• Devlet Yardımları Hukuku / Yayınlarımız

  • TÜRKİYE İÇİN DTÖ ve AB ile UYUMLU DEVLET YARDIMLARI (Teşvik) SİSTEMİ

    • Sayfa : 14/15
      <1...12131415>

    2.3.2. Mali İşbirliği Hakkında Birlik Beyanı

    Gümrük Birliği kapsamında üzerinde çok durulan unsurlardan bir tanesi de, Topluluğun Türkiye'ye yapacağı yardımlar olmuştur.

    Bu kapsamda özellikle 1980 askeri rejiminin hemen ardından Birlik tarafından askıya alınan Ortaklık ilişkilerinin en önemli yansıması, 600 milyon ECU tutarındaki 4. Mali Protokol'ün de askıya alınması ile ortaya çıkmıştır. İlişkilerin normalleşmesinin ardından da Topluluğun bütçe karar usulleri uyarınca oybirliği ile alınması gereken, 4. MaIi Protokol'ün serbestleştirilmesi kararı, Yunanistan'ın vetosuna takılmış, Türkiye, 1980’den bu yana, bir kaç küçük istisna dışında, Birliktan herhangi bir yardım alamamıştır.

    1990’lı yıllarda ise, Türkiye tarafından dile getirilen 4. Mali Protokol’ün serbest bırakılması taleplerinin, ekonomik ve mali nitelikte olmaktan ziyade sembolik bir içerik kazandığı görülmektedir.

    Ekonominin eriştiği büyüklükler ve nispeten iyi giden bir konjonktür karşısında, 600 milyon ECU'lük ve 5 yıl süreli bir yardım, Türkiye açısından ekonomik anlamda büyük bir değer ifade etmez hale gelmiş, buna karşın yardımın üstündeki blokajın kaldırılması, özellikle Yunanistan'ın veto kartının geri çekilmesi ve ilişkilerin normalleştirilmesi üzerindeki son engelin aşılması açılarından önem gösterir hale gelmiştir.

    Ancak bütün bu taleplerin hiç bir şekilde cevap bulmadığı ve sonuçta, 4. Mali Protokol’ün bir daha açılmamak üzere tarihteki yerini aldığı izlenmektedir. Bu durum özellikle de Gümrük Birliği’nin son dönemini tesis etmeye yönelik 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nın kabul edildiği gün yapılan, “Mali İşbirliği Hakkında Birlik Beyanı†ile de zımnen teyid edilmiştir.

    4. Mali Protokol'ün gösterdiği bu özelliklerin yanı sıra, Birlik mali yardımlarının Gümrük Birliği ile birlikte, bu kez ekonomik ve mali gerekçelerle çok önemli bir hale geldiği de görülmüştür. Bu çerçevede sorunun iki temel ayağının olduğu anlaşılmaktadır.

    Bunlardan birincisi, Gümrük Birliği ile birlikte Türkiye’nin karşı karşıya geleceği devlet gelirleri sorunu, ikincisi ise, Gümrük Birliği’nin beraberinde getirdiği koşullara uyum sağlanabilmesi gayesi ile Türk ekonomisinin reel sektörlerinin ihtiyaç duyduğu yardımlar sorunudur.

    Bu bağlamda ifade edilen rakamların alt alta yazımında, 5 yıllık bir süre için en az 20 milyar dolar seviyesinde meblağlarla karşılaşıldığı görülmüş, Türk müzakerecilerin bütün girişimlerine karşın, Birlik tarafından verilmesi planlanan mali yardımların, ifade edilen rakamlarla mukayese edildiğinde çok düşÃ¼k bir seviyede kaldığı izlenmiştir.

    Bu noktadaki açıklamaları, Topluluğun Gümrük Birliği ile ilişkilendirdiği mali yardımlarla birlikte değerlendirmeye geçmeden önce, konuya Devlet gelirlerindeki azalma ve ekonominin yapısal uyum gereklilikleri noktasındaki düşÃ¼nceleri özetlemek yararlı olacaktır.

     

    2.3.2.1. Devlet Gelirlerindeki Muhtemel Kayıplar

    Gümrük Birliği’nin devlet gelirlerini azaltıcı etkisini, devlet gelirlerinin önemli kalemlerinden bir tanesini oluşturan gümrük gelirlerindeki azalmayla izah etmek gerekmektedir

    Bu çerçevede Gümrük Birliği ile birlikte Birlik menşeli ürünlerin ithalinden alınmakta olan her türlü gümrük vergisi ve fonun sıfırlanması, Birlik dışındaki üçüncü ülkelerden alınan gümrük vergisi ve fonların ise, Birlik OGT seviyesine düşÃ¼rülmesine bağlı olarak azalması, kaçınılmazdır.

    1994 yılı içinde bu veriler temelinde çeşitli gelir kaybı tahminleri yapılmış, bu kayıpların yıllık, 1,5 ile 3 milyar dolar arasında olacağı öne sürülmüştür.

    Rakamlar arasındaki bu büyük farklılığın nedenlerini, yapılan hesaplara hangi yıl ithalat rakamlarının alınacağı (bu rakamlar içinde artan ithalat oranlarının da katılıp katılmaması konusunda farklı yaklaşımlar bulunabilmektedir), alınan rakamlardan bedelsiz ithalatın düşÃ¼lüp düşÃ¼lmeyeceği gibi, yorum farklılıkları oluşturmaktadır.

    Ancak hangi yorumdan hareket edilirse edilsin, Türkiye’nin önemli bir gelir kaybına uğrayacağı açıktır ve bu kaybın Birlik yardımları ile dengelenmesi sözkonusu olmadığı ölçüde, iç vergilere yansıtılarak karşılanacağı da anlaşılmaktadır. Bu çerçevede özellikle TBMM Bütçe Plan Komisyonu'nda tartışılmakta olan ve girilen erken seçim ortamı nedeni ile Gümrük Birliği’nin yürürlüğe girişi ile birlikte yürürlüğe konulması gerçekleştirilemeyen “Özel Tüketim Vergisi Kanun Tasarısıâ€, söylenenlerin en açık kanıtıdır.

    Dolayısı ile, Gümrük Birliği’nin ardından ithalatın üstündeki vergilerin kalkması ya da AT dışındaki üçüncü ülkelere karşı azaltılması ile beklenen fiyat ucuzlamasının aksi doğrultusunda gelişmelerin beklendiği de görülmektedir. Esas itibarı ile konu Türk kamuoyunda sürdürülen sıcak tartışma unsurlarından bir tanesini oluşturmaya devam etmektedir.

     

    2.3.2.2. Ekonominin Yeniden Yapılandırılması Sorunu

    Gümrük Birliği ile karşı karşıya gelinecek ortam, pek çok açıdan ekonominin yeniden yapılandırılması ve bir dizi yeni alt yapı yatırımına gidilmesi sorununu beraberinde getirmektedir.

    Bu çerçevede, 1/95 sayılı Karar'ın buraya dek yapılan değerlendirilmesinden de anlaşılacağı gibi, Gümrük Birliği, sadece bir rekabete açılma sorunu olmayıp, aynı zamanda çok ayrıntılı bir dizi önlemin alınmasını gerektiren, çoğunlukla Türk ekonomisinin sanayi sektörleri itibarı ile, AT Tek Pazarı ile uyumunu çağrıştıran bir yapı içine girmiştir.

    Bu oluşum dikkate alındığında, ekonomik sektörlerin ihtiyaçlarına geçmeden önce yapılması gereken ilk saptama, Devlet harcamalarının artması noktasında şekillenmektedir.

    Yapılan ve yapılacak olan mevzuat uyumu çalışmalarının doğrultusunda, bu mevzuatı uygulayacak kurumların tesisi, bu kurumlarda çalışacak elemanların istihdamı ve eğitimi, özellikle standardizasyon alanındaki uyumu sağlamaya yönelik olarak kurulacak laboratuarların fiili hale getirilmesi, bütün Gümrük teşkilatının yeni koşullara uygun olarak yeniden yapılandırılması, çok ayrıntılı bir incelemeye girmeksizin, çıplak gözle saptanabilecek bazı başlıkları oluşturmaktadır. şÃ¼phesiz bu listeye Gümrük Birliği’nin başarılı bir şekilde işleyebilmesi için kurulması gereken etkin koordinasıonun boyutlarını da eklemek gerekmektedir.

    Yine aynı çizgide, Gümrük Birliği ile birlikte ortaya çıkması kaçınılmaz olarak görülen bazı sosıal sorunların, özellikle karşı karşıya gelinecek yeni işsizlik ve istihdam alanlarının yol açacağı ek maliyetleri de bu anlamda değerlendirmeye almak gerekebilecektir.

    Ancak öte yandan, özellikle 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nın 41. maddesinin incelenmesi sırasında da değinildiği şekli ile, devlet tekellerinin açıklarının artık Devlet kaynakları tarafından karşılanamayacak olması açık hükmü, Devlet harcamaları üzerinde yakın bir gelecekte olumlu bir etkiye de yol açacaktır.

    Bu gelişmelerin bugünden kestirilemeyen boyutları, yapılabilecek bütün hesaplamaların sağlıksız kalmasına neden oluşturmakta, sadece bazı kanaatlerin öne sürülebilmesi ile sınırlı düşÃ¼nce belirtmekle yetinilmesine de gerekçe teşkil etmektedir.

    Konuya reel sektörler açısından bakıldığında ise, her sektör ve her işletmeyi benzeri sorunların beklediği görülmektedir. Bunlardan birincisi, rekabete açılma genel problematiği kapsamında sektörün, ancak daha doğru yaklaşımı ile sektör içinde faaliyet gösteren işletmelerin mal bazındaki rekabet yeteneklerinin analizi, ikincisi ise yeni mevzuat ortamına uyma anlamında mevcut bilgi ve gelişmeleri izleme yeteneği ile ilgilidir.

    Doğal olarak gerek sektörel bazda, gerekse işletmeler bazında hazırlık kavramı gündeme geldiğinde, her iki boyutun da bir arada değerlendirilmesi yapılmaksızın gerçekçi bir sonuca varmanın imkansızlığı ortaya çıkmaktadır.

    Bu faktörleri dikkate almayarak, kendisini Gümrük Birliği koşullarına göre yeniden yapılandırmayan imalat sanayii işletmeleri açısından, Gümrük Birliği sürecinin çok güç koşullar yükleyeceğinin vurgulanması gerekir. ŞÃ¼phesiz bu tür bir yeniden yapılanma faaliyetinin getireceği ek mali külfetler, ama daha da önemlisi ek düşÃ¼nce külfeti çok büyük seviyelerdedir. Özellikle bu son konu, bir yandan mevcut ortamın çok iyi algılanmasını, işletmenin gerçekçi bir gözlük içinde yeterlilikleri ve yetersizlikleri ile değerlendirilmesini ve nihayet hepsi birer değişken parametrenin ürünü olacak yeni koşullar içinde ayakta kalabilmek için, esnek ve yaratıcı düşÃ¼nce temelinde iş görme alışkanlıklarının benimsenmesini gerektirmektedir.

    Ekonominin bir diğer yeniden yapılandırma sorununu, mevcut ekonomik verilerin, Dünya verileri ile aynı çizgilere getirilmesi gerekliliğinde algılamak olasıdır. Bu kapsamda klasik söylem içinde sürekli yinelenen makro ekonomik dengelerin tesisi sürecin başarısı için kaçınılmaz faktörlerden bir tanesidir.

    Bu söylemin biraz açılması yoluna gidildiğinde, sanayiin iş görmesinin belirleyici unsuru niteliğindeki girdi fiyatlarının Dünya fiatları ile paralel hale getirilmesi, iş gücü verimliliğinin Dünya ortalamaları ile mukayese edilebilir seviyelere getirilmesi, TL/döviz paritesinin sürekli olarak enflasyonla doğru endeksli bir şekilde sürdürülmesi yolu ile gerçekçi bir kur politikasının izlenmesi, başlıca veriler olarak karşımıza çıkmaktadır.

