-how için franchise verene ve diğer franchise alanlara münhasır olmayan bir lisans verme yükümlülüğü;

    e) Franchise alanın, lisanslı fikri ve sınai mülkiyet haklarının ihlali halinde, franchise vereni bu durumdan haberdar etme, ihlal edenler hakkında yasal işlem başlatma veya ihlal eedenler hakkında başlatılan herhangi bir yasal işlemde franchise verene yardımcı olma yükümlülüğü;

    f) Franchise alanın, franchise veren tarafından verilen lisanslı know-how’ı franchise hakkının konusu dışındaki amaçlar için kullanmama yükümlülüğü;

    g) Franchise alanın, franchise verenin izni olmaksızın franchise anlaşmasındaki hak ve yükümlülükleri devretmeme yükümlülüğü ;

    Yukarıda anılan yükümlülüklerin Madde 81 (1) kapsamına girmeleri durumunda, bu yükümlülükler tüzük hükümleri doğrultusunda grup muafiyetinden faydalanırlar.


    2.5. Yeni Düzenlemede Acentacılık Faaliyetlerinin Konumu

    Avrupa Birliği Rekabet Hukuku’nun acentacılık faaliyetlerine ilişkin 1962 yılından bu yana süregelen bir düzenlemesi mevcuttu. Yeni düzenleme ile sözkonusu düzenleme kaldırılmakta ve Yeni Tüzük’ün Yönlendirici Rehberi kapsamında tanımlanan hususlara göre acentacılık faaliyetlerini yürütmek mümkün olabilecektir.

    Acentacılık sözleşmeleri, bir gerçek ya da tüzel kişinin bir başka gerçek ya da tüzel kişinin nam ve hesabına pazarlama, yararlanım, kullanım, alım ya da satım veya hizmet sunma işlemlerinde bulunması ve bunlarla ilgili sözleşmeler akdetmesi bağlamında ele alınmaktadır. Bu noktada bir sözleşmenin acentacılık sözleşmesi olabilmesi için bakılan bağlayıcı temel ilke acentanın yüklendiği ticari ve finansal risklerin durumudur. Şayet acenta bu riskleri taşımıyorsa bu durumda akdettiği sözleşme acentacılık sözleşmesidir. Ancak acentanın faaliyetleri sırasında sadece işletmeye ilişkin ticari riskler genel olarak muafiyet kapsamında kabul edilmemektedir. Diğer önemli bir husus da ticari ve finansal risklerin değerlendirilmesinde sözleşmelerin tek tek ele alınmasıdır. Acentacılık sözleşmelerinin risklere ilişkin bölümlerinde hukuksal çerçeveden çok ekonomik gerçeklerin değerlendirmeye alınması sözkonusudur. Bu noktada bakılan husus acentacılık faaliyetini gösterenin mal ya hizmetin sahibi olmamasıdır. Ayrıca da aşağıda vazedilen faaliyetler ve bunlara benzer faaliyetler ile iştigal etmemeleri gerekmektedir.

    Acenta sözleşmesi sahibinin, mal ve hizmetlerin teminindeki mal ve hizmet bedeline ve diğer giderlere katılmaması ya da bunları üstlenmemesi; reklam, promosyon giderlerine katılmaması; satış sonrası hizmetlerde bulunmaması; dağıtım ağı kurmaması, hatta mevcut bir dağıtım ağına yatırımda bulunmaması, dağıtım teşkilatının personel giderlerine katılmaması; üçüncü kişilere satılan mal ve hizmetlerin sorumluluğunu yüklenmemesi; satılan mal ve hizmet bedellerinin ödenmemesi durumunda aldığı peşinatlar haricinde bir sorumluluk yüklenmemesi ve sözleşme konusu malların stok bulundurma maliyetleri ve risklerine katlanmaması ancak satılmayan malların da iadesi sırasında iade giderlerine katılması gerekmektedir.

    Yukarıda verilen örnek faaliyetler kesin bir liste konumunda değildir. Acentacılık alanında gösterilen faaliyet çeşidine göre yasaklar listesi ekabet Otoriteleri tarafından ayrıca tek tek değerlendirmeye alınabilmektedir. İşte bu noktada sözleşmenin hukuksal çerçevesinden çok ekonomik ağırlığına ve kapsamına bakılması ilkesi bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

    Acentacılık sözleşmelerinde, anlaşılacağı üzere, temel ilke mal ve hizmeti tedarik edenin ticari ve finansal riskleri üzerinde tutuması ve acentanın da sadece bunların satışından bir komisyon alması üzerine kurulmuştur. Bu durumda da acentalık veren teşebbüsün risklerine karşı bazı haklarının da olması doğaldır. Diğer bir anlatım ile acentalık dağıtan teşebbüsün acentaların yeniden satış koşullarını belirlemesi mümkün olabilmektedir. Örneğin acentalık veren teşebbüsün, sözleşme konusu mal ve hizmetleri sınırlaması, acentaların faaliyet göstereceği bölgeleri belirlemesi, acentalara müşteri sınırlaması getirmesi ve yeniden satış fiyatını belirlemesi muafiyet kapsamındaki haklarıdır.

    Acentalık veren teşebbüsün perse rekabet ihlali kabul edilen ancak muhafiyetten yararlanan ticari kararları dışında, acentacılık sözleşmelerinde münhasırlığa ve rekabet etmeme haklarına ilişkin hükümler de bulunabilmektedir. Örneğin; acenta, acentalık veren teşebbüsden belirli bir ticari işlemi gerçekleştirmek, belirli hedef kitlelere yönelik düzenlenen işlemlerin haklarına sahip olmak veya belirli bir coğrafi bölge üzerine münhasır haklar talep edebilir ve bu hususlar acentacılık sözleşmesinde bulunabilir. Buna karşılık acentalık veren teşebbüs acentaya rakiplerinin yeniden satıcısı ya da acentası olmamak üzere rekabet yasağı getirebilmektedir.

    Yukarıda açıklanan münhasırlığa ve rekabet etmeme konularında özellikle dikkat edilmesi gereken bir husus vardır: Acentacılık anlaşmalarındaki bu iki konu, şayet pazarın rakipler arasında acentalar vasıtasıyla bölüşÃ¼müne yol açıyorsa, muhafiyet düşer ve Antlaşma’nın 81 (1) maddesi kapsamında bir ihlal olarak değerlendirilir. Ayrıca da yatayda iki rakip teşebbüsün birbirlerinin acentalığını üstlenmesi yasaktır.


    Gelecek sayıda devam edecek
    Â