• Rekabet Hukuku / Yayınlarımız

  • TAM REKABET KAVRAMI VE TÜRKİYE'DE UYGULAMASI Prof.Dr.Arif ESİN

    • Sayfa : 10/10
      <1...8910



    6. Birleşme veya Devralmaların Rekabet Kanunu Çerçevesinde Konumu



    Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un 7. Maddesi, bir teşebbüsün bir diğer teşebbüsü bünyesine alması ya da birleşerek yeni bir tüzel kişiliğe ulaşmaları ile Kanun'un 4. ve 6. Maddelerinde tanımlanan piyasalardaki serbest rekabetin kısıtlanması veya bozulması ile rekabetin aksaması tehditinin oluşması fiillerini kontrol altına almaktadır.



    İlgili maddenin açık ifadesi, bir ya da birden fazla teşebbüsün hakim durum yaratmaya veya hakim durumlarını daha da güçlendirmeye yönelik olarak, ülkenin bütünü yahut bir kısmında herhangi bir mal veya hizmet piyasasındaki rekabetin önemli ölçüde azaltılması sonucunu doğuracak şekilde birleşmeleri veya herhangi bir teşebbüsün ya da kişinin diğer bir teşebbüsün mal varlığını yahut ortaklık paylarını tümünü veya bir kısmını ya da kendisine yönetimde hak sahibi olma yetkisi veren araçları devralmasını hukuka aykırı ve yasak sayar.



    Bu itibarla herhangi bir birleşme veya devralmaların hukuki geçerlilik kazanabilmesi için Rekabet Kurul'una bildirilerek izin alınması şartı getirilmiştir. Diğer bir ifadeyle, Rekabet Kurulu'nun inceleyerek rekabetin kısıtlanması ya da bozulması tehdidini arz etmediği kararına vararak müsade ettiği birleşme veya devralmalar haricinde, her türlü birleşme ve devralmalar geçersiz kalacaktır.



    Bu Madde'nin beraberinde getirdiği soru, gerçekleşen özelleştirmeler başta olmak üzere, Kanun'un yürürlüğe girdiği Aralık 1994'ten itibaren gerçekleşen birleşme ve devralmaların hukuki niteliklerinin ne olacağıdır.



    Öte yandan Avrupa Topluluğu'nun rekabet mevzuatı ile içtihat hukukunun Türkiye tarafından benimsenmesi neticesinde oluşan durumda, KOBİ nitelikli işletmelerin birleşme ve devralmalarının ilgili maddenin ilgi sahasının dışında bulunduğu söylenebilir. Bu noktada belirleyici olan parametre, birleşme veya devralma ile bölgesel ya da pazarların genelinde hakim durumun yaratılıp yaratılamayacağı ölçütüdür. Genel kanı olarak söylenebilecek olan, KOBİ karakterli iki işletmenin birleşmelerinde veya devralmalarında, yine Kurula bildirim mükellefiyetleri bulunması ile birlikte, bu birleşme veya devralmalara herhangi bir müşkülata yol açmadan Kurul tarafından izin verileceği yönündedir.



    7. Kanun'un Avrupa Topluluğu-Türkiye entegrasyon sürecindeki konumu



    Rekabet Kanunu'nun, Türkiye ile Avrupa Topluluğu arasında yürürlükte bulunan Gümrük Birliği'nin getirdiği mevzuat uyum paketinin en önemli unsurlarından biri olduğu bilinmektedir. 



    Gümrük Birliği'nin temel kavramı, Türkiye ile Topluluk arasında serbest ticaretin (malların serbest dolaşımının) önlenebileceği her türlü verginin, eş etkili uygulamaların, miktar kısıtlamalarının ve piyasa dinamikleri ile oluşturulabilecek her türlü müdahelenin ortadan kaldırılması ve ticaretin serbestleştirilmesidir.



    Topluluk Türkiye'ye "ihraç ettiği" rekabet politikasını, kendi içerisinde sağladığı Tek Pazar'ın hazırlık dönemlerinde, 15 üye ülke mevzuatlarına aktardığı kurallar ile oluşturmuştur. Zira, Türkiye ile geliştirdiği gümrük birliğine benzer bir uygulamayı, 15 üye ülke arasında ticarete getirilen her türlü kısıtlamayı ortadan kaldırmak gayesi ile Tek Pazar oluşturulma sürecinde yaşamıştır. Topluluğu kuran Antlaşma'nın 85, 86 ve 90 ıncı maddeleri bu hedef ile donatılmış, Tek Pazar hedefine ulaşma sürecinde ikincil mevzuat ve içtihat hukuku geliştirilmiştir.



    Bu açıdan bakıldığında, Topluluğun Rekabet Politikasının oluşumunun otuz yılı aşkın bir zaman zarfında, peyder pey ve değişimlerin yansıtıldığı bir organizma olarak oluşturulduğu görülmektedir.



