Türkiye Dünya Ticaret Teşkilatı Anlaşması'nın anti-damping ve anti sübvansiyon kodlarını imzalamıştır. Bu durumda artık damping
karnesi kabarık ülkeler arasından çıkma yoluna girmiştir. Bu sistemin en büyük özelliği uluslararası rekabette haksız rekabete yol
açmayan bir ticaret anlayışına sahip olmak ve haksız rekabet yaratan ithalata karşı kendi pazarını korumasıdır. Dış Ticaret
Müsteşarlığı İthalat Genel Müdürlüğü bünyesinde olası şikayetleri değerlendirebilmek için mükemmel bilgili ve aktif bir kadro
kurulmuştur. rnrnTürkiye uzun yıllar boyu Dünya'nın çeşitli ülkelerinin pazarlarında sürekli fiyat kıran ve bunun sonucunda da
anti-damping soruşturmaları ile muhattab olan bir sanayi bütününe sahipti. rnrnTürk sanayicisi elbette ki bu uygunsuz davranış
biçimini bilerek ve isteyerek yapmamıştır. rnrnO yıllardaki mevcut teşvik sistemimiz, zorunlu olarak sanayiciyi bu durumla karşı
karşıya bırakıyordu. rnrnVergi iadesinden, DFİF'lerden, ihracat taahhüdü ile muaf ithalattan, vb uygulamalardan ötürü sürekli
dampingli fiyatlarla piyasalara girmek durumu sözkonusuydu. rnrnAncak Dünya piyasalarından pay alabilmek için başkaca da bir yol
görünmüyordu. Zaman içerisinde sanayimiz kendini toparladı, artık gerek maliyetlerinde, gerek pazarlama stratejilerinde yaptığı
modern düzenlemeler ile gerçek rekabet avantajını yakalabildi. Elbetteki Türkiye'nin makro dengelerinde ortaya çıkan bazı
olumsuzluklar, rekabet gücünü sürekli kırmaktaydı. Ancak sanayici önünü görmeden iş yapmaya da alışmıştı, genel iktisat
teorilerinde yer almayan pek çok davranış biçimini kendi tecrübesiyle üretebiliyordu. rnrnGümrük Birliği'nin Son Dönemi
1.1.1996'da yürürlüğe girdi. rnrnBu dönemde normal koşullarda Türkiye'ye karşı Avrupa Topluluğu'nun anti-damping ve
anti-sübvansiyon soruşturması açmaması gerekiyordu. Ülkemiz modern bir Rekabet Kanunu'na kavuşturulmuştu. rnrnAncak Topluluk
Türkiye'nin teşvik sistemini kendi mevzuatına uyduracağından kuşkulu olduğu gibi rekabet yasasını da etkin bir biçimde
uygulayacağından kuşkuluydu. rnrnNitekim karşılıklı bilgilendirme esası getirilerek mevcut uygulamalara devam
edildi. rnrnTopluluk bu kaygılarında haklı çıktı. Türkiye, ne teşvik sistemini Topluluğunkine uydurdu, ne de Rekabet Kanununu
çalıştırabildi. rnrnAncak kendi sanayini daha iyi haksız rekabete karşı koruyabilmek üzere modern bir ithalatta haksız rekabeti
önleyici düzenlemeyi yürürlüğe aldı. Artık ülkemizde bir mektupla, bir basit başvuru ile ithal bir ürüne soruşturma açılması
keyfiyetinden vazgeçildi. rnrnDış Ticaret Müsteşarlığı, Avrupa Komisyonu ilgili dairesine taş çıkartacak bir eleman kadrosunu
yetiştirdi. Uzmanlar, ülkemizi Dünya Ticaret Teşkilatı önünde zor durumlara sokmayacak nitelikte soruşturma ve araştırma yapacak
düzeye getirildi, gerekli teknik altyapı hazırlandı. rnrnBütün bu uygulamalar sevindirici. rnrnAncak Türk sanayicisi davalı
koltuğundan kalkıpta davacı koltuğunu geçmeye henüz alışamadı belki de... rnrnBugün ithalatta haksız rekabete yol açan o kadar
çok ürün var ki Türk piyasasında... rnrnSanayicimizin ithalatta haksız rekabetle karşılaştığı durumlarda çekinmeden meselenin
