• Rekabet Hukuku / Rekabet Bülteni

  • Sayı : 12 / Yıl : 2004

  • 1400/02 sayılı Avrupa Birliği Otomotiv Tüzüğü’nün Türkiye’ye Örnek Uygulanması

  • 1400/02 sayılı Avrupa Birliği Otomotiv Tüzüğü’nün
    Türkiye’ye Örnek Uygulanması


    Av.Gözde ÇOŞKUN
    ESC Consulting

    I.Genel Olarak

    Bu makalede ana hatlarıyla, Avrupa Birliği’nde 31 Temmuz 2002 tarihinde yürürlüğe konulan “Motorlu Taşıtlar Sektöründeki Dikey Anlaşmalar ve Uyumlu Eylemlere İlişkin Grup Muafiyeti Tüzüğü†incelenecektir. AB Komisyonu, ilgili Tüzüğün beraberinde yeni dağıtım teknikleri getireceği ve bayiler arasındaki rekabeti kızıştıracağını, yeni araçların sınırötesi satışlarını önemli ölçüde kolaylaştıracağını, aynı zamanda fiyat rekabetini artıracağı ve taşıt sahiplerine daha kolay ve düşÃ¼k maliyetli satış sonrası servis imkanı sağlayacağını ifade etmiştir. Ancak yeni uygulamanın beraberinde bir çok zorluğu da getirdiği yadsınamayacak bir gerçektir.

    Herşeyden önce, Tüzükte yer alan geçiş hükümleri üreticilerin bayiler ile olan mevcut anlaşmalarını yeniden yapılandırma gerekçesi ile de facto biçimde sonlandırmalarına neden olmaktadır. Yeni uygulama her ne kadar sağlayıcılara münhasır veya seçici dağıtım sistemi arasında seçim yapma imkanı sağlasa da, bunun pratikte pek de mümkün olmadığı görülmektedir. Bundan başka, yeni muafiyet sistemi pazar payları ile bağlantılı hale getirilmiş olup, bunların hesap edilmesinde yaşanacak sıkıntının ne şekilde aşılacağı hususunda da fazlaca bir netlik bulunmamaktadır.

    II.Geçiş Süresi

    1400/02 sayılı yeni Tüzük, hali hazırda uygulanmakta olan dikey anlaşmalar için 1 yıllık bir geçiş süresi öngörmekte olup, bu süre 30 Eylül 2003 tarihinde son bulmuştur. Buna göre, 30 Eylül 2002 tarihi itibariyle yürürlükte bulunan ve 1400/02 sayılı yeni Tüzüğe aykırı hükümler ihtiva eden ancak 1475/ 95 sayılı eski Tüzük ile uyumlu olan anlaşmaların 30 Eylül 2003 tarihine kadar ilgili uygulamalardan muaf tutulmaları esası benimsenmiştir. 1400/02 sayılı Tüzük ile sağlanan muafiyet rejiminden faydalanmak, sözleşmelerin 30 Eylül 2003 tarihi itibariyle yeni Tüzüğe uygun şekilde tadili veya eski sözleşmelerin hitamını gerektirmektedir. Bu durum ise teşebbüsleri tam bir dilemmanın ortasında bırakmaktadır. Zira, bir yıllık geçiş süresinden yararlanmak için 1475/95 sayılı Tüzük ile uyum içinde bulunmak gerekecektir ki, burada yer alan hüküm uyarınca sözleşmelere koyulması gereken fesih süresi iki yıl olmak durumundadır. Bu süre, mevcut dağıtım ağının yeniden yapılandırılması veya sözleşmenin tazminat ödeme şartını ihtiva etmesi halinde bir yıl ile sınırlanmıştır.

    III. Yeniden Yapılanma, Fesih Süreleri veya Akdi Değişiklik

    Görüldüğü üzere sağlayıcının üç tür seçeneği bulunmaktadır. Bunlardan ilki, sağlayıcının 1400/2 sayılı Tüzüğe uyumlu hale gelmek amacıyla yeniden yapılanma gerekçesi ile bayilerine bir yıllık fesih ihbarında bulunmasıdır. Ikinci olarak sağlayıcı, anlaşmada yer alan olağan hüküm uyarınca bayilere iki yıllık fesih ihbarında bulunabilecektir. Son olarak sağlayıcı, bayileriyle karşılıklı olarak mutabakata varmak koşulu ile mevcut sözleşmelerini yeni Tüzük ile uyumlu hale getirebilecektir.

    Avrupalı bir çok üreticinin yeniden yapılanma gerekçesi ile mevcut sözleşmelerini 1400/02 sayılı Tüzüğe uyumlaştırma yolunu seçtiği görülmektedir. Buna karşılık AB Komisyonu, 1400/02 sayılı Tüzüğün yürürlüğe girmesinin tek başına “yeniden yapılanma†için gerekçe olamayacağının altını çizmektedir. İleride tartışılacağı üzere Komisyon tarafından gösterilen bu tutum esas olarak, anlaşmaları devam eden bayileri, sözleşmelerinin sağlayıcı tarafından bir yıllık fesih ihbarı ile sona erdirilmesine karşı koruma isteğinden kaynaklanmaktadır. Zira Komisyon’un gerçekten böyle bir durumu engellemek isteseydi, bayileri daha koruyucu mahiyette -mesela iki yıllık geçiş süresi- önlemler alması gerekirdi. Ancak öğle ki Komisyon, köklü değişikliklerin hayata geçirilmesi için sadece bir yıllık geçiş süresi öngörmekle sağlayıcıları yeniden yapılanmaya gitmeye adeta zorlamaktadır. Zira sağlayıcıların sözleşmelerde yer alan normal iki yıllık fesih ihbarı müddetine uymaları halinde, söz konusu anlaşmalar 30 Eylül 2003 tarihinden sonra da yürürlükte kalmalarına karşın bu tarihten sonra Muafiyet Tüzüğü’nden yararlanamayacak ve AB Anlaşması’nın 81inci maddesi ile aykırılık arzedecektir.

    Sağlayıcılar, geçiş dönemi süresi içerisinde bayilerle kaşılıklı müzakereler yolu ile mevcut sözleşmeler üzerinde değişikliğe gitme yolunu da tercih edebilir. Ancak bu durum, ilgili anlaşmaların 30 Eylül 2003 tarihine kadar yeni Tüzüğe uyumlu hale sokulacağı yolunda herhangi bir kesinlik anlamına gelmemektedir. Eğer ilgili tarih itibariyle yeni sözleşmeler hayata geçirilmez ise, bu durumda mevcut sözleşmelerin ilga edilmesi veya 1400/02 sayılı Tüzüğe uyumlaştırmak amacıyla Ulusal Mahkemeler tarafından değiştirilmesi söz konusu olacaktır ki her iki seçeneğin de arzu edilemeyeceği ortadadır.

    Motorlu taşıt sektörünün bayilik sözleşmeleri olmaksızın fonksiyon gösterebilmesi esas olarak mümkün değildir. Bu konuya ilişkin olarak mahkemeler de çoğu zaman mevcut sözleşmelerin tadili konusunda isteksiz olacaklar hatta çoğu kez kendilerini yetkisiz addedeceklerdir. Zira sözleşmelere mahkemeler tarafından yapılan müdahaleler ancak basit ve açık nitelikteki hukuki değişikliklerden ibaret olmaktadır. 1400/02 sayılı Tüzüğe ilişkin olarak yapılacak değişiklikler ise oldukça önemli noktalarda birkaç farklı yol izlenerek yapılacağından bunların doğuracağı sonuçlar da birbirinden farklı olacaktır. Bu konuya ilişkin olarak mahkeme, sağlayıcı ve bayi arasındaki ticari dengeyi optimum seviyede sağlamaya yönelik tedbirler alacaktır ki, bu da esas olarak mahkemelerin görevine giren bir husus değildir.

    Yukarıda bahsi geçen dinamikler gözönüne alındığında sağlayıcı açısından en iyi seçneğin, mevcut dağıtım ağı üzerinde yeni baştan yapılanmaya gidip bayiye de bir yıl öncesinden fesih ihbarında bulunmak olduğu görülmektedir.

    IV.Yeniden Yapılandırmanın Haklılaştırılması

    Yeniden yapılandırma kavramı, beraberinde bir soruyu akla getirmektedir; 1400/02 sayılı Tüzük ile uyumlu olmak adına mevcut anlaşmalarda gerçekleştirilmesi gereken ilgili değişiklikler gerçekten yeniden yapılandırılmayı gerektirir nitelikte midir?

    Komisyon’a göre, yeniden yapılanma kavramı iki tür unsurun varlığına bağlıdır. Bunlar, “yeniden yapılanmanın zorunlu olması†ve “mevcut dağıtım ağının tümünü veya önemli bir kısmını etkileyebilecek nitelikte olmasıâ€â€™dır. İkinci unsurun gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti karşılıklı olarak tarafların mutabakatı, uzman niteliğindeki üçüncü kişinin beyanı veya bayinin talebi halinde hakem veya ulusal mahkemeler tarafından belirlenmesi gereken bir husustur. Bu konuya ilişkin olarak Komisyon, 1475/95 sayılı Tüzüğün 1400/02 sayılı yeni Tüzük ile ilga olunmasının tek başına, dağıtım kanalları açısından yeniden yapılanmaya gidilmesini gerektirmekte olmadığını, bu durumun her bir olaya özgü hal ve şartlar çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini düşÃ¼nmektedir. Bu düşÃ¼ncesi ile Komisyon ilgili çevreler tarafından yoğun eleştiriye maruz kalmıştır.

    Tüzük ile getirilen esaslı değişikliklerin, teşebbüsleri bizzat yeniden yapılandırmaya sevkettiği apaçık ortadadır. 1400/02 sayılı Tüzük gerçekten de önemli kurallar getirmektedir. Yeniden yapılanma coğrafi açıdan tüm Birliği kapsayacaktır. Ekonomik açıdan ise yeniden yapılanma, sağlayıcı ve bayi arasındaki ticari ilişkilerde kurulan dengenin derinlemesine tetkini ve mevcut dağıtım sistemlerini yapısal olarak önemli ölçüde değiştirmeyi gerektirecektir.

    Yeniden yapılanmanın gerekli olabilmesi için dağıtım sisteminde bazı niceliksel değişikliklerin -örneğin bayi sayılarında azalma gibi- olması gerektiği, salt niteliksel değişikliklerin -örneğin tarafların hak ve yükümlülükleri konusundaki değişiklikler gibi- yeniden yapılanmayı gerektirