• Rekabet Hukuku / Rekabet Bülteni

  • Sayı : 13 / Yıl : 2005

  • AB’de Devlet Yardımları ve Türkiye’de Devlet Yardımları Rejiminin Geleceği

  • AB’de Devlet Yardımları ve Türkiye’de Devlet Yardımları Rejiminin Geleceği
    Hande GÖKSOY
    TÃœSİAD Şirket İşleri Bölümü ve Rekabet Çalışma Grubu


    A. Avrupa Birliği’nde Devlet Yardımları

    1. Genel Hükümler
    Devlet yardımları rejimi, ekonomide rekabet koşullarını etkileyen, kamu ile özel işletmeler arasındaki rekabetin şartlarını saptayan bir mevzuat çerçevesi oluşturmaktadır. Avrupa Birliğinde devlet yardımlarının denetimi, adil rekabet ortamının oluşturulmasının ana şartı olarak göze çarpmaktadır. Nitekim AB’de devlet yardımlarının denetimi için uluslarüstü bir mekanizma kurulmuştur. AB’de devlet yardımları konusu, Topluluk hukukunun en hassas alanlarından birini teşkil etmektedir. Roma Antlaşması’nın 87 ve 88 inci maddelerinde düzenlenen devlet yardımları, gerek Komisyon kararları gerek ATAD içtihatları çerçevesinde yoğun bir şekilde tartışılmış ve zaman içinde Komisyon tarafından sıkı takibe alınmıştır. Bu itibarla, öncelikle devlet yardımlarının hukuki bazının değerlendirilmesi önem arz etmektedir.

    Roma Antlaşması’nın 87. maddesinin 1. paragrafı ile: “her türlü şekilde verilen ve bazı teşebbüslere veya bazı malların üretimine avantaj sağlamak suretiyle rekabetin bozulmasına veya bozulması tehdidine yol açan yardımların, Ãœye Devletler arasındaki ticareti etkilediği ölçüde, ortak pazarın düzenli işleyişi ile bağdaşmayacağı†hüküm altına alınmaktadır. Hüküm yardımın kaynağından ve etkisinden bahsetmekte, ancak yardımın bir tanımını veya yasakladığı yardım tiplerinin bir listesini yapmamaktadır. Topluluk yargı ve karar organlarının içtihatları incelendiğinde, “devlet veya devlet yetkili kurumları tarafından, bazı işletmelere herhangi bir karşılık talep etmeksizin veya talep edilen karşılık edinilen faydanın gerçek değerini yansıtmaksızın sağlanan tüm avantajların†devlet yardımı olarak kabul edildiği görülmektedir.

    Dolayısıyla, gerek herhangi bir işletmeye devlet kaynaklarının aktarılması, gerek olağan koşullarda işletme tarafından karşılanması gereken herhangi bir giderin veya borcun devlet tarafından ifa edilmesi devlet yardımları kapsamında değerlendirilmektedir.

    Ayrıca, yardım doğrudan devlet tarafından sağlanabileceği gibi devlet tarafından tayin edilen kurum veya kuruluşlar tarafından da verilebilmektedir. Devlet terimi ile gerek merkezi yönetim organları gerek yerel ve bölgesel merciler kastedilmektedir.

    Keza, yardımın sağlanması için devlet tarafından tayin edilen kurum ve kuruluşların yapısı da önem taşımamaktadır. ŞÃ¶yle ki, yardım, kredi kurumları, meslek örgütleri ve hatta ticari şirketler tarafından sağlanabilir. Sağlanan avantajın devlet yardımı olarak değerlendirilmesi için temel alınan ölçüt, söz konusu yardımın devlete isnat edilebilir olması ve devlet kaynaklarından karşılanmasıdır. Yardımın devlete isnat edilebilmesi için, avantajı sağlayan kurum veya kuruluşun özerk bir şekilde değil, devletin yönlendirmesi altında hareket etmesi gerekmektedir. Ayrıca, yardımın devlet kaynaklarından karşılanması kuralı ile sağlanan avantajın, devlet bütçesinden ilave tahsisat yapılması veya normal koşullar altında Devlet tarafından tahsili gereken bir meblağın tahsil edilmemesi kastedilmektedir.

