• Rekabet Hukuku / Rekabet Bülteni

  • Sayı : 12 / Yıl : 2004

  • Otomotiv Sektörü Örneğinin Işığında Ülkemizde Rekabet Politikasının Yatırım Ortamının İyileştirilmesindeki Rolü

  • Otomotiv Sektörü Örneğinin Işığında Ãœlkemizde Rekabet Politikasının Yatırım Ortamının İyileştirilmesindeki Rolü
    NİSA ÃœNAY



    Dünyada Rekabet Hukukunun tarihçesinin, yüzyılı aşkın bir süreye dayanmasına karşılık, Türkiye'de rekabet hukukukunun geçmişi oldukça kısadır.
    1970'li yıllardan bu yana, rekabetin korunması alanında çeşitli kanun tasarıları hazırlanmış olmakla beraber, bu tasarılardan hiçbiri kanunlaşamamıştır.
    Ãœlkemizde Rekabet Kanununun ve Rekabet Kurumu'nun oluşturulma sürecinin başlatılması, 1980 yılların başlarında yapılan ithal ikamesi ekonomisi modelinden ayrılıp açık ekonomi modeline geçilmesi yönündeki ekonomik tercihin yanısıra hem anayasal bir zorunluluk hem de Türkiye ile AET arasında imzalanan ve ortaklık ilişkisini başlatan 1963 tarihli Ankara Anlaşmasından doğan bir yükümlülüktür.
    Bilindiği gibi, Anayasamızın 167'nci maddesi; Devlete para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alma, piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önleme görev ve sorumluluğunu yüklemektedir.
    Ankara Anlaşmasının 16'ncı maddesine göre ise, akit taraflar, diğer bazı konuların yanısıra Anlaşmanın rekabet ile ilgili bölümünde yer alan ilkelerin, ortaklık ilişkisinde uygulanması gerektiğini kabul etmişlerdir.
    1 Ocak 1996 tarihinden itibaren Türkiye ile AB arasında bir gümrük birliği oluşturan 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı (Gümrük Birliği Kararı)'yla da Türkiye, gümrük birliğiyle amaçlanan ekonomik bütünleşmeyi gerçekleştirmek amacıyla, rekabet kurallarıyla ilgili mevzuatını AB mevzuatıyla uyumlaştırmayı taahhüt etmiştir.
    Bu kapsamda, Türkiye'nin Gümrük Birliği Kararının 39'uncu maddesinde öngörüldüğü gibi, AB rekabet mevzuatını esas olan bir rekabet kanununa ve bu kanunu uygulayacak bir kuruma sahip olması gereği doğmuştur.
    Yukarıda zikredilen taahhüdün yerine getirilmesi amacıyla, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun kabul edilerek 13 Aralık 1994'de yürürlüğe konulmuştur. Kanunu uygulamakla görevli Rekabet Kurulu ve Rekabet Kurumu da, 1997 yılında oluşturularak faaliyete geçmiş bulunmaktadır.
    4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunun amacı; mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma, karar ve uygulamaları ve piyasaya hakim olan teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını sağlamaktır.
    Rekabet Kurulu, ikincil mevzuat olarak kanunun uygulanmasına yönelik tebliğleri Avrupa Birliği düzenlemelerini esas alarak hazırlayıp yayımlamıştır. Rekabet Kurumu, geçtiğimiz yıllar müddetince de kurumsallaşma sürecini hızla tamamlayarak, çağdaş dünyadaki benzer kurumlar arasındaki yerini almıştır.
    Türkiye, hem AB'ye üyeliğinin bir gereği olarak hem de Türkiye'nin AB ile olan ilişkisi dünya ekonomisi ile entegrasyonunun önemli bir aracı olduğu için rekabet hukuku bakımından esas itibariyle AB modelini benimsemiştir.
    Kuruluşundan bugüne kadar geçen süre içerisinde Rekabet Kurumu, AB rekabet mevzuatındaki değişiklikleri ve uygulamaları yakından izleyerek, rekabet politikası bakımından AB ile uyumun önemli ölçüde gerçekleştirilmesini sağlamıştır.
    Nitekim gerek OECD raporlarında gerekse Avrupa Birliğinin Türkiye'ye ilişkin ilerleme raporlarında, ülkemizde rekabet politikası alanında sağlanan gelişmelerden övgüyle söz edilmektedir.
