Avrupa Birliği Telekomünikasyon Sektörü ve Öncü Stratejik İşbirlikleri
M. Fevzi TOKSOY
Stratejik işbirliği terimi rekabet hukukunda teşebbüsler arasında tam bir yoğunlaşma seviyesine ulaşmayan ancak sınırlı bir
işbirliği anlaşmasından öteye taahütler içeren kapsamlı düzenlemeler olarak tanımlanmaktadır.
Avrupa Birliği telekomünikasyon sektörü, yukarıdaki tanıma uyan stratejik işbirliklerinin en çok ortaya çıktığı sektörlerden
biri olarak dikkat çeker. Bu tip işbirliklerinin gelişim süreci ise çeşitli dönemler itibariyle yoğunluk kazanmıştır. Bu
dönemlerden ilki Komisyon'un telekomünikasyon sektörünü rekabete açma çabalarının başladığı 90'lı yılların başından 13 Mart
1996 tarihli Komisyon yönergesiyle[1] telekomünikasyon piyasasında tam rekabetin sağlanmasına yönelik olarak telekomünikasyon
altyapıları ve telefon hizmetleri tekellerine ilişkin tasviye kararının uygulamaya geçmesi için 1 Ocak 1998 tarihini
belirlenmesine kadar geçen süreyi kapsar. İkinci dönem olarak ise Ãœye Ãœlkelerin çoğu için liberalizasyon miladı olarak
tespit edilen 1 Ocak 1998 tarihinden günümüze kadar geçen süre belirleyicidir[2]. Her iki dönemde de stratejik işbirlikleri
-yoğunlaşmaların yanı sıra- sektörde faaliyet gösteren teşebbüsler tarafından ağırlıklı bir tercih olma özelliğini
korumuştur.
Avrupa Birliği telekomünikasyon sektörünün içerisinde bulunduğu liberalizasyon sürecinin rekabet hukuku açısından ne kadar
sağlıklı bir yapıya sahip olduğu tartışmalıdır. Komisyon'un liberalizasyona yönelik çabalarının nihai hedefi, elbette ki, daha
önce kamu karakterli tekeller konumundaki operatörlerin AB veya global bazda gerçekleştirdikleri yoğunlaşma işlemleri ve
stratejik işbirlikleri neticesinde kılık değiştirerek rekabete açık piyasaların kartelleri konumuna gelmeleri değildir. Hakim
durumdaki teşebbüslerin bu hakim durumlarının sadece tekelci hakların ellerinden alınmasıyla ortadan kaldırılamayacağı da bir o
kadar açıktır. Telekomünikasyon sektöründe pazara yeni girişlerin büyük çaplı yatırım ve Birlik düzenlemelerine uyum
gerektirmesi ise eski tekellerin karşısına yeni rakiplerin çıkmasını çok zorlaştırmakta. Bu durumda da, Komisyon'a kalan tek
görev, -AB menşeli firmalar arasında gerçekleştirilenler de dahil olmak üzere- uluslararası telekom devlerinin
gerçekleştirdikleri ve Birlik sınırları içerisinde etkisini gösteren yoğunlaşma işlemleri ve stratejik işbirliklerinin
bekçiliğini yapmaktır. Komisyon'un bu görevini nasıl yerine getirdiğini anlayabilmek için Komisyon'un özellikle 90'lı yılların
başında gerçekleşen ve sektörde öncü niteliği taşıyan teşebbüslerarası stratejik işbirliklerini rekabet hukuku açısından ne
şekilde değerlendirildiğini incelemekte fayda vardır.
Geçmiş işlemlerden yola çıkıldığında stratejik işbirliklerinin üç ana gruba ayrıldığı görülmekte. Bunlar, yatayda
gerçekleşen stratejik işbirlikleri, dikeyde gerçekleşen stratejik işbirlikleri ve konglomeral yapıdaki stratejik
işbirlikleridir.