    Devlet yardımının ne şekilde ve/veya ne amaçla sağlandığı hususları da önem taşımamaktadır. Sübvansiyonlar, faizsiz veya düşÃ¼k faizli krediler, faiz ödemelerinin devlet tarafından karşılanması, ayrıcalıklı koşullarda sağlanan devlet garantileri , vergi muafiyetleri, ayrıcalıklı koşullarda gerçekleştirilen mal ve hizmet tedariki, normal piyasa koşulları çerçevesinde kabul edilemez nitelikteki sermaye aktarımları devlet yardımı kapsamında değerlendirilmektedir.
    Ayrıca, sağlanan yardımın seçici bir yapı taşıması, başka bir ifade ile bazı teşebbüsleri veya bazı malların üretimini kayırıp kayırmadığı da göz önünde bulundurulmaktadır. Genel anlamda, sektör bazında ayrıma gidilmeksizin, bir üye devlette faaliyet gösteren tüm işletmelere avantaj sağlayan ekonomi tedbirleri devlet yardımları kapsamında değerlendirilmemektedir.

    Sağlanan devlet yardımının Roma Antlaşması’nın 87/1 maddesi kapsamında değerlendirilmesi için, Ãœye Devletler arasındaki ticareti etkileyip etkilemediği de dikkate alınmaktadır. Bu çerçevede, örneğin, Topluluk-içi ticarete konu olmayan ve yalnızca yerel piyasaya yönelik ürün ve hizmetlere sağlanan devlet yardımları, RA’nın 87/1 maddesi ile getirilen devlet yardımlarına ilişkin genel yasaklama kuralının dışında tutulmaktadır. Ayrıca bir devlet yardımının 87. madde kapsamında değerlendirilmesi için rekabet üzerindeki etkinin kayda değer olması gerekmektedir. Uzun bir süreden sonra Komisyon, “de minimis non curat lex†kuralını benimsemiştir. Üç yıllık toplam 100.000 Euro tutarının altındaki yardımlar 87. madde kapsamının dışındadır.

    Yukarıda da değinildiği gibi, Roma Antlaşması’nın 87/1 maddesi, devlet yardımlarının net bir tanımını vermemektedir. Tanım yokluğu, Komisyon’un bugün doktrinde oldukça geniş olarak nitelendirilen bir devlet yardımı kavramı yorumuna ve bu yorum çerçevesinde RA madde 88’e göre uygulama yapmasına neden olmuştur.

    Gerçekten, Komisyon, devlet yardımları kavramını sadece sübvansiyonlar gibi pozitif yardımlar için değil, aynı zamanda mali yükleri hafifleten tedbirleri de içerecek şekilde yorumlamıştır.

    Komisyon, uzun bir süre, kamu maliyesi açısından bir yük getirmemekle beraber, belirli işletmelere veya sektörlere birtakım yararlar getiren tedbirlerin de devlet yardımı kapsamında yorumlanması tutumunu benimsemiştir.

    Öte yandan, Komisyon-Fransa davasında da değerlendirildiği üzere, Komisyon, kamu maliyesine yük getirmeyen tedbirler bakımından RA madde 87/1’in yetersiz kaldığını savunarak, Roma Antlaşması’nda bulunmayan yeni bir kavramı, devlet yardımına eş etkili tedbir kavramını geliştirmiştir. Komisyon’un ilk iki Devlet Yardımları Raporu’nda devlet yardımlarının yorumuna ilişkin farklılıklar göze çarpmaktadır. İlk araştırma raporunda Komisyon, “tüm yardımların kamu otoriteleri açısından bir maliyeti veya gelir kaybını ve yardımdan faydalananlara sağlanan bir yararı ifade ettiğini†vurgulayarak (veya yerine kullanarak), bir kamu tedbirinin her halükarda kamu maliyesine bir yük getirmesi gereğine işaret etmiştir.