    Sayıları şÃ¼phesiz daha da artırılabilecek olan bütün bu faktörler, Gümrük Birliği koşullarında uluslararası rekabetle boy ölçüşebilmenin olmazsa olmaz koşulları niteliğini gösteren faktörlerdir. Bunlar dikkate alınmadığı ve uluslararası rekabete, yeni mevzuat koşulları ile birlikte açılındığı bir ortamı, sadece tüketici açısından ithal ürünler sayesinde fiyatların düşeceği ve kalitenin artacağı bir ortam olarak değerlendirmek, sürecin çok küçük bir kısmını ön plana çıkartıp, geneli gözardı ederek, esas itibarı ile tüketicilerin aleyhine çalışacak bir söylemi ortaya koymakla eş anlamlıdır. Zira bütün Dünya’da olduğu gibi, Türkiye’de de tüm tüketiciler üretim sürecine katılabildikleri ve ülke ekonomisinden pay alabildikleri ölçüde daha alım gücü yüksek tüketiciler haline dönüşebilmektedirler. Sözkonusu faktörler dikkate alınmadığı ve bütün ülke dokusu yeniden yapılandırılmadığı ölçüde karşı karşıya gelinebilecek tehlikeler, ne yazık ki, özellikle üretici tüketicilerin son derecede aleyhine sonuçlara da yol açabilecektir.

    Doğal olarak buraya dek -kısıtlayıcı olmamak kaydı ile- sıralanan bütün bu faktörlerin, bir ekonominin yeniden yapılandırılması sorunu olduğu ve bir dizi ek harcamayı göze almayı gerektirdiği de ortadadır. Ancak bu harcamaları kimin ve hangi kaynaklardan yapacağı sorusu, ne yazık ki halen cevapsız durumunu sürdürmektedir.

     

    2.3.2.3. Birlik Mali Beyanının Sergilediği Özellikler

    Birlik mali beyanı çerçevesinde, öncelikle yukarıda değinilen unsurların bir kısmının Birlik tarafından da kabul edildiği ve verilecek mali yardımların gerekçelerinin bu temel üzerine dayandırıldığı görülmektedir.

    Bu doğrultuda Birlik Mali Yardım Beyanı'nın giriş paragrafları şu şekilde düzenlenmiştir:

    “Türkiye, sanayi sektörünün, Gümrük Birliği’nin yaratacağı yeni rekabet koşullarına uyumunun sağlanması, Avrupa Birliği ile altyapı bağlarının (karayolu taşımacılığı, limanlar, hava limanları, demiryolları, telekomünikasyon ve elektrik) iyileştirmesi ve kendi ekonomisi ile Birlik ekonomisi arasındaki farklılığın azaltılması için, özellikle uzun vadeli krediler ve teknik yardım şeklinde önemli mali kaynaklara ihtiyaç göstermektedir.

    Bu amaçla, Birlik, Türkiye ile mali işbirliğine Gümrük Birliği’nin yürürlüğe girişinden önce başlayacak ve 1995 yılının ilk yarysında mali işbirliğine ilişkin ayrıntılı düzenlemelere karar verecektir.â€

    Yukarıdaki paragraflar pek çok açıdan ilgi çekici veriler içermektedir.

    Öncelikle, Birlik kanadı, Türk sanayii sektörünün yeni rekabet koşullarına uyumunun sağlanması için bir mali kaynağa ihtiyaç duyduğunu kabul etmiş ve bunu açıkça beyan etmiştir.

    İkinci olarak, verilecek mali yardımın yöneleceği alanlar için, önemli alt yapı projelerine referans yapıldığı görülmektedir. Bu kapsam esas itibarı ile, Türkiye’nin Maastricht Antlaşması’nın düzenlediği yeni alanlardan bir tanesi niteliğindeki, Trans-Avrupa şebekesine dahil edilmesinin amaçlandığını göstermektedir.

    Nihayet verilecek yardımın son gerekçesi, Türk ekonomisi ile Birlik ekonomisi arasındaki farklılığın kapatılması düşÃ¼ncesi oluşturmaktadır. Bu düşÃ¼nce tarzı esas itibarı ile, bundan önceki mali protokollerin veriliş gerekçesini de oluşturmaktadır.

    Verilecek yardımın niteliğine yönelik ip uçları ise, bunların bir hibe olmaktan ziyade, uzun vadeli kredi ya da teknik yardım şeklinde düşÃ¼nüldüğünü ortaya koymaktadır.

    Son olarak, bu yardımların, Gümrük Birliği'nden önce başlatılması ve nihayet bu amaçla, Topluluğun konu ile ilgili ayrıntılı düzenlemeler yapması öngörülmektedir.

    Bu veriler ışığında yapılması gereken ilk saptama, Topluluğun daha önceki bölümler içinde ifade edilen ve Türkiye’deki tartışmalarda ifade edilen bir dizi gerekçeyi kabul ettiğini, ancak özellikle Devletin gelir kayıplarının finanse edilmesi konusundaki düşÃ¼nceleri temelde reddettiğini göstermektedir.

    Bu verilerin ışığında yapılacak ikinci saptama ise, Topluluğun ifade ettiği başlıklara bakıldığında, uzun vadeli kredi ve teknik nitelikli yardım şeklinde de planlansalar, Birlik mali yardımları miktarının oldukça yüksek bir seviyede tutulması gerektiği doğrultusundadır.

    Zira aynı anda Türk ekonomisinin rekabet gücünün artırılması, bir dizi alt yapı projesinin desteklenmesi ve nihayet Türk ekonomisi ile Birlik ekonomisi arasındaki farklılıkların kapatılması, ifadede güzel, ifadeye uygun finansmanı sağlamak açısından oldukça iddialı bir yapı sergilemektedir.

    Bu düşÃ¼ncelere bağlı olarak bir analizin yapılabilmesi için, Topluluğun planladığı finansman kalemlerinin incelenmesi yoluna gidildiğinde karşılaşılan kalemler ve tutarlarının 5 yıllık bir süre için şu şekilde tasarlandığı görülmektedir:

    •Türkiye ile işbirliği kapsamında, 1996 yılından başlayacak 5 yıllık süre için, önemli miktarda Birlik bütçe kaynaklarının tahsisi. Bu kapsamda tahsis edilecek toplam miktarın 375 milyon ECU olması öngörülmektedir.
    •1992-1996 yılları için Avrupa Yatırım Bankası kaynaklarından yenileştirilmiş Akdeniz Politikası kapsamında tahsis edilen kredi fonlarından, çevre, enerji, ulaştırma ve telekomünikasıon alanlarındaki alt yapı projelerini finanse etmek üzere, miktarı Türkiye’nin sunacağı projelerin niteliklerine göre değişebilecek 300 - 400 milyon ECU seviyesinde kredi.
    •Miktarının en fazla 750 milyon ECU tavanında olacağının sözlü olarak beyan edildiği anlaşılan, Gümrük Birliği çerçevesinde Türk ekonomisinin rekabet gücünü artırmaya 1996 yılından itibaren 5 yıl süre ile tahsis edilecek Avrupa Yatırım Bankası kredileri.
    •1996 yılından itibaren 5 yıl süre ile, Topluluğun diğer Akdeniz ülkeleri için bütçe kaynaklarından ve AYB kredilerinden öngörülecek finansman kolaylıkları.
    • Türkiye’nin talebi ve özel ihtiyaç üzerine, IMF onaylı programların yürütülebilmesi için, uluslararası finans kuruluşları ile işbirliği yapılarak verilebilecek orta vadeli makro ekonomik yardımların incelenmesi olasılığı.

    Öngörülen kalemlerin incelenmesinden, yaklaşık 1.5 milyar ECU tutarında bir yardımın rakamlandırıldığı, diğer yardım kalemlerinden de yine bu miktarda bir yardım elde edileceğinin umulduğu görülmektedir. Özellikle son dönemlerde yaklaşık 1 milyar ECU tutarında bir yardımın verilebileceği konusunda da duyumlar alınmaktadır.

    Bu noktada özellikle ikinci kalemin tavanına ulaşılabilmesinin, Türkiye’nin sunacağı proje kaliteleri ile ilişkilendirildiği unutulmamalıdır. Bu yardımdan yararlanabilme süresinin 1996 yılı sonunda tamamlanacağı dikkate alındığında, Türkiye açısından kaybedilecek fazla bir sürenin olmadığının da bu noktada dikkate alınması gerekmektedir.

    Dolayısı ile, gelecek 5 yıl içinde Birlik yardımları tutarının yaklaşık 4 milyar ECU seviyesinde olacağı (ancak bunun da garanti olmadığı ya da gelişmelere göre artırılabileceği) kanaati giderek yaygınlaşmaktadır.

    Devlet gelirlerindeki azalma, buna karşılık, Gümrük Birliği koşullarına uyum için yapılması gereken harcamaların artışı, Türk ekonomisinin gereksinimleri, Topluluğun ortaya koyduğu hedeflerin iddialılığı ölçütlerinden konuya yaklaşıldığında, planlanan yardımların, gereksinimlerin çok altında kaldığı açıktır. Bu çerçevede Birlik mali beyanını “dağın fare doğurması†ilişkisinde de değerlendirmek olasıdır.

    Öte yandan, yine elde edilen duyumlara göre, Birlik mali yardımlarının veriliş şeklinde bir olumlu, bir de olumsuz gerçekleşim sözkonusudur. Olumlu olan gerçekleşim, sözkonusu Mali Beyan, Birlik üye devletleri adına, Ortaklık Konseyi tarafından yapıldığı ölçüde, artık Yunanistan'ın veto engeli ile karşı karşıya kalması olasılık dahilinden çıkmasında yatmaktadır. Ancak Kardak krizinin ardından yaşananlar, Yunanistan'ın bu alanda veto kartını oynamaya gitmesine kadar gelişmelere yol açmış, buna karşılık Yunanistan'ın sergilediği bu tutum, gerek Birlik kurumlarının, gerekse Topluluğun diğer üye devletlerinin sert tepkilerine de yol açmıştır.

    Bu noktada çıkartılabilecek temel düşÃ¼nce açısı, günlük konjonktüre bağlı olarak, olumlu ya da olumsuz gelişmelerin her zaman yaşanılabileceğine hazırlıklı olunması gerekliliğidir.

    Esas olumsuz olan ise, Avrupa Birliği içindeki gelişmeler paralelinde Avrupa Parlamentosu’nun bütçe konusundaki yetkilerinin artması sonucunda, bu yardımların verilmesinin, Avrupa Parlamentosu’nun ön onayına endeksli hale gelmesinden kaynaklanmaktadır. Bunun anlamı da, Türkiye’nin buraya dek ifade edilen yardımlardan yararlanabilmesinin Avrupa Parlamentosu siyasi denetimine tabi olduğudur. Doğal olarak bu durum ilerideki gelişmelerde ciddi sorunların doğmasına yol açabilecek potansiyeldedir.

    Bu olumsuz göstergelere rağmen, bu çalışma içinde sık sık vurgulanan bir noktaya yine dikkat edilmesi ve yapılacak objektif bir değerlendirmede dikkatlerden kaçırılmaması gerekmektedir.

    Türkiye ile AT arasında son şekli ile kurulacak Gümrük Birliği’nin başarısı, Türkiye açısından tam üyelik hedefine giden süreçte ne derecede önemli ise, Birlik açısından da, kendi geleceğini sağlam temeller üstüne inşa edebilmek açısından o derecede önemlidir.

    Birlik bu bağlamda, gerek Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile gerekse Yenileştirilmiş Akdeniz Politikası kapsamında Akdeniz havzası ülkeleri ile kurduğu ilişkilerde, bu ülkeleri kendi cazibe alanı içine çekebilmek için öne sürebileceği başarılı bir modelin arayışı içindedir. Bu modelin Türkiye ile kurulmasına çalışılan Gümrük Birliği olduğu açıktır ve modelin başarısızlığı, Birlik açısından bu ülkelerle ilişkilerinde ciddi bir prestij kaybı yaratacaktır.

    Bu düşÃ¼ncenin iyi irdelenmesinin ve sürekli olarak Birlikla ilişkilerde canlı tutulmasının, Türk idaresine düşen önemli bir görev olduğu, bu yaklaşımın iyi kullanılmasının yukarıda ifade edilen yardım tutarlarının sistemin gereklerine göre düzeltmeleri beraberinde getirecek bir anahtar olduğu da açıktır.

    SONUÇ VE ÖNERİLER


    Türk teşvik sisteminin DTÖ kurallarına ve GATT'a (DTÖ) konsolide ettirilmiş Katma Protokol ve 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı doğrultusunda yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.

    Türkiye, özellikle Avrupa Birliği'na vermiş olduğu taahhüt doğrultusunda Topluluğun mevzuatına benzer yapıda bir sistemi kurmak durumundadır. Bu yaklaşımın faydası Türk ihraç ürünlerine karşı Birlikça açılabilecek anti-sübvansiyon soruşturmalarının önlenmesi ve düzelerek AT'a uyumlu hale getirilen teşvik sistemi sayesinde de DTÖ nezdinde ve diğer ülkeler önünde sözkonusu soruşturmalara maruz kalmamasıdır.