Telekomünikasyon sektöründe faaliyet gösteren operatörlerin tarafı olduğu Stratejik yatay işbirlikleri gerek ana şirketlerin
kendi pazarlarındaki güçlü konumu, gerekse de finansal ve teknik imkanları sebebiyle çoğunlukla Antlaşma'nın 85 (1) maddesi
kapsamına girmektedir. Bu yargıyı güçlendiren bir diğer tespit de bu operatörlerin çoğunun işbirliğine konu pazara bireysel
olarak girebilecek imkanlara sahip olduklarının bilinmesidir. Bu durumda tarafların Komisyon tarafından en azından işlemin
değerlendirme safhasının başında işbirliğine yönelen potansiyel rakipler olarak görülmesi kaçınılmazdır.Â
Stratejik yatay işbirliklerini riskli kılan bir diğer faktör de pazara ortak giriş yapan ana firmaların bağımsız araştırma
geliştirme faaliyetlerinin ve üretim ve dağıtım hizmetlerinin kısıtlanma tehdididir. Komisyon böyle şÃ¼pheli durumlarda
alternatif sağlayıcıların tercihlerinin kısıtlanıp kısıtlanmadığını ve/veya alternatif hizmetlerin ortaya çıkışının yavaşlatılıp
yavaşlatılmadığını incelemektedir.
Şayet işbirlikleri yatay yerine -veya özellikle yataya ek olarak- dikey bir işlem içeriyorsa, işleme taraf teşebbüslerin
rakiplerinin faaliyetlerinin gelişmesi için kaçınılmaz olan sınırlı altyapıya, şebekelere ve/veya bağlı hizmetlere ulaşması
imkansızlaşacak ve rekabetin kısıtlanma riski daha da artacaktır. Bu tip işlemlerde Komisyon'un ilk amacı anılan kısıtlama
risklerini asgariye indirgeyecek tedbirler almaktır.
Konglomeral yapıdaki stratejik işbirlikleri iki şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan ilki, daha önce telekomünikasyon
pazarında hiçbir faaliyeti bulunmayan ve fakat yarattıkları sinerjiyle pazara girişte büyük avantajlar elde edebilecek
konumdaki teşebbüsler arasındaki anlaşmalar yoluyla ortaya çıkmaktadır. Bu tip teşebbüsler özellikle elektrik/elektronik,
bankacılık ve internet sektöründe faaliyet gösteren teşebbüslerdir. Konglomeral yapıdaki stratejik işbirliklerinin ortaya
çıktığı ikinci durum ise yine yukarıda tanımlanan karakterli şirketler ile bir (veya birden fazla) telekom operatörünün tarafı
olduğu anlaşmalar sonucunda ortaya çıkmaktadır. Konglomeral işbirlikleri, her bir ana firmanın kendi alanınaki uzmanlığı
neticesinde çok güçlü ve başarılı olmaktadır. Bu işbirliklerinin Antlaşma'nın 85(1) madde kapsamında rekabeti bozucu veya
engelleyici kabul edilmemeleri için, öncelikle kurucu şirketlerin, işbirliğine konu pazarda mevcut veya potansiyel rakip
konumunda olmamaları gerekmektedir. Bununla birlikte, bu tip işbirliklerinin menfi tespit alabilmeleri, taraf teşebbüslerin -her
ne kadar telekomünikasyon sektöründe olmasa da- kendi sektörlerinde hakim durumda olmaları ve bu sektörlerin de
telekomünikasyon faaliyetlerine doğru bütünleşici bir süreç içerisinde olmaları durumunda zorlaşmaktadır.Â
Aşağıda, stratejik işbirliklerine ilişkin olarak öncü kabul edilebilecek vakalardan örnekler verilmektedir. Bu vakalar
telekomünikasyon sektöründe yatayda gerçekleşen stratejik işbirlikleri, dikeyde gerçekleşen stratejik işbirlikleri ve
konglomeral yapıdaki stratejik işbirliklerine yönelik olarak Komisyon'un genel yaklaşımını belirlemiş olduğu en önemli
vakalardır.Â
Komisyon, telekomünikasyon pazarının rekabete açıldığı günümüzdeki dönemlerde gerçekleşen ve sayısal devrimle birlikte
artık TV yayıncılığı, internet hizmetleri, mültimedya ve iletişim sektörlerinin bir bütün olarak konu olduğu stratejik
işbirliklerinde bile halen bu örnek vakalarda belirlemiş olduğu temel prensiplerden hareket etmektedir. Bunun, Komisyon'un ileri
görüşlülüğünün mü yoksa ileri teknolojilerin rekabet kurallarının çok önünde gittiğinin mi göstergesi olduğu ise
tartışmaya değer bir diğer konudur.
BT-MCI[3] Vakası
Komisyon'un telekomünikasyon sektöründe denetlediği ilk büyük çaplı stratejik işbirliği anlaşması British Telekomunications
ile MCI arasındaki girişimdi. İlk önce birleşme işlemi olarak Komisyon'a sunulan işbirliği, daha sonra 17/62 Sayılı Tüzük[4]
kapsamında menfi tespit bildirimi ve/veya muafiyet (ortak girişim) başvurusuna dönüştürüldü. Girişimin iki temel işlemi
şunlardı:Â
i) BT, MCI şirketinin 4.3 milyar dolar değerindeki % 20 hissesini satın alacaktı. Böylelikle, BT MCI içindeki en büyük
paya sahip hissedar konumuna geçecek ve yatırımcı haklarına sahip olacaktı. Ancak sözleşmeye BT'nin MCI üzerinde denetim ya da
etki sağlamasını önlemek üzere birçok madde konulmuştu.Â
ii) Concert adında bir ortak girişim şirketi kurulması. Çokuluslu ya da geniş bölgelere hizmet veren firmalara nitelikli
ve küresel telekomünikasyon hizmetleri sunmak. Taraflar tek taraflı uluslararası şebekelerini ve olanaklarını, BT ise ayrıca
dışarıya hizmetlerini yapan Syncordia yan firmasını Concert'e dahil etmeyi yüklendiler.Â
Ayrıca taraflar Concert girişimi çerçevesinde telekomünikasyon sektöründe faaliyet gösteren holdinglerinin faaliyetlerini
rasyonelleştirme kararı aldılar, bu bağlamda MCI, BT'nin Kuzey Amerika'daki birçok işini devraldı.Â
i) Menfi tespitÂ
MCI şirketinin % 20 hissesinin BT tarafından satın alınması Komisyon'un kararında rekabet kuralları çerçevesinde bir menfi
tespit işlemi olarak değerlendirildi. Bu değerlendirmede özellikle işlemin gerçekleştirilmesinde izlenen yol ve pazar
özellikleri etkili oldu. Sonuç olarak, tarafların eylemlerinin uyumlu ya da etki altında olmayacağına karar verildi.Â
Telekomünikasyon sektörünün mevcut gelişimi gözönüne alınarak, iki işlemin Amerika'yı (Kuzey ve Güney) ilgililendiren
kısmı da menfi tespit başvurusu olarak değerlendirildi ve Avrupa Ekonomik Alanında dikkate değer bir etki yaratmayacağına
hükmedildi.Â
Aynı sonuç, iki taraf arasında yapılan anlaşmalarda da (BT ve MCI'nin tüm faaliyetlerinin Concert tarafından devralınması ve
yönetilmesi, MCI ve BT'nin Concert tarafından sağlanacak hizmetlerin münhasır dağıtıcıları olduğuna dair anlaşmalar)
öngörülen şartların sözkonusu Concert oluşumunun hayata geçmesine ve mükemmel bir biçimde işlemesine yardımcı
olacaktır.Â
ii ) AT Antlaşmasının 85(3) maddesinden ve EEA Antlaşmasının 53(3) Maddesinden Muafiyet:Â
BT'nin ve MCI'nin gelecekte de yalnız telekomünikasyon pazarında değil küresel telekomünikasyon hizmetleri pazarı segmentinde
de Concert tarafından sağlanacak olan hizmetlerle rakip konumda olacaklarından dolayı Concert oluşumu Topluluk Antlaşmasının
85(1). maddesi ve EEA Antlaşmasının 51(1) maddesi gereğince inceleme altına alındı.Â
Ancak, Concert girişimi gereken tüm koşulları yerine getirerek, 15 Kasım 2000 tarihi itibariyle bireysel muafiyet elde etmiştir.