    2. Devlet Yardımlarına İlişkin Yasaklamaların İstisnaları

    Roma Antlaşması devlet yardımlarının ortak pazarın düzenli işleyişi ile bağdaşmadığı ilkesini hükme bağlamakla birlikte, Anlaşmanın 87. maddesinin 2. ve 3. paragraflarında, söz konusu genel kuralın dışında değerlendirilmesi gereken devlet yardımları tahdiden belirtilmektedir.

    Sözkonusu istisnaların varlığı bir denetim mekanizmasının ihdas edilmesini de zorunlu kılmıştır. Bu bağlamda, Ãœye Devletler tarafından sağlanması tasarlanan tüm devlet yardımlarının AB Komisyonu’na bildirimi gerekmektedir.

    Komisyon vaka bazında sağlanacak yardımın istisna kapsamına girip girmediğini incelemekte ve yardımın verilmesine tamamen veya kısmen izin verebilmekte, ya da yardımın verilmesini yasaklayabilmektedir.
    Ayrıca, sözkonusu istisnai durumların dar bir şekilde yorumlanması gerekmektedir. Başka bir deyişle, Komisyon’un anılan istisnaların dışına çıkması, yani ilgili Anlaşma maddelerince açıkça hükme bağlanan durumların dışında devlet yardımlarına izin vermesi mümkün değildir.

    Roma Antlaşması’nın 87. maddesinin 2. paragrafında bazı devlet yardımlarının ortak pazarın işleyişi ile resen bağdaşacağı kabul edilmektedir.
    Bu bağlamda,
    • ilgili ürünlerin menşeine dair ayrımcılık yapılmamak kaydıyla münferit tüketicilere verilen sosyal amaçlı yardımlar;
    • doğal afetler ve olağanüstü hallerde ortaya çıkan hasarın giderilmesi için verilen yardımlar;
    • Almanya’nın bölünmesinin yarattığı ekonomik olumsuzlukların telafisi için gerekli olduğu ölçüde, bu bölünmeden etkilenen Almanya Federal Cumhuriyeti’nin bazı bölgelerine sağlanan yardımlar ortak pazarın düzenli işleyişi ile bağdaşır kabul edilmektedir.

    Yukarıda belirtilen tahdidi hükümler çerçevesinde, öngörülen kurallara uygun olarak verilen yardımların Komisyon tarafından reddedilmeleri söz konusu değildir.

    Bir diğer ifade ile, Anlaşmanın 87. maddesinin 2. paragrafı çerçevesinde, Komisyon takdir yetkisine sahip değildir. Ancak, tüm devlet yardımı projelerinin olduğu gibi, 87. maddenin 2. paragrafında belirtilen yardımların da Komisyon’a bildirilmesi gerekmektedir.

    Böylelikle, ilgili yardımın yerindeliğini ve uygunluğunu takdir yetkisine sahip olmayan Komisyon, yalnızca verilen devlet yardımının gerçek anlamda öngörülen istisnalar kapsamına girip girmediğini denetleyecektir.

    Anlaşmanın 87. maddesinin 3. paragrafında, ortak pazarın düzenli işleyişi ile bağdaşır kabul edilebilecek devlet yardımlarına yer verilmektedir. 2. paragraftan farklı olarak, Komisyon’un 3. paragraf çerçevesinde tahdiden belirlenen yardımların uygunluğunu takdir etme yetkisi bulunmaktadır.
    Bu çerçevede;
    • yaşam standardı anormal derecede düşÃ¼k olan ve ciddi işsizlik sorunu bulunan bölgelerde ekonomik kalkınmayı teşvik etmek için verilen yardımlar;
    • Avrupa ortak menfaati ile ilgili önemli bir projenin yürütülmesi veya herhangi bir Ãœye Devletin ekonomisinde meydana gelen ciddi bir bozukluğun ortadan kaldırılması için verilen yardımlar;
    • ticari ilişkileri ortak çıkarlara zarar verecek ölçüde etkilememek koşuluyla, bazı ekonomik faaliyetlerin kalkınması hedefi gözetilerek verilen yardımlar;
    • kültürel değerlerin ve mirasın korunmasını amaçlayan yardımlar ortak pazarın düzenli işleyişi ile bağdaşır kabul edilebilecektir.