    Rekabet Kurumu, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği sürecinde tayin edici bir fonksiyonu üstlenmiş bulunmaktadır. AB'nin 1960'ların sonunda Gümrük Birliğine, 1990'ların başında Tek Pazara (İç Pazara) ulaşmasında ve günümüzde de Parasal Birliği gerçekleştiriyor olmasında ortak rekabet politikasının tartışılmaz bir rolü vardır.
    Türkiye'nin AB ile aynı rekabet kurallarını benimsemesi ve uygulaması bir anlamda , AB ile ekonomik alanda aynı kulvara girmesi olarak anlaşılmalıdır. Bir başka deyişle, AB ile ortak rekabet politikası, ekonomik entegrasyonun hukuki temelini oluşturacaktır.
    Kasım 2003'de yayımlanan İlerleme Raporunda, Türkiye'nin, AB mevzuatında son yıllarda gerçekleştirilen reform niteliğindeki değişikliklere paralel ikincil mevzuatı başarıyla yürürlüğe koymasından ve Kurumun icra ve yaptırım gücünü artıran mevzuat değişikliğinden övgüyle söz edilmektedir.
    İlerleme Raporunda, yukarıdaki olumlu gelişmelerin yanısıra, daha önceki yıllardaki raporlara benzer biçimde, rekabet politikası alanında hala gerçekleştirilememiş bulunan iki husustan söz edilmektedir: Bunlardan birincisi, devlet yardımlarının denetimine ilişkin bir mevzuatın kabülü ve bir devlet yardımlarını izleme otoritesinin kurulması konusunda herhangi bir ilerleme kaydedilememiş olmasıdır.
    Bu durum, rekabet kurallarının AB tarafı ile Türk tarafı arasında karşılıklı olarak uygulanmasına ilişkin Ortaklık Konseyi Kararlarının kabülünü geciktiren en önemli faktördür.
    Ayrıca, İlerleme Raporuna göre bu durum kamu kaynaklarının tahsisi yoluyla piyasalarda potansiyel rekabet ihlalleriyle sonuçlanmaktadır.
    Yine Rapora göre, AB standartlarına dayalı olarak devlet yardımlarının rapor edilmemesi, devlet ile teşebbüsler arasındaki mali işlemlerin şeffaflığını azaltmaktadır.
    İlerleme Raporunda eleştiri getirilen ikinci husus ise, ülkemizde rekabet kurallarının kamu teşebbüsleri, devlet tekelleri ve inhisari/özel haklara sahip teşebbüslere ilişkin olarak halen etkili şekilde uygulanamamasıdır.
    Sonuç olarak İlerleme Raporunda, antitröst kuralları alanında AB müktesabatıyla ve Gümrük Birliğini oluşturan Ortaklık Konseyi Kararından kaynaklanan yükümlülüklerle sağlanan uyumun yüksekliği kabul edilmektedir.
    Bununla birlikte, İlerleme Raporuna göre, grup muafiyetleri, devlet tekelleri ile özel ve inhisari haklara sahip şirketler konularında uyumlaştırmaya ilişkin daha fazla çaba sarfedilmesi gerekmektedir.
    Yine Rapora göre, Türkiye acilen devlet yardımlarını izleme konusunda bir mevzuat kabul etmeli ve bir devlet yardımlarını izleme otoritesi kurmalıdır.
    Günümüzde, ülkelerin çok büyük kısmı ekonomik kaynakların dağılımını büyük ölçüde piyasa mekanizması aracılığı ile yapmaktadır. Serbest piyasa ekonomisinin işlerliği ise, sağlıklı bir rekabet ortamının varlığına bağlıdır.
    Ekonomik anlamda rekabetten beklenen, kaynak dağılımında ve üretimde etkinliğin artırılarak toplumun refah seviyesinin yükseltilmesidir. Rekabetçi piyasalarda, teşebbbüsler daha kaliteli ve daha düşÃ¼k fiyatlarla mal ve hizmet sunma yarışına girerler.
    Devletin ekonomik yaşamın çerçevesini çizmek üzere vaz ettiği kurallar bütünü olan Ekonomi Mevzuatının unsurları arasında dış ticareti, kamu ihalelerini ve devlet yardımlarını düzenleyen kuralların yanısıra rekabet kuralları da yer almaktadır.
    Etkin bir rekabet hukuku ve politikası, yatırım artışı için gereken ekonomik güven ortamının tesisinde özellikle de yabancı sermaye ve yatırımcılar açısından son derece belirleyici olmaktadır. Zira, yerli-yabancı ve kamusal-özel ayrımı gözetmeksizin piyasalarda faaliyet gösteren tüm teşebbüslere eşit ve adil uygulanan bir rekabet mevzuatının varlığı, yabancı sermayenin bir ülkeye girmek için aradığı koşulların başında gelmektedir.
    Gerçekten de, rekabet kuralları, piyasada faaliyet gösteren tüm aktörlere adil ve eşit bir şekilde uygulanmıyorsa rekabetçi piyasa yapısını oluşturmak mümkün olamaz. Zira, kurallardan istisna tutulan teşebbüslerin varlığı piyasanın rekabetçi yapısının oluşumunu engelleyebilir. Örneğin, devlet ekonomik alanı düzenlerken veya kamu teşebbüslerinin faaliyetleri aracılığıyla rekabet kurallarını ihlal ederse, bu kuralların özel sektör firmaları açısından da inandırıcılığı azalacaktır.
    Sekizinci Beş Yıllık (2001-2005) Planda, piyasaların rekabet yapısını belirleyen en önemli unsurlardan birinin rekabet mevzuatı olduğu vurgulanmış, ayrıca toplumda rekabet kültürünün yerleşmesinin gereği ve piyasaların işleyişini etkileyen diğer unsurlarda yapılacak idari ve yasal düzenlemelerde rekabet politikalarının gözetilmesi de ilke olarak benimsenmiştir.
    Planda da altı çizildiği gibi, Türkiye'nin içinde bulunduğu merkezinde serbest rekabet olan yapısal dönüşÃ¼m süreci de dikkate alınarak, rekabet mevzuatımızın, bir çok sektörün yeniden yapılanmasına rekabetçi perspektiften katkı yapmasını temin edebilmek için, tüm kamu kuruluşlarının piyasa yapılarını etkileyen her türlü tasarruflarında, Rekabet Kurumunun görüş ve önerilerini almalarının sağlanması önem arz etmektedir.
    Türkiye'de Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)'nın dağılımına baktığımızda, hizmetler sektörünün, ekonominin yaklaşık yüzde 60'ına tekabül ettiğini görmekteyiz.
    Bilindiği gibi, Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği her ne kadar yalnızca mal ticaretiyle ilgili ise de, bundan sonrası için hedeflenen hizmetler sektörünün de Gümrük Birliğinin kapsamına dahil edilmesidir.
    Telekomünikasyon, ulaştırma ve enerji gibi sektörleri içeren hizmetler sektörünün Gümrük Birliğine dahil edilmesiyle birlikte Türkiye'nin Gümrük Birliğinden kaynaklanan yükümlülüklerinin kapsamı son derece genişleyecektir.
    Gümrük Birliğinin kapsamına hizmetler girdiği andan itibaren AB ve Türkiye tarafı, hizmetler sektöründe verilecek yatırım teşviklerinin bir denetime bağlanmasını daha fazla talep eder hale gelecektir. Zira, ne GATS (Dünya Ticaret Örgütü Hizmet Ticareti Genel Anlaşması ) ne de diğer uluslararası örgütler nezdinde devlet yardımlarının hizmetler sektörüne uygulanması hakkında yeknesak düzenleme ve uygulamalar henüz oluşmamıştır.
    Avrupa Birliği'nde rekabet politikası iş kültürünün ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Firmalar yeni bir yatırıma karar verirken, rekabet kurallarını dikkate almaktadır. Ãœlkemizde rekabet mevzuatı ve uygulamasının kısa mazisinin ise bu kültürün yaratılması açısından yeterli olduğunu söylemek henüz mümkün değildir.
    Yeni ekonominin adeta ayrılmaz simgesini oluşturan bilgi teknolojileri, telekominikasyon, enerji, ulaştırma gibi sektörlerde görülen şebeke ekonomilerinde, bu piyasaların yapısından kaynaklanan piyasa yoğunluğu, bu tip piyasaların tekelleşmeye yatkın olmalarına yol açmaktadır. İşte rekabet politikası, ister istemez tekelleşme yönünde gelişen bu piyasa yapıları içerisinde bir yandan aktör çoğulculuğunun korunması diğer yandan da pazara girişin engellenmemesini sağlamaya çalışmak durumundadır.