Concert BT ve MCI şirketlerinin mevcut teknolojileriyle ayrı ayrı sağlayabilecekleri hizmetlerden daha hızlı, daha ucuz ve daha
gelişmiş hizmetleri küresel boyuta tüketiciye sunabilecektir. Concert oluşumuyla her iki taraf da çokuluslu şirketlerin ve
diğer önemli uluslararası kullanıcıların gerektirdiği nitelikler ölçüsünde söz konusu hizmetleri maliyet ve risklerini
azaltarak sunabileceklerdir.Â
Bu hizmetlerin geliştirilmesi ve altyapının oluşturulması Concert'in yükümlülükleri altındadır; bu hizmetlerin tam anlamıyla
pazara sunumu beş yıl içinde gerçekleştirilecektir. Buna ilaveten söz konusu hizmetler uçtan-uça (end to end) iletilecektir,
bu da uyumsuz ulusal şebekeleri birbirine bağlayan mevcut uluslararası hizmetlerin karşısında çok önemli bir avantaj
sağlayacaktır.Â
Sözleşmenin iki maddesinin (BT'nin Avrupa Ekonomik Alanı (EEA) içinde Concert'in münhasır dağıtıcısı olduğunu belirten madde
ile MCI'ın EEA içinde Concert'in hitabettiği pazarlar dışında kalan kimi telekomünikasyon pazarlarına girişini yasaklayan madde)
yabancı bir şirketin EEA pazarına girişinin kısıtlanmasından dolayı 85(1) Madde kapsamına ve aynı zamanda EEA Antlaşmasının 53(1)
Maddesi kapsamına girdiğine karar verildi. Her ne kadar BT ve MCI bu maddeleri haklı çıkarmak için birtakım gerekçeler öne
sürdüyse de Komisyon muafiyetin (ilk planda 16 Kasım 2000'e, kararın yürürlüğe girdiği tarihden itibaren de 5 yıl için)
aşağıdaki şartların yerine getirilmesine bağlı olduğunu bildirdi:Â
-BT'nin EEA içerisinde münhasır dağıtıcı hakkını almasına karşın, EEA içerisindeki bir kullanıcının Amerika'da belirgin bir
mevcudiyeti olmasa dahi Concert'in sunduğu hizmetleri BT yerine MCI üzerinden alabilmeli,Â
-Tarafların MCI'ın EEA pazarındaki konumu hakkındaki maddenin 5 yıl ile sınırlanmasını kabul etmesi.Â
BT-MCI vakası benzer vakalarda ileride uygulanacak rekabet kurallarına emsal teşkil etmektedir: Komisyon Concert girişimini ana
firmalar arasındaki rekabetin kısıtlanmasına yol açtığını ancak mevcut telekomünikasyon operatörleri arasındaki ilişkiler
çerçevesindeki küresel hizmetlerin sunumunda, mevcut şebeke ve hizmetlerde yaşanan aksaklıkların üstesinden gelinmesi için
kaçınılmaz olduğunu belirttti. Kısıtlamaların en alt seviyede tutulması vakada önemli bir etken olarak göze çarpıyor. Komisyon
kararında BT'nin kendi pazarındaki altyapı rekabetinin, kısıtlamaların sözkonusu olduğu pazardaki etkisini azaltmasına özellikle
önem vermiştir.
International Private Satellite Partners (Uluslararası Özel Uydu Ortaklığı) IPSP - ORION[5] Vakası
IPSP, 17. Tüzük kapsamında işbirliğine yönelik bir ortak girişim olarak kabul edildi.
ISPN ABD kanunlarına göre limited şirket olarak kuruldu. Hedefi öncelikle iş dünyasına yönelik uluslararası telekomünikasyon
hizmetleri sağlamak (kendi uydu sistemi ve bağlı altyapının kullanımıyla Kuzey Amerika ve Avrupa bölgelerinde şirket-içi
şebekelerin kurulması, toplu veri transferi, veri toplama ve transferi, faks ve elektronik belge dağıtımı ve şebeke sistemleri
kurulması) ve ISPN ve ortakları tarafından kullanılmayan uydu üzerinden iletim kapasitesini diğer kullanıcılara sağlamaktı.
Ana ortak konumundaki OrionSat teşebbüsü, sözleşmenin bir parçası olarak IPSP'nin yönetimi ve denetimi konusunda münhasır
sorumluluk yüklenmişti ve ortakları tarafından kimi sınırlı gözden geçirme ve onaylama haklarına tabii olmak suretiyle IPSP'nin
sunduğu hizmetlerin geliştirilmesi yönetilmesi, pazarlanması ve tanıtımı alanlarında geniş yetkiye sahipti. Bu bağlamda IPSP
hizmetlerin pazarlanması ve dağıtımını kendisi tarafından yerel temsilci ve dağıtıcılar olarak belirlenen pazarlama ve yönetim
şirketleri aracılığıyla yapacaktı. İtalya ve sözleşmede Doğu Avrupa olarak geçen bir grup ülke için münhasır dağıtıcı
statüsü bulunan STET şirketi dışında yukarıda bahsedilen temsilci ve dağıtıcılar münhasır değildi.
Komisyon kararında IPSP'nin hitap ettiği iki ilgili pazarda tarafların mevcut veya muhtemel rakipler olarak
değerlendirilemeyeceğini beyan etmiştir. Şirketin çoğu uzay teknolojileri sanayinde faaliyet gösteren ortaklarından hiçbiri
ilgili ülkelere hizmet götürmek için gerekli izin ve lisansları elde edecek konumda bulunmamaktaydı ve ancak böyle bir
girişimle oluşturulan işbirliği sayesinde iki uydunun finansmanı, yapımı, fırlatılması ve yönetimi gerçekleştirilebiliyordu.
Buna ek olarak, IPSP'nin ortaklarından birçoğunun rekabet yaratıcı bir biçimde diğer şirketlere iletişim hizmetleri sağlayacak
deneyimi (bazıları kendi iç şebekelerini yönetmek suretiyle birtakım deneyimler kazanmış olsalar dahi) yoktu.
Son olarak, IPSP'nin ortaklarından hiçbirisi sözkonusu iki pazarda yatırım yapacak ve bu yatırımın ağır risklerini kaldıracak
konumda değildi. Pazara girişteki çok yüksek engeller, mevcut telekomünikasyon operatörlerinin tüm telekomünikasyon
pazarındaki önemli pazar güçleri ve Uluslararası Uydu Örgütü'nün uydu aktarım pazarındaki önemli gücü, gelişmiş
teknolojilerin gerekliliği, uzay operasyonlarının her zaman içerdiği ciddi başarısızlık riski ve çok geniş bir alanı kapsaması,
yüksek maliyet ve müşterilerin pazarlık gücü (özellikle büyük çokuluslu şirketlerin), bu girişimi çok riskli kılıyordu.
Bütün bu faktörler ışığında tarafların tek başlarına telekomünikasyon pazarına girmelerini beklemek ekonomik açıdan
gerçekçi değildir.
Sonuç olarak, gelişen telekomünikasyon pazarına giren ilk özel şirketlerden biri olarak IPSP'nin kuruluş işleminin Topluluğu
kuran Antlaşmanın 85(1) Maddesi ve EEA Antlaşmasının 53(1) Maddesi kapsamı dışında kaldığı ve rekabetin önlenmesi, kısıtlanması
ya da bozulması amaç ya da etkisini taşımadığı kabul edilmiştir. Aynı değerlendirme IPSP ile doğrudan bağlantılı ve gerekli kimi
sözleşme maddeleri (Ana ortak için getirilen rekabet etmeme yükümlülüğü ve IPSP tarafından yapılan sözleşmelerde taraflara
verilecek öncelikler dahil) için de kabul görmüştür ve IPSP'nin kuruluşu ve işletilmesi için öngörülenleri
aşmamaktadır.
Ancak, sözleşmedeki STET'in İtalya ve Avusturya'da münhasır dağıtıcı statüsünü alması ile ilgili maddeler rekabeti
kısıtlayıcı olarak nitelendirilmiştir. IPSP Orion vakasının 85(1) kapsamında temize çıkması (85(3) madde kapsamında muafiyet
almadan) Komisyon'un pazardaki rekabeti arttırıcı ve rekabet yaratıcı yeni ortak girişimlere olumlu yaklaşımının bir örneğidir.
Birleşme ve Devralma Tüzüğü çerçevesindeki birçok benzer ortak girişim vakası da aynı bakış açısı içerisinde
değerlendirilmiştir.
MSG Media Services Gmbh - MSG[6] Vakası
MSG yoğunlaşma amaçlı bir ortak girişim olarak Birleşme ve Devralma Tüzüğü kapsamında değerlendirildi.
Vaka'nın tarafları Alman firmaları Bertelsmann AG, Deutsche Bundespost Telecom ve Taurus Beteilgungs Gmbh'dır (Taurus, bir Kirch
grubu kuruluşudur). Bu şirketler MSG adında, her ortağın 1/3 hisseye ve oy hakkına sahip olduğu bir ortak girişim şirketi kurmaya
karar verdiler. MSG'nin kuruluş amacı ücretli televizyon ve diğer telekomünikasyon hizmetlerinde teknik, ticari ve idari
işbirliği sağlamaktı. Almanya'da ilgili pazarda verilen hizmetlerin karşılığı tüketiciler tarafından üyelik aidatı ya da ücret
şeklinde ödenmekteydi.