üzerine gitmesi gerekiyor. Kamu bürokrasisi yardımcı olmaya hazır, konuya ilişkin sanayiciye yardımcı birçok hukuk bürosu
mevcut. rnrnDünya pazarlarında temiz rekabetçi ülke konumuna gelmemiz biraz daha zaman alacaktır. Ama kendi pazarımızı da bu
süreç içerisinde korumamız gerekmektedir. rnrnTopluluk pazarı ile bütünleşen Türkiye'nin gümrük birliği alanının delinmemesi için
üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerekiyor.rnrnBurada da iş öncelikle sanayiciye düşüyor. rnrnMajor'un Alternatif AB
Formülleri rnrnÇok hızlı Avrupa için yürütülmekte olan görüşmeler John Major'un yeni yaklaşımı ile şekil değiştireceğe
benziyor.rnrnJohn Major son olarak yaptığı açıklama ile, Haziran ayı sonlarında Amsterdam'da, AB'nin kurumsallaşmasına yönelik
alınması tasarlanan kararlar için üye devletlerin fikir birliğine varmalarını kolaylaştırıcı bir formül bulduğunu belirtti. Ancak
teklifi ile ilgili ayrıntılı açıklamalarda bulunmadı, sadece bu yeni görüşme stratejisi ile İngiltere gibi AB'nin belirli
politikalarına uyum sağlayıp, sosyal politika gerekleri ve tek para birimi gibi konularda Birliğin dışında kalma taraftarı olan
üyelerin Avrupa iş piyasalarında kaybetmeleri muhtemel önemlerini kazanacaklarını sözlerine ekledi. rnrnMajor'un AB ile
görüşmeler konusunda bu kadar yapıcı ve hevesli bir yaklaşım içerisinde bulunması, yaklaşan seçimlerde Muhafazakarların AB
konusunda atılımlarda bulunmayı tasarlayan Tony Blair karşısında oy kaygısı taşımalarına bağlanabilir.rnrnMajor'un açıklamasında
değindiği konulardan bir diğeri de AB üyeleri içerisinde Almanya ve Fransa'nın başını çektikleri küçük bir grubun parasal ve
ekonomik birliğe geçiş sürecinde diğer ülkeleri dışarıda bırakacak şakilde iki hıklı bir yaklaşım içerisinde bulunmaları
oldu. rnrnAB'nin genişlemesinin önlenemez bir olgu olduğunu vurgulayan Major, üye devletlerin sayılarının artması ile birlikte,
üzerinde görüşme ve tartışmaları süren kurumsallaşma çalışmaları ile daha sıkı bir yapıya sahip olacak bir AB'nin ihtiyaçları
karşılayamayacağı görüşünde olduğunu belirtti. Major, Almanya gibi üyelerin de esnek bir AB'den bahsettiklerini ancak bunun sözünü
ettiği esneklikle hiçbir ilgisi olmadığını da sözlerine ekledi. rnrnMajor, başarılı bir bütünleşme için üye devletlerin ilgi
duydukları politikalara uyum sağladıkları, ancak iç politika öncelikleri gözönüne alındığında tıpkı İngiltere'nin tercih ettiği
gibi sosyal politikanın veya tek para birimi uygulamasının dışında kalabilecekleri bir yapının oluşturulmasının gerekli olduğuna
inanıyor. rnrnYeniden görüşme tezine karşı AB ile pazarlıkta yeni görüşme stratejisini savunan İngiltere'nin, Amsterdam'da, tıpkı
Maastricht'te yaptığı gibi kabul etmeyeceği politikaların dışarısında kalma başarısını yine aynı stratejiyi kullanarak elde etmeye
çalışacağı düşünülüyor. rnrn"Euro" nun Anahtarı Avrupa Parasal Birliği' nin Sermaye Piyasasının Elinde rnrnAvrupa Para
Enstitüsünden yapılan açıklamada, tek Avrupa para biriminin (Euro) Amerikan doları ile rekabet edebilmesinin büyük ölçüde, sermaye
piyasalarında Euro üzerinden işlem yapılabilmesine bağlı olduğu bildirildi. rnrnEnstitü Başkanı Alexandre Lamfalussy gazetecilere
yaptığı açıklamada, ancak Parasal Birliğe dahil olacak ülkeler arasında Euro ile borçlanabilmeleri konusunda uyum sağlanabilmesi
durumunda, Amerikan dolarına alternatif yatırım aracı haline gelebilecek olan Euro'ya bağlı sermaye piyasasının hızlı ve etkili
bir şekilde gelişebileceğini ifade etti. rnrnEkonomistlere göre de, AB ülkelerinden bir kısmının bile Euro'ya geçiş yapmaları
Avrupa' nın ABD' den sonra dünyanın en büyük ikinci sermaye piyasası haline gelmesine yol açabilecek. rnrnHalen Avrupa' nın
birçok finans merkezi geniş Avrupa sermaye pazarı oluşturmaya çalışmakta ve Frankfurt, Londra ve Paris arasında bu konudaki
rekabet giderek kızışmakta. Merkezi Paris'te bulunan ve vadeli işlemler piyasasında önemli bir yere sahip olan MATIF SA'nın,
Euro'nun yürürlüğe gireceği muhtemel tarih olan 1.1.1999'dan itibaren finansal sözleşmelerden komisyon almaya başlayacağı
bildirildi. Ayrıca, Londra'daki Uluslararası Vadeli İşlemler Borsası (LIFFE) kısa bir süre önce Şikago Ticaret Borsası ile,
LIFFE'nin üç ay vadeli sözleşmelerinde sürekli alım satım yapılmasına imkan tanıyan bir bağlantı oluşturulması konusunda anlaşmaya
vardı. Bunun Avrupa' daki en likit enstrüman olduğu belirtiliyor.rnrnAlmanya' da da Aralık ayında, finans ve sanayi temsilcileri
bir finans merkezi olan Frankfurt' un rekabet gücünü artıracak değişiklikler ve reformlar üzerinde çalışacak bir Çalışma Grubu
oluşturdular.rnrnAncak gözlemcilere göre AB ülkelerindeki ulusal sermaye piyasalarının derinliği ve akışkanlığı arasındaki
farklılıklar tek bir Avrupa sermaye piyasasına hızlı geçişi güçleştirebilecek nitelikte. Ayrıca, bu çerçevede Avrupa Merkez
Bankası'nın enflasyonla mücadelede güçlü bir unsur olarak algılanması gerektiğinin çok önemli olduğunun da altı
çiziliyor. rnrnBütün bu unsurlarla birlikte 1999 yılının ekonomik koşulları, Euro'nun Dolar karşısındaki gücünü
belirleyecek. rnrnDüşük fiyatlı Polivinil Alkol'ün son durağı Türkiye rnrn1996 yılı Eylül ayı içerisinde ABD tarafından Uzak
Doğu menşeli polivinil alkol için konmuş olan anti damping vergileri, sözkonusu malın büyük miktarlarda AB pazarına girmeye
başlamasına yol açtı. rnrn Amerikan Dış Ticaret Komisyonu (ITC) tarafından açıklanan ve Japonya, Çin ve Tayvan'daki üreticilere
yönelik %116 ve %20 arasında değişen oranlarda uygulanmaya başlayan vergiler, Amerikan pazarının adı geçen ülkelere kapandığının
göstergesi olarak gözüküyor. Bu şartlar altında anti damping vergisine maruz kalan üreticiler yeni pazarlara yönelmek durumunda
kalacaklar. rnrnrnTekstil, tutkal, seramik ve boya sanayilerinde yaygın olarak kullanılan polivinil alkol, kullanım alanlarından
da anlaşılacağı üzere Türkiye'de sözkonusu sanayilerin hammaddesi konumunda yüksek oranlarda kullanılmakta. 1995 yılından beri
Türkiye'de polivinil alkol üretimini gerçekleştirilmekte.Yaklaşık üç yıldır sözkonusu mamulün Japonya, Çin ve Tayvan'dan haksız
rekabete yol açacak fiyatlarla Türkiye'ye girmesinden yerli üreticiler mağdur olmakta. Türkiye'nin tüm polivinil alkol ihtiyacını
karşılayabilecek kapasiteye sahip olan tesislerin haksız rekabet yüzünden çok düşük kapasiteyle çalıştığı belirtiliyor.