    Aslında, arzın talebin gerisinde kaldığı bir ekonomide rekabet söz konusu olamaz. Nitekim, ülkemizde ithal ikamesi politikasının hüküm sürdüğü 1980'e kadar olan dönemde, örneğin yabancı otomobil ithaline izin verilmeyen otomotiv sektöründe üretilen otomobil sayısının otomobil talebinden çok az olması nedeniyle rekabetin olmaması, otomobil fiyatlarının otomobil kalitesinin çok üzerinde seyretmesine yol açmıştır. Bu nedenle, bu gibi olumsuz durumlara meydan vermemek için, yatırım ortamı uygun mevzuatlarla geliştirilerek, arz yaratıcı yatırımlar artırılmaya çalışılmalıdır.
    1993 yılında AB'nin Kopenhag Zirvesinde belirlenen AB'ye tam üyelik için ön koşul olarak karşılanması gereken Kopenhag Kriterlerinden biri olan ekonomik kriter, aday ülkede işleyen bir piyasa ekonomisinin varlığının yanısıra AB içindeki piyasa güçleri ve rekabetçi baskı ile başedebilme yeteneğinin bulunmasını aday ülkeler için şart koşmaktadır.
    AB'nin Türkiye'ye ilişkin 2003 Yılı İlerleme Raporuna göre ise, Rekabet Kurumu, hem regüle edilen alt yapı sektörlerinde hem de özelleştirme sürecinde rekabeti teşvik etmede daha aktif olmalıdır.
    Yatırım ortamını şekillendiren politikalardan biri olan Dış Ticaret Politikası ile Rekabet Politikasının etkileşim içerisinde olduğunu görmekteyiz. Bilindiği üzere, Dünya Ticaret Örgütü Kuruluş Anlaşmasının ekinde yer alan anlaşmalarda anti rekabetçi firma davranışlarına ilişkin kurallar yer almamaktadır.
    Diğer bir deyişle, hükümetlerin değil de firmaların davranışlarından kaynaklanan pazara giriş engelleri ve diğer rekabet ihlallerine karşı bu aşamada uluslararası ticaret kuralları çerçevesinde herhangi bir çözüme ulaşılması henüz mümkün görülmemektedir.
    Piyasa ekonomisinin işleyişini temin eden rekabet ise, serbest ticaret ile doğrudan bir ilişki içindedir. Ticarette serbestlik derecesi arttıkça rekabet ortamı gelişir. Uluslararası ticaretin ve yabancı sermayenin önündeki engeller ne kadar az olursa, ihracatçının ve yabancı yatırımcının ulusal piyasada rekabet edebilirliği o derecede artacaktır.
    Dış ticaret politikası piyasaya giriş engellerini kaldırmaya yönelik baskı oluştururken, rekabet politikası ise hem piyasaya girişi yabancı yatırımcıya açık tutmak , hem de ulusal sanayinin gelişmesini temin etmek için uygun mevzuat geliştirmek durumunda kalmaktadır.
    Uluslararası ticaretin serbestleşmesiyle, piyasa ölçeği bir çok ülkenin piyasalarını kapsayarak büyüyeceğinden, ülkedeki tekelleşme eğilimleri etkisiz kalacaktır. Zira, ithalat artınca iç piyasada rekabet artacaktır. Serbest Dış Ticaret Politikası, piyasaya arz edilen malların ve piyasada faaliyette bulunan rakip firmaların sayısını artırarak rekabetin artmasını sağlamaktadır.
    Rekabet kuralları ise, yabancı malların ve firmaların piyasaya girişlerinde ve sonrasında, yerli firmalardan kaynaklanan rekabet ihlallerini ortadan kaldırmak suretiyle ticaretin serbestleşmesine katkıda bulunmaktadır.
    Devletin ekonomiye müdahale araçlarından biri olan devlet yardımları, rekabeti ve kaynakların rasyonel dağılımını bozucu etkilerinden dolayı, ülke çapında yardım alamayan sektör ve firmaların aleyhine bir durum yaratarak onları rekabette dezavantajlı duruma düşÃ¼rebilmektedir.
    Başka bir deyişle, belli bir alanda rekabet gücünü artırmaya hizmet eden devlet yardımları, sonuçta ulusal piyasalardaki rekabeti bozucu etkiler yapmaktadır.
    Benzer biçimde, devlet yardımları bazen bütçe kaynaklarının yüksek maliyetli verimsiz endüstrilere aktarılmasına neden oldukları için, rekabetin kaynak dağılımında verimliliği sağlama fonksiyonunu olumsuz etkilemektedir.
    Bu nedenlerle, devlet yardımlarının denetimi, piyasada eşit ve adil rekabet koşullarının sağlanması açısından son derece önemlidir. Devlet yardımları, teşebbüsler arasında ayrım yapılarak veya belirli ürünlerin üretimini özendirerek rekabeti sınırlayacak şekilde verilmemelidir.