Vakanın en ilginç tarafı bir Ãœye Ãœlkede telefon şebekelerinde tekel olan ve kablolu televizyon şebekelerinin hemen hemen
tamamını elinde tutan bir kamu telekomünikasyon operatörünün gelecekteki faaliyetlerini önde gelen ücretli televizyon
sağlayıcılarıyla bir ortak girişimde birleştirmek istemesiydi.
Ortak girişim ücretli televizyon sektöründe önde gelebilecek şirketler tarafından oluşturulmalıydı. Bertelsmann ve Kirch
görsel-işitsel sektörde etkin ve o dönemde Canal+ ile birlikte Almanya'daki tek ücretli kanal olan Premiere kanalına
sahiptiler. Kirch en önemli film ve televizyon programları sağlayıcısı olarak ücretli televizyon pazarında elinde bulundurduğu
hakim durumu korumak isteyebilirdi. Kirch'in bu konumu program çeşitliliğini teknik olanaklarıyla artıracak olan sayısal
televizyonun devreye girmesi durumunda da sürebilecekti. Son olarak, Alman Telekom'u (Deutsche Telekom) kablolu yayın
altyapısında resmi tekele sahipti ve bir süre önce Avrupa'nın en önemli uydu operatörü olan SES-ASTRA'dan hisse satın
almıştı.
Komisyon rakip firmaların MSG'nin pazarına girmeye yanaşacağını muhtemel bulmadı. Bunun da ötesinde, sürekli bir hakim durum
yaratılabileceği ihtimalini göz önünde bulundurdu. MSG'nin hizmet sağlayıcısı olarak tekel özelliklerinin ana firmaların
ücretli televizyon pazarında rakiplerini denetlemesine yol açabileceği belirtildi. Komisyon'un kararında bu kalıcı hakim durumun
oluşması noktası özellikle vurgulandı. Nitekim işlemin ilk haliyle gerçekleşmesi durumunda Bertelsmann ve Kirch Almanya
pazarında hakim duruma geçeceklerdi. Bunun yanında Alman Telekomu'nun hakim durumu korunacak ve güçlenecekti. Komisyon kablo
altyapılarının özelleştirilmesinin etkilerinin MSG'nin oluşumuyla azalacağını belirtti. Komisyon bu değerlendirmelerin ışığında
ortak girişimin Ortak Pazar'la bağdaşmadığına karar verdi.
MSG vakası kablolu televizyon pazarının gelişmesi dönemine rastladı ve medya alanında doğrudan çok ortamlı medya (multi-medya)
ve yukarıda bahsedilen uyum sorunuyla bağlantılı yeni nesil davaların öncüsü durumuna geçti. Komisyon da yeniden yapılanmaya
müsamaha gösterse de pazarların henüz gelişmeye başlamadan rakiplere kapatılmasına göz yummayacağını kararlılıkla belirtti.
Kararda girşimin pazarda yaratacağı etki ve pazarın gelecekteki gelişimine etkisi hayati önem taşıyordu. Vaka aynı zamanda yeni
medya vakalarının (medya pazarındaki dönüşÃ¼mün bir özelliği) klasik ulusal hukukun medyayı kontrol altında tutmak ve
çoğulculuğu sağlamak yönündeki eğiliminden kaçınmak istediklerini ortaya koyuyor. Bunun yanında Komisyon bu vakayla Topluluk
rekabet politikasına Avrupa çapında bir mekanizma olarak merkezi bir rol veriyor.
Nordic Satelllite Distribution (NSD) Vakası
NSD girişimi de yoğunlaşma amaçlı bir ortak girişim olarak değerlendirildi.
Komisyon beş ay süren bir soruşturmadan sonra Haziran 1995'de NSD ortak girişimini yasakladı. NSD uydu televizyonu programlarını
kablolu televizyon operatörlerine ve evlerinde uydu alıcısı bulunan son kullanıcılara iletmek üzere kurulmuştu. Ancak Komisyon
bu ortak girişimin ana şirketlerin[7] ücretli kanallara ve diğer şifreli kanallara yönelik televizyon programları dağıtımında
tam entegre bir yoğunlaşma içerisine girebileceğine karar verdi.
