İstanbul Ticaret Odası ve Franchising Derneği UFRAD, 1. Franchising Kongresi'ni bugün İstanbul Ticaret Odası meclis salonunda
düzenliyor. Bu kongreye gelemeyen okurlarımızla paylaşmak üzere tebliğimin ana hatlarını köşemden yayımlamayı düşündüm.rnFranching
anlaşmaları, bir tarafta franching veren ve diğer tarafta ise franching alan olarak adlandırılan iki teşebbüs arasında malların
tedarik ve satınalımlarına veya hizmetlerin sunulmasına ilişkin tarafların karşılıklı yükümlülüklerini kapsamaktadır.rnFranching
ile amaçlanan; mal ve hizmetlerin toptan ya da perakende veya her iki şekilde nihai kullanıcıya, ihtiyaçlarına cevap verecek
şekilde sunulmasıdır.rnFranching anlaşmaları, mal ve hizmetlerin dağıtım ve tedariğini geliştirmekte ve kısıtlı yatırımlar
arasında yeknesak bir ağ kurarak, özellikle küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin yeni rekabetçiler olarak pazara girmelerine
olanak sağlamaktadır. Franching verenin deneyim ve finansal desteği sayesinde, küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin rekabet
güçleri artmaktadır.rnFranching ağının homojen yapısı, franching veren ve franching alan arasında güçlü ve daimi bir işbirliği
sağlayarak, ürün ve hizmet kalitesinin devamını garanti altına almaktadır. Bununla birlikte, franching alanlar arasındaki rekabet,
tüketiciye, franching ağı içinde kendisi için en avantajlı olanı seçme fırsatı yaratmaktadır.rnAncak böylesine KOBİ'leri
geliştirici ve tüketicinin yararına bir sistem olan franching modeline Topluluk'da nasıl gelindiğinin üzerinde de durmak
gerekmektedir.rnTopluluk'ta franching anlaşmaları 70'lerin başında görülmeye başlandı ve çok hızlı bir şekilde de yayılmaya
başladı. Avrupa Topluluğu Rekabet Politikaları Üzerine Onbeşinci Rapor franching sistemini Avrupa'da hızla yayılan bir dağıtım
sistemi ve ticari yapılanma olarak nitelemiştir.rnTopluluk uygulamalarına bakıldığında, franching anlaşmaları önceleri Kurucu
Antlaşma'nın 85 ve 86. maddeleri kapsamında mütalaa edilirken, Adalet Divanı'na intikal eden davalar sonucuna bir grup muafiyeti
ihtiyacı doğduğuna kanaat getirilmiş ve ortaya 30 Kasım 1988 tarih ve 4087/88 Sayılı Franching Anlaşmaları'na İlişkin Grup
Muafiyeti Komisyon Tüzüğü çıkmıştır.rnAncak, franching anlaşmalarına ilişkin grup muafiyeti tüzüğü çıkana kadar bu tip anlaşmalara
ilişkin gerek Komisyon'un gerekse de Adalet Divanı'nın almış olduğu kararlar bazı soru işaretlerini de beraberinde getirmekteydi.
Ne de olsa bu kararlara dikey dağıtım sistemlerini düzenleyen mevcut mevzuat çerçevesinde varılmaktaydı ve ne tek elden dağıtım,
ne de tek elden satın alma anlaşmalarına ilişkin grup muafiyeti tüzükleri, franching gibi, bünyesinde fikri ve sınai mülkiyet
hakları ve know-how'lara ilişkin yetki devirleri içeren bir sistemi tam anlamıyla destekleyecek niteliklere sahip değillerdi. rnBu
dönemlerde en çok sorulan soru ise franching anlaşmalarının veya bu anlaşmaların içerisindeki bazı hükümlerin Kurucu Antlaşma'nın
85 (1) maddesi kapsamına girip girmediği; ve şayet giriyorsa bu anlaşmaların dağıtıma ilişkin diğer grup muafiyetlerinden
-özellikle de daha benzer hükümler içeren tek elden dağıtım anlaşmalarına ilişkin grup muafiyetinden- faydalanıp faydalanamıyacağı
idi.rnHer ne kadar franching veren teşebbüsler akdettikleri anlaşmaların rekabeti kısıtlamadığını veya kısıtlasalar bile mevcut
bir muaffiyetten faydalanabileceklerini iddia ettilerse de; Komisyon, o dönemde, bu iddiaları, franching anlaşmalarının bir
çoğunun, yapıları gereği mevcut Topluluk rekabet mevzuatına aykırı hükümler içereceğini ve bu aykırı hükümlerin de diğer grup
muafiyeti tüzükleri vasıtasıyla Kurucu Antlaşma'nın 85 (1) maddesi hükümlerinden muaf tutulamayacağı gerekçeleriyle dikkate
almamıştır. rnBununla birlikte, Komisyon'un dikkate aldığı konu ise, franching anlaşmalarının grup olarak Kurucu Antlaşma'nın 85
(1) maddesi hükümlerinden muaf tutulmasına yönelik olarak bu anlaşmaların 85 (3) maddedeki şartları yerine getirip getirmediğinin
belirlenmesi idi. İşte bütün bu tartışmalara Pronuptia vakası nokta koymuştur.rnKomisyon'un franching anlaşmalarıyla ilgili grup
muafiyet tüzüğünü hazırlarken yol gösterici olarak kullandığı bu içtihat, Alman mahkemelerinin olayı mesele-i müstehire yaparak
ATAD'a taşıması ile ortaya çıkmıştır.rnYarınki yazımızda devam edeceğiz