    Yatırım ortamını etkileyen bir diğer alan olan kamu ihaleleri sistemi de, ülke içindeki rekabet koşulları üzerinde önemli etkilere sahiptir. Bu yüzden, kamu ihalelerinde şeffaflığın sağlanması ve objektif kriterlere dayalı bir ihale sistemininin varlığı, ihaleye katılan teşebbüsler arasında etkin rekabeti sağlayacaktır.
    Ekonomik mevzuatın yukarıda bahsedilen diğer alanlarının yanısıra, yatırım ortamının iyileştirilmesi bakımından rekabet politikasının da önemli bir rolü bulunmaktadır.
    OECD tarafından yürütülen dış yatırımların teşvik edilmesine yönelik çalışmalarda elde edilen en dikkate değer sonuçlardan birinin, dış yatırımı caydıran belli başlı unsurlar arasında yatırım yapılacak sektörde devletin, faaliyette bulunan kamu iktisadi teşebbüsü vasıtasıyla diğer teşebbüsler arasında fark gözetmesi, kendi teşebbüsünü koruyan uygulamalara başvurması olduğu görülmektedir.
    Bu tip piyasalarda eşit rekabet ortamı olmadığından, dış yatırımcı bu piyasaları riskli olarak değerlendirerek ya yatırım yapma kararından vazgeçmekte veya yatırım için riskini dengeleyebilecek vergi indirimi veya muafiyeti gibi bazı tavizler talep etmektedir.
    Başka bir deyişle, rekabet politikasının henüz tam anlamıyla Türkiye'de uygulanmayan ancak yakın bir gelecekte uygulamaya geçmesi öngörülen devlet yardımlarının denetimi sistemi boyutunun, ülkenin dış yatırım bakımından cazibesini artırmak açısından önemli bir katkı sağlayacağı düşÃ¼nülmektedir.
    Bu nedenle devlet yardımlarının denetimi sisteminin mevcudiyetinin yatırım ortamının iyileştirilmesi bakımından önemli bir rol oynayacağını söylemek mümkündür.
    Tabiatıyla bir ülkenin dış yatırım çekmesi bakımından değerlendirmeye alınan yegane kriter bu olmamakla birlikte, yatırım yapılacak sektörde devletin, sektörde bulunan oyuncular ve bilhassa mevcut bir kamu mülkiyetindeki müessese ile diğer oyuncular arasında ayrımcı bir muamele yapmayacağının garanti altına alınması, dış yatırımın teşvik edilmesi bakımından kayda değer bir ilerleme olacaktır.
    Bu hususun önemi özellikle önümüzdeki dönemde yatırım çekmesi beklenen sektörlerin durumu daha yakından incelendiğinde ortaya çıkmaktadır. Gerçekten de 1980'li yıllarda ABD'de başlayan, 1990'lı yıllarda da Avrupa ülkelerinde yaygınlık kazanan serbestleşme ve deregülasyon süreci sonucunda, yatırımların ağırlığı sanayi sektöründen, rekabete açılan hizmet sektörlerine kaymış bulunmaktadır. Telekomünikasyon, enerji ve ulaştırma gibi hizmet sektörleri en büyük miktarda yatırım çeken sektörler olmuşlardır.
    Ancak bu sektörlerin bir diğer özelliği de geleneksel olarak bir kamu tekeli tarafından idare edilmiş olmalarıdır. Sektörün deregüle edilmesi ve rekabete açılmasının başarılı olması, bu sektörde eskiden kamu tekeli konumundaki teşebbüs ile ciddi anlamda rekabet edebilecek özel sektör teşebbüslerinin bu piyasaya girmesi ile mümkün olmuştur.
    Piyasaya giriş veya başka bir deyişle bu sektörlere yatırım yapma kararının alınmasında ise, devletin eski kamu tekeli lehine bir uygulamada bulunmayacağı garantisinin bulunması önem taşımaktadır.
    Bu garanti olmadan, özel sektör yatırımcısı eski kamu tekeli ile rekabet içinde olacak bir teşebbüsün rekabet şansını yüksek görmemekte ve dolayısıyla kendisini koruyacak bu nitelikte kuralların olmadığı ülkelerde bu sektörlere yatırım yapmaktan çekinmektedir. İşte bu nedenle, Türkiye'de devlet yardımlarının denetimi boyutunu da içerecek bir rekabet politikasının varlığı, yatırım ortamının iyileştirilmesi bakımından özel önem taşımaktadır.