NSD'nin tarafları İskandinav ülkelerinde televizyon yayıncılığı yapan ve medya sektöründe önemli yerleri olan şirketlerdir.
Norsk Telekom Norveç'teki en önemli kablolu yayın operatörüdür. Firma, ev bağlantılarının % 30'unu elinde bulunduruyor ve
Kuzey ülkelerinde işleyen iki uydu pozisyonundan birini kontrol ediyor. Norsk Telekom ayrıca Telenor CTV kanalı ile ülkenin
önemli ücretli televizyon dağıtıcılarından biri durumundadır.
Tele Danmark, ev bağlantılarının % 50'sine sahip olarak Danimarka'daki en büyük kablolu televizyon dağıtıcısı konumundadır. Bu
kuruluş 1998 yılında gerçekleşen telekomünikasyon sektörünün liberalleştirilmesine kadar kablolu televizyon işlemlerinde
ayrıcalıklara sahipti. Ayrıca Tele Danmark, Kinnevik ile birlikte Kuzey ülkelerinde işleyen diğer uydu pozisyonlarının
çoğunluğunu kontrol ediyor.
Kinnevik teşebbüsü ise televizyon programları, süreli yayınlar, gazeteler, çelik, kağıt, paketleme, telekomünikasyon gibi
birçok alanda faaliyet gösteren bir şirketler topluluğudur. Kinnevik Kuzey ülkelerindeki en önemli TV programları dağıtıcısı
konumundadır; ve ayrıca en çok izlenen kanallara da sahiptir. Şirket, Viasat ile Kuzey ülkelerindeki en önemli ücretli
televizyon dağıtıcısı konumunda ve Kabelvision şirketinde önemli paya sahip, ayrıca İsveç'teki ikinci büyük kablolu TV şirketi
ve son olarak İsveç'in reklam gelirlerine dayalı en büyük TV kanalı olan TV4'ün sahibidir.
Komisyon NSD'nin kurulmasının üç pazarda hakim durum yaratılmasına veya mevcut hakim durumun güçlendirilmesine yol açacağına
karar verdi:
- Kuzey ülkelerindeki (Danimarka, İsveç, Norveç, Finlandiya) uydu televizyonu aktarıcı kapasitesi sunumu pazarında NSD kendi
başına tekel konumuna geçecek,
- Danimarka'daki kablolu TV şebekesi işlemleri pazarında TD'nin hakim konumunu güçlendirecek ve
- uydu üzerinden yayın yapan ücretli televizyon yayınları ve diğer uydudan-eve özellikli şifreli TV kanalları pazarında NSD
hakim duruma geçebilecekti.
İşlem dikey entegrasyon sağlayan bir işlemdir dolayısıyla hem alt seviyedeki pazarlar (kablolu televizyon ve ücretli televizyon)
hem de üst seviyedeki pazarlar karşılıklı olarak birbirlerini güçlendirici etki doğurmaktadır. Taraflar Kuzey ülkeleri uydu
televizyonu pazarını rakiplere kapatacak derecede güçlü konuma geçeceklerdi. NSD özellikle Kuzey ülkeleri uydu yayınları
pazarında bezirganbaşı (gatekeeper) konumu kazanacaktı.
NSD vakası bir çok açıdan önem taşımaktaydı. Etkilenen pazarlar halihazırda bir değişim süreci yaşıyorlar, telekomünikasyon
pazarı özelleştiriliyor ve yeni teknoloji ve hizmetler pazara girmek üzere hızla gelişiyor. Bu durumda Komisyon'un kararı
pazarın gelecekteki yapısının belirlendiği döneme rastladığı için özel bir önem taşıyor.
NSD kararı büyük ölçüde MSG kararında izlenen tutumun devamı niteliğinde. Ancak Komisyon yine de ortak girişimlerin,
özellikle de uluslararası ortak girişimlerin medya ve telekomünikasyon sektörlerinin gelişmesinde olumlu bir rol
oynayabileceğini belirtti. Komisyon'un politikası ise yeni gelişmeleri dikkate almak ve bu bağlamda NSD'nin ortaklarından gelecek
yeni tekliflere açık kapı bırakıyor.
Â