    Ayrıca Komisyon’un tavsiyesi üzerine, Avrupa Parlamentosu’nun görüşÃ¼ alındıktan sonra, Konsey tarafından belirlenecek diğer yardım türleri de 87. maddenin 3. paragrafı kapsamında değerlendirilebilecektir.

    Yukarıda da belirtildiği üzere, Komisyon’un Roma Antlaşması’nın 87. maddesinin 3. paragrafı çerçevesinde sağlanan devlet yardımlarının uyumluluğunu takdir yetkisi bulunmaktadır. Anılan maddenin söz konusu paragrafının (a) ve (c) fıkralarında belirtilen istisnai durumlar başta olmak üzere, Komisyon, devlet yardımlarının ortak pazara uygunluğunu değerlendirirken hangi ölçütleri temel alacağını, başka bir ifade ile, takdir yetkisini hangi kurallar çerçevesinde kullanacağını, gerek ilgili kişi ve kuruluşların hukuki haklarının güvence altına alınması, gerek denetim mekanizması çerçevesinde arzulanan şeffaflığın elde edilebilmesi için kamuoyuna açıklamaktadır.

    Bu çerçevede, Roma Aantlaşması madde 87/3’ün kapsamına giren bölgesel, yatay ve sektörel yardımların hangi kıstaslar esas alınarak değerlendirileceği hususu, yönetmelikler, direktifler, duyurular, çerçeve kararları, Ãœye Devletlere iletilen mektuplar vb. vasıtasıyla tespit edilmiştir.

    Burada Roma Aantlaşması’nın 189. maddesi uyarınca, Ãœye Devletlerin yönetmelikler ile hüküm altına alınan kurallarla öngörülen çerçeve ve esaslara sadık kalmak suretiyle uymak zorunda oldukları, direktifler çerçevesinde ise yalnızca belirlenen hedefinin gerçekleştirilmesinin şart koşulduğu vurgulanmalıdır.

    Tebliğler, çerçeve kararları ve diğer bildirimler ise anılan 189. maddede öngörülmeyen sui generis (nevi şahsına münhasır) hukuki işlemlerdir ve prensipte yasal yönden bağlayıcı değillerdir.

    Söz konusu hukuki işlemlerin bağlayıcı bir nitelik kazanmaları için Ãœye Devletler ile Komisyon arasında şekli ve kesin bir anlaşmaya konu olmaları gerekmektedir. Bağlayıcı nitelik taşınmaması, söz konusu hukuki işlemlerle (yönetmelik, direktif, duyuru, çerçeve kararı vb.), sağlanması tasarlanan devlet yardımlarının bildirim mecburiyetini ortadan kaldırmamaktadır.

    Dolayısıyla, tahsisi öngörülen tüm devlet yardımlarının Komisyon’a bildirilmesi ve Komisyon bildirilen tasarıyla ilgili kararı alıncaya kadar, ilgili işletmelere devlet yardımı sağlanmaması gerekmektedir.

    B. Türkiye’de Devlet Yardımları Rejiminin Geleceği
    Türkiye bir taraftan Gümrük Birliğini tesis eden 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile diğer taraftan Ulusal Program ile AB mevzuatına uygun bir devlet yardımları rejimi benimseme ve uygulama yükümlülüğünü üstlenmiş bulunmaktadır. Türkiye’nin Gümrük Birliğinden kaynaklanan sorumlulukları bugün için geçerli olan ancak kapsamı itibariyle Gümrük Birliğinin kapsamı ile sınırlı yükümlülüklerdir. Başka bir deyişle, ülkemiz bakımından AB devlet yardımları rejimine uyum bugün için yalnızca sanayi sektörünü ilgilendiren ve örneğin hizmetler sektörünü içermeyen bir mükellefiyettir. Ulusal Program ile bu yükümlülüğün sınırları sanayi sektörü dışında diğer ekonomik faaliyet alanlarına şekilde genişletilmiş ancak uyum zamana yayılmıştır. Öte yandan Gümrük Birliği Kararının 44. maddesi uyarınca devlet yardımlarının bağımsız bir otorite tarafından denetlenmesi aynı zamanda AB’nin ülkemiz ihracatını engelleyen anti-damping uygulamalarını yürürlükten kaldırması için de bir ön şart olarak ortaya çıkmaktadır.

    Sonuç olarak ülkemizin bu alanda AB sistemine uyumlu bir rejimi benimseme ve uygulama yükümlülüğü bulunmaktadır. Ancak AB’ye tam üye olmadan bu rejimin uygulanmasında bazı güçlüklerle karşılaşılabileceği ifade edilmelidir. Zira AB sistemi üye ülkelerin Roma Antlaşması ile egemenliklerini ortak bir havuza devretmesiyle, bu egemenlik haklarının kullanımı için ortak Avrupa kurumları ihdas etmiştir. Roma Antlaşması bu sayede nevi şahsına münhasır bir uluslarüstü düzen yaratmıştır. Bu düzen sayesinde AB hukukunun ulusal hukuka üstünlüğü kabul edilmiştir.

    Oysa ki Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerde henüz bu aşamaya gelinmemiştir. Bu nedenle AB içerisinde ve dolayısıyla uluslarüstü seviyede yürütülmek üzere tasarlanmış bir sistemi alıp bu kez ulusal veya uluslararası seviyede tatbik etmek bazı güçlükleri de beraberinde getirmektedir. Nitekim Gümrük Birliği kapsamındaki ortak ticaret politikasının yürütülmesinde ortaya çıkan bazı güçlükler uluslarüstü bir modelin ulusal düzeyde uygulanmaya çalışılmasından kaynaklanmaktadır. AB’ye uyum amacıyla ülkemizde devlet yardımları alanında yürürlüğe konması öngörülen yeni düzenlemede de bu hususun gözönüne alınması gerekmektedir. AB’ye tam üye olmadan AB devlet yardımları rejimiyle uyumlu bir ulusal düzenlemenin yürürlüğe konulmasının, her ne kadar bunun gerekli ve faydalı olduğu hususunda bir anlayış birliği mevcut olsa da, ortaya çıkarabileceği bazı zorluklara işaret edilmesinde fayda mütalaa edilmektedir.

    1.Kapsam

    Avrupa rekabet politikası, Ãœye Ãœlkeler arasındaki ticareti etkileyen rekabet ihlallerine uygulanmaktadır. Oysa ki 4054 sayılı Rekabet Kanunu, Türkiye’de etkisini gösteren bütün rekabet ihlallerini kapsamına almıştır ve bu haliyle aslında Türkiye’nin AB’ye olan yükümlülüklerinin ötesine geçmiştir. Rekabet Kurumu, Türkiye-AB ticaretini etkilemeyen rekabet ihlalleri bakımından da yetkili kılınmış ve doğru olan yapılmıştır.
    Benzer bir durum devlet yardımları rejimi bakımından da geçerlidir. AB’de devlet yardımlarında, Topluluk içi ticareti etkilemesi halinde Avrupa Komisyonu’nun denetim yetkisi mevcuttur. Topluluk içi ticareti etkilemeyen ulusal devlet yardımları, Avrupa Komisyonu tarafından denetime tabi tutulmamaktadır.
    Türkiye’de yürürlüğe konacak devlet yardımlarının denetimine ilişkin yeni düzenlemede, denetim yükümlülüğünün bağımsız bir idari otoriteye verilmesi gerekmektedir. Ancak bu noktada hatırda tutulması gereken birkaç husus vardır.

    a) Devlet yardımı AB terminolojisinde Türkiye’de bugün uygulanan teşvik rejiminin çok ötesine geçen ve çok daha farklı uygulama ve aktörleri bünyesinde barındıran bir rejimdir. Örneğin Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu hakkındaki bir kararı, Merkez Bankasının bir bankaya likidite sağlama kararı, bir yerel yönetimin arazi tahsis etmesi veya otopark işletmesini özel bir operatöre devretmesi, Hazine’nin seçilmiş özel sektör projelerine garanti vermesi, Bakanlar Kurulunun belirli sektörleri hedef alan vergi kolaylığı düzenlemeleri, Maliye Bakanlığının bazı özel sektör firmalarının KDV borçlarına erteleme kolaylığı getirmesi gibi tahdidi olarak sınırlanması mümkün olmayan ve olay bazında değerlendirmeye ihtiyaç duyulan birçok uygulama devlet yardımı olarak mütalaa edilecektir. Bağımsız İdari Otoritenin işte bütün bu uygulamaları izlemesi, denetlemesi, değerlendirmesi, bazı hallerde görüş bazı hallerde onay vermesi gerekecektir. Bu görevin layıkıyla yerine getirilmesinin doğuracağı iş yükü izahtan varestedir.
    b) Kaldı ki işin bir de bildirim dosyalarının sonuca bağlanması boyutu bulunmaktadır. Bu değerlendirmenin ise kısa sürede yapılması elzem olacaktır. Zira devlet yardımı alan bir teşebbüsün sonradan bunu iade etmek zorunda bırakılması istenmeyen bir netice olarak görülmelidir.

    Bu nedenlerle AB ülkelerinin hiçbirinde Avrupa Komisyonu haricinde devlet yardımlarını denetleyerek onaylayan bir bağımsız kurum bulunmamaktadır. Aslında bu sorunlara çözüm olarak ilk bakışta bir “de minimis†uygulaması düşÃ¼nülebilir. AB’de uygulanan ve üç senelik toplam maddi değeri eşik değerin altında kalan devlet yardımları uygulamalarını denetim dışı bırakan rejim benimsense dahi bu husus Kurumun iş yükü açısından önemli bir rahatlama sağlamayacaktır. AB’den daha yüksek ve dolayısıyla daha farklı bir “de minimis†eşiği getirmek ise, AB mevzuatına uyum mükellefiyetimizle çelişecektir.

    2. Değerlendirme Kriterleri

    AB modelinin ulusal düzeyde uygulanmasında ortaya çıkabilecek bir diğer sorun da değerlendirme kriteridir. AB’de Avrupa Komisyonu bir devlet yardımı program veya eyleminin, Topluluk ortak pazarıyla uyumlu olup olmadığına karar vermektedir. Bu değerlendirmeyi yaparken Komisyon, Roma Antlaşmasının 87. maddesinin 3. fıkrasında ifadesini bulan ilkeleri temel almaktadır. Bu ilkeler ulusal menfaat yerine Topluluk menfaatini ön plana çıkarmaktadır. Ãœye Devletler Roma Antlaşmasına taraf olmakla bu tercihi yapmışlar ve Komisyonun bu anlamdaki denetimini kabullenmişlerdir. Bu tercihlerinin bir sonucu olarak Ãœye Ãœlke hükümetleri yalnızca kendi siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel öncelikleri doğrultusunda bir teşvik politikası izleme yeteneğini kaybetmişler ve onun yerine AB’nin bir bütün olarak siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel öncelikleri doğrultusunda şekillenecek bir teşvik politikasına taraf olmayı kabullenmişlerdir.

    Türkiye’de ise Roma Antlaşması ile Avrupa Komisyonuna verilen bu denetim yetkisi ve gene bu Antlaşma ile belirlenen değerlendirme kriterinin Yasa ile Bağımsız İdari Otoriteye verilmesi öngörülmektedir. Ancak bu yasada yer alacak değerlendirme kriterleri ne olacaktır? Başka bir deyişle Bağımsız Otorite, devlet yardımlarının denetimini yaparken piyasadaki rekabet dışında hangi faktörleri gözönüne alacaktır? Piyasadaki rekabeti bozan bir devlet yardımına hangi şartlarda onay verecektir? Öte yandan Roma Antlaşmasında Konseye, Gümrük Birliği Kararında da Ortaklık Konseyine yeni yardım türlerini belirleme imkanı tanınmıştır. Türkiye’de öngörülen düzenlemede ise bu imkan kime tanınacaktır? Yürütmeye tanınması halinde, yürütme Bağımsız Otoritenin ön denetim ve denetiminin etkisini erozyona uğratabilecek bir imkana kavuşacaktır. Yasamaya tanınması halinde ise, yürütmenin bu kısıtlamayı kabul edip etmeyeceği kuşkuludur.
    SONUÇ

    1. Temel Tespitler

    1. İlk bölümde belirtildiği gibi AB'de devlet yardımlarının kesin bir tanımı yoktur. Roma Anlaşması’nın ilgili maddelerinde, yardımın kaynağı ve etkilerinden bahsedilmekte, ancak yardımın bir tanımı veya yasakladığı yardım tiplerinin bir listesi yapılmamaktadır. Topluluk yargı ve karar organlarının içtihatları incelendiğinde, “devlet veya devlet yetkili kurumları tarafından, bazı işletmelere herhangi bir karşılık talep etmeksizin veya talep edilen karşılık edinilen faydanın gerçek değerini yansıtmaksızın sağlanan tüm avantajların†devlet yardımı olarak kabul edildiği görülmektedir. Yine de, devlet yardımları temelde iki kategoride incelenebilir:
    a. Müktesebatta açıkça adı geçen devlet yardımları (Ar-ge; yatırım; eğitim hibeleri vs.)
    b. Uygulama sonucunda komisyonca devlet yardımı olarak kabul edilenler (kredi ve garantiler; danışmanlık hizmetleri; sanayi bölgeleri; vergi, sosyal güvenlik ve benzeri ödemelerin ertelenmesi; kamu işletmelerinin görev zararlarının ödenmesi; kamu işletmelerinin özelleştirilmesi önünde harcamalar; arsa ve arazilerin ucuz fiyatla/bedelsiz tahsisi; vergi istisnaları vb.)
    2. AB'de teşvik araçları dünya uygulamalarına paralellik gösterir çünkü tanımı ve uygulama gücünü Dünya Ticaret Örgütü kurallarından alır. Türkiye'de de devlet yardımları gelecekte bu üç aracın izin verdiği ölçüde olacaktır. Yukarıdaki yardım tiplerinden anlaşılacağı üzere AB'de teşvikler başlıca üç şekilde verilmektedir:
    a. Vergi indirimi / alınmaması
    b. Faizin sübvansiyonu
    c. Nakit tahsisi (sermayeye katkı, ortak yatırım)
    3. Yine DTÖ kural ve uygulamaları çerçevesinde, dünyada ve AB’deki genel trend sektörel teşviklerin değil, bölgesel teşviklerin artması yönündedir.
    4. Türkiye'de devlet yardımları rejiminin geleceğine baktığımızda, Türkiye'nin 1/95 sayılı ortaklık konseyi kararının 34. maddesine göre yükümlülüğü vardır: “Topluluk üyesi devletlerin veya Türkiye’nin herhangi bir biçimde Devlet kaynaklarını kullanarak sağladıkları ve belli girişimlerin kayrılması veya belli ürünlerin üretimlerinin özendirilmesi sureti ile rekabeti aksatan veya aksatma tehlikesi olan her tür yardım, Topluluk ile Türkiye arasındaki ticareti etkilediği ölçüde Gümrük Birliği’nin iyi işleyişi ile bağdaşmazâ€. Bu madde, tahsis edilmemesi gereken devlet yardımlarını tanımlamada AB müktesebatına tamamen paralellik arz etmekte, aykırılık noktasını ise Gümrük Birliği’nin işleyişi ile bağdaşmama olarak tespit etmektedir. 1999’da Helsinki Zirvesi’nde AB üyeliğine aday olduğumuz açıklandıktan sonra 2001’de kaleme alınan ve 2003’de güncelleştirilen AB müktesebatının üstlenilmesine ilişkin Türkiye Ulusal Programı’ndaki konuya ilişkin taahhütlerimiz de henüz yerine getirilmemiştir.
    5. AB'de uluslarüstü bir otorite olan komisyon üye devletlerin, devlet yardımlarını denetlemektedir. Türkiye'den beklenen müzakere sürecinde teşebbüslere AB'ye uygun teşvik sistemi uygulaması ve bu teşviklerin rekabetin bozulmasına neden olmamasını denetlemesidir.
    6. Roma Antlaşması devlet yardımlarının ortak pazarın düzenli işleyişi ile bağdaşmadığı ilkesini hükme bağlamakla birlikte, Anlaşmanın 87. maddesinin 2. ve 3. paragraflarında, söz konusu genel kuralın dışında değerlendirilmesi gereken devlet yardımları belirtilmektedir. Sözkonusu istisnaların varlığı bir denetim mekanizmasını zorunlu kılmıştır. Bu bağlamda, Ãœye Devletler tarafından sağlanması tasarlanan tüm devlet yardımlarının AB Komisyonu’na bildirimi şarttır. Komisyon’un RA 87/3. paragrafı çerçevesinde sağlanan devlet yardımlarının uyumluluğunu takdir yetkisi bulunmaktadır. Dolayısıyla, tahsisi öngörülen tüm devlet yardımlarının Komisyon’a bildirilmesi ve Komisyon’un bildirilen tasarıyla ilgili nihai kararı alıncaya kadar, ilgili işletmelere devlet yardımının sağlanmaması gerekmektedir.