    Diğer yandan rekabete açılan bu sektörlere yatırımın teşvik edilmesi bakımından devlet yardımlarının denetlenmesi kadar bu sektörlerde yeni oluşan rekabet koşullarının korunması da önem taşımaktadır.
    Bu noktada rekabete açılan sektöre münhasır düzenleyici kurum ile rekabet kurumu arasındaki ilişki ön plana çıkmaktadır. Bu ilişkinin sağlıklı bir yapı içinde gelişmesi yatırımcı bakımından da önemlidir. Aksi takdirde yatırımcının piyasaya girişte karşılaştığı ve rekabet eksikliğinden kaynaklanan sorunların çözülmesi zorlaşacaktır.
    Genel olarak bu gibi sektörlerde, sektörel düzenleyici kurumun rekabetin oluşturulması, Rekabet Kurumu'nun ise rekabetin korunması bakımından rol üstlenmeleri gerekmektedir.
    Başka bir deyişle, bu tip sektörlerin rekabete açılmasında ve daha önce varolmayan rekabetçi bir piyasa düzeninin tesis edilmesinde sektörel düzenleyici kurumun kararları etkili olmaktadır. Ancak sektör rekabete açıldıktan sonra, oluşmakta olan rekabetin korunmasında Rekabet Kurumu'nun fonksiyonu daha ön plana çıkmaktadır.
    Bununla bağlantılı olarak dış yatırım açısından önem taşıyan bir diğer unsur da piyasanın rekabete açıklığıdır. Ãœlkelerin korumacı ticaret politikaları yürüttükleri dönemde geçerlilik taşıyan dış yatırım teorisi, dış yatırımcının bu tip ülkelerde pazar payı elde etmek için yatırım yapacağı şeklindeydi. Dolayısıyla bu pazar payının zaman içinde korunmasını sağlayacak rekabetçi olmayan bir piyasa yapısı, dış yatırımcı açısından cazip olabilmekteydi.
    Ancak dış ticarette ithal ikameci bir yapıdan ihracatı teşvik eden bir yapıya geçilmesi neticesinde, dış yatırımcının ülkeye bakış açısı da değişmektedir. Münhasıran iç pazara dönük bir yatırım stratejisi yerine, uluslararası ortamda rekabet gücüne sahip bir üretim üssüne sahip olma amacı daha ön plana çıkmaktadır. Nitekim ülkemizin Gümrük Birliğine geçmesi ile birlikte edindiği tecrübe de bu saptamayı desteklemektedir.
    Uluslararası rekabet gücü elde edebilmek için ise özellikle faaliyette bulunulan pazarın komşu piyasalarının rekabetçi bir yapı taşıması büyük önem taşımaktadır. Aksi takdirde üretim için gerekli girdileri, uluslararası alanda rekabet gücü sağlayacak ölçüde düşÃ¼k maliyetle elde etme imkanı kalmayacaktır.
    Rekabet politikasının önemi bu noktada bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Piyasaların serbest rekabet ortamına uygun bir şekilde gelişmelerinin temin edilmesi ancak etkin bir rekabet politikası ile mümkün olabilecektir. Bu itibarla, dünya ekonomisine entegre olmuş veya bu doğrultuda gayret gösteren ülkelerin dış yatırım çekebilmeleri bakımından da, iç piyasalarının rekabetçi olması büyük avantaj sağlamaktadır.
    Dünyada yükselen 10 büyük pazardan biri olan Türkiyenin AB'ye tam üyeliğinin, sağladığı genç ve dinamik tüketim toplumu sayesinde, Avrupa Birliğinin sanayi ürünleri açısından iyi bir piyasa oluşturacağı kuşkusuzdur.
    Avrupa Birliği piyasası ile bütünleşecek Türkiye piyasasının ise, AB norm ve standartlarına tabi olacağı ve AB firmalarının serbest girişine açık hale geleceği için eskisinden çok daha fazla rekabetçi bir yapıya kavuşacağı bir gerçektir.
    Rekabet mevzuatı başta olmak üzere ekonomik mevzuat alanında Avrupa Birliği'ne uyumunu çok büyük ölçüde tamamlamış olan Türkiye'ye bu yıl içerisinde müzakere tarihi verilmesi ve müzakerelerin de yakın bir gelecekte başlatılması, ülkemizin diğer alanlarda da uyum mevzuatını yürürlüğe koyması açısından çok büyük bir motivasyon kaynağı oluşturacaktır.

    Â