    İlk üç Bölümde Avrupa Birliği'nun, GATT'ın (DTÖ) ve 1/95 sayılı OKK'nın içerisinde yeralan kabul edilebilir teşviklerin ana felsefesi incelendi.

    Sonuç ve Öneriler Bölümü'nde ise bu ana felsefelere bağlı mekanizmalar önerilecektir.


    Ancak Türk teşvik sisteminin yeniden düzenlenmesi ve yeni mekanizmalarla donatılması hususu Türkiye'de teşviklerin tamamen kaldırılması anlamını taşımamaktadır.


    O bakımdan Avrupa Birliği'nda mevcut durumda varolan mekanizmaların uygulanmasında hiçbir sakınca yoktur. Zaten Türkiye, yeni mevzuatını Birlik Komisyonu'na bildirimde bulunarak yürürlüğe koyacaktır.

    Türkiye'nin yapısal değişikliklerini yapabilmesi, uluslararası rekabet gücünü arttırabilmesi ve ihracatını Exim kredi-garanti ve sigorta programları dışında teşvik etmeden rekabet üstünlüğüne ulaşabilmesi bakımından aşağıdaki mekanizmalar DTÖ ve AT kurallarıyla uyumlu bulunmaktadır.

    Türk teşvik sistemi, mevcut uyumlu mekanizmalarının yanısıra, AT’a ve DTÖ’ye uyumlu yeni enstrümanlarla iki ana ilkeyi esas alarak genişletilmelidir. Bunlar:

    • Özel durumlar karşısında oluşturulmuş mekanizmalar,
    • Normal koşullarda ekonomik gelişmeyi sağlayıcı ve uluslararası rekabete uyum için uygulanan mekanizmalar'dır.


    Özel durumlar karşısında oluşturulmuş mekanizmalar

    Avrupa Birliği ülkelerinde, Avrupa Ekonomik Alanı Anlaşması yürürlüğe girerken, Tek Pazara geçiş sürecinde veya yeni bir üyenin kabulü sırasında veya bir sektörün yeniden yapılanmasında ortaya çıkan olumsuz durumlar özel koşul olarak değerlendirilmektedir. Bu durumda da Türkiye ile Avrupa Birliği arasında Gümrük Birliği'nin Son Dönemi yukarıdaki temel yaklaşıma uymaktadır.

    Bu durumda Birlik'ta oldukça sık başvurulan mekanizmalar üretim ve hizmet faaliyetlerini teşvik başlığı altında toplanmaktadır.

    Buna göre gıda, imalat, ticaret, turizm ve zanaata dayalı üretim faaliyetlerinde yeni ve tevzii yatırımlar çerçevesinde mamül ve yarı mamül mal üretimine ve hizmet üretimine yönelik mali kaynaklı doğrudan teşvikler öngörülmelidir. Bu tür teşviklerin mali mekanizmaları incelendiğinde:

    1. Öz Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu

    Bu mekanizmaya göre;

    8 milyon $'a kadar olan yatırımların % 40'ı
    35 milyon $'a kadar olan yatırımların % 30'u nakdi yardım görebilmektedir.


    2. Faiz İndirimi ile Finansman Desteği

    Bu mekanizmadaki temel anlayış incelendiğinde:

    Tutarı 8 milyon $' a kadar olan yatırımlarda % 30 faiz sübvansiyonu,
    8 milyon $' ın üstündeki yatırımlar için ise faiz sübvnsiyon oranı % 40 olarak saptanmıştır.

    Öte yandan eldeki stokların finansman maliyetinin (stoklara temel teşkil eden girdilerde kredili temin yolu kullanıldığı durumlarda) alınan kredi faizlerinin % 40' ı sübvanse edilmektedir.

    Kredi ve faiz sübvansiyonları 15 yıl süreli olabilmektedir.

    Ancak tek işletmeye tanınan nakdi destek miktarının yıllık tutarı 500 bin $'ı aşması mümkün olmamalıdır.

    Bu yardımlar büyük işletmelerin ihtiyaçlarını karşılayabilecek niteliktedir. Ancak Gümrük Birliği'nin getirdiği yeni şartların iyi anlatılması durumuda Birliktan oranların ve miktarların makul bir arttırımı istenebilme imkanı mevcuttur.

     

      Sayfa : 14/15
      <1...12131415>