    2. Genel Değerlendirme ve Öneriler

    Sonuç olarak, Avrupa Birliğinde devlet yardımlarının denetimi hassas ve önemli bir uygulama alanı olarak ortaya çıkmaktadır. AB’de bu denetimi uluslarüstü niteliğinden faydalanan Avrupa Komisyonu yerine getirmektedir. Topluluğu kuran Roma Antlaşmasıyla üye ülkelerin Avrupa Komisyonunun uluslarüstü yetkilerini kabul etmiş olmaları, AB’de bu yöntemin sorunsuz bir şekilde yürürlüğe konulmasına imkan tanımaktadır. Böylelikle Komisyon, üye ülkeler tarafından verilen veya verilecek devlet yardımlarını incelerken Topluluk menfaatini ön planda tutma ve yardımın Tek Pazar ile uyumu doğrultusunda karar vermektedir. Bu sistemde üye ülkelerde devlet yardımlarının denetiminden sorumlu başka hiçbir otorite bulunmamaktadır. Bütün yetki Avrupa kurumlarındadır.

    AB müktesebatına uyum nedeniyle Türkiye’nin de ülke içinde verilen devlet yardımlarının denetimi için bağımsız bir otorite ihdas etmesi gerekmektedir. Gündemdeki bir diğer alternatif de yeni bir kurum tesis etmektense, bu görevin Rekabet Kurumuna verilmesi şeklindedir. Hal böyle olmakla birlikte, Türkiye’de işletmelere sağlanan devlet yardımlarını denetimi için oluşturulacak Kurumun yetkilerini AB’dekine benzer bir şekilde kullanmasının iç hukuk düzenimizde bazı sorunlara yol açabileceği düşÃ¼nülmektedir. Zira AB’deki modelin temelinde uluslarüstü bir kurumun üye ülkeler tarafından sağlanan yardımları denetlemesi olgusu yer almaktadır. Oysa ki Türkiye’de ulusal bir kurumun ulusal düzeyde verilen yardımların denetiminden sorumlu olması istenecektir. Sözkonusu kurumun görevini layıkıyla yapabilmesi için zaman zaman yasama süreci üzerinde etkili olması bazen de yürütmenin kararlarına karşı çıkması gerekecektir. Dolayısıyla Türkiye’deki Kurumun esasen yasama açısından istişari yürütme açısından da icracı bir organ olarak yapılandırılması bu sorunların aşılmasını sağlayabilecektir.

     

    İçindekiler

    ESC Yayınları

    Yayın Sorumlusu
    Prof. Dr. Arif ESİN

    Adres
    Akaretler Sıraevleri
    S.Seba Caddesi No: 35
    Beşiktaş 80680
    İstanbul - Türkiye
    Tel: +90 212 2369656 (pbx)
    Fax: +90 212 2614196

    e-mail
    esc@escrc.com
    Web Sitesi
    www.escrc.com
    ISSN: 1302 - 4019