    Fakat Türkiye piyasalarının ve faaliyette bulunan işletmelerin Rekabet Kanunu'na Topluluktakine benzer, ya da deneme-yanılma tecrübeleri ile bir hazırlık dönemine sahip bulunmadan, derhal tabi olduğu görülmektedir. Bu noktada özel sektöre çok önemli bir yükün yüklendiği söylenebilir. Fakat daha önemli yük altına sokulmuş olan, Kanun gereğince oluşturulan Rekabet Kurulu ve üyeleridir. Zira yüzyıllar boyunca Anadolu'da şekillenmiş ve kendi kurallarını ve teamüllerini oluşturmuş olan hür teşebbüsün tüm birikimi bir yana bırakılarak, Avrupa Topluluğu'ndan yüzbinlerce sayfalık rekabet mevzuatı ithal edilmiş ve iki yıllık bir dönem sonunda aynen riayet edilmesi karara bağlanmıştır.



    Konu üç cepheden incelenebilir. Birinci cephe KOBİ nitelikteki teşebbüslerin bu "oldu bitti" karşısında konumları, ikinci cephe büyük sermeyenin konumu ve üçüncü cephe Türkiye ekonomisinin konumudur.



    Öncelikle söylenebilir ki, ilgili Kanun ve mevzuat uyumu, KOBİ nitelikli işletmelerin -bazı istisnalar haricinde- her şart ve ahvalde çıkarlarına hitap eden maddelerle bezenmiştir. Bu itibarla Küçük ve Orta Boy işletmelerin ilgili mevzuatın arkasında duracağı söylenebilir.



    Büyük ölçekli işletmeler içinse, tam aksi söylenebilir. Zira Kanun'un tüm maddeleri, KOBİ rekabetine karşı büyük işletmelerin uygulayabileceği eksik rekabet fiillerinin yasaklanması olarak özetlenebilir.



    Fakat esas cephe, Türkiye ekonomisi için ilgili mevzuatın etkileridir. Türkiye'nin Topluluk dahil tüm ülkelere karşı, kendi iç pazarında sahip bulunduğu en önemli rekabet avantajının, dağıtım sektöründen kaynaklandığı bilinmektedir. Anadolu'da küçük esnaf olarak filizlenen hür teşebbüs, yüzyıllık bir süre içerisinde Türkiye'yi dünyanın en ileri yaygınlıkta dağıtım sistemleri ile donattığı görülmektedir. Bu dağıtım sistemlerinin kontrolu ise çoğunlukla yerli sermayeli büyük kuruluşlardadır. Fakat yeni mevzuat, Türkiye'nin sahip olduğu bu rekabet avantajını Topluluk ihracatçısı ve tüm dünyanın ihracatçısına teslim etmesi anlamını taşımaktadır. Yukarıda haksız rekabetten korunan kesimin yalnızca KOBİ'ler olduğunu ifade etmek yanlış olur. Tüm ithalatçılar, yerli sermaye ile eşit rekabet avantajlarına kavuşturulmuş durumdadır.



    İşte, 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile imza altına alınmış olan mevzuat uyumunun en önemli unsuru budur. 



    Fakat bu sürecin Türkiye açısından kaçınılması mümkün olmayan bir süreç olduğunun da altını çizmek gerekmektedir. Zira açık rejimler ile serbest piyasa ekonomisinin şartlarının uygulanabilmesi için ulusal korumacılığın rekabet şartlarının eşitlenmesi ile kaldırılması, Dünya Ticaret Örgütü ve entegrasyon içerisinde bulunduğumuz Topluluk tarafından tüm dünyaya empoze edilmekte olduğu bilinmektedir.



    Bir diğer ifade ile, yalnızca iki yıl içerisinde özel sektöre hazırlık süresi tanınmış bulunan Rekabet Kanunu ve Türkiye'nin bu mevzuata tabi olacağı, 1973 yılındaki Katma Protokol'den bu yana bilinmektedir. Fakat siyasi otorite ve kamu bürokrasisi Gümrük Birliği'nin hazırlık dönemi boyunca bu gerçeği göz ardı etmiştir. İthalatla kalkınılabileceğini zanneden bazı çevreler ve sivil toplum kuruluşları, konuyu entellektüel bakış açısı ile piyasa dinamiklerini dikkate almadan ele almış ve ayrıca özel kesim konuya karşı duyarsız kalmıştır. 



    Bu şartlar altında büyük sermaye çarpık yapılanmasını sürdürmüş ve piyasalar Rekabet Kanunu'nun şoku ile karşı karşıya kalmıştır.
     

      Sayfa : 10/10
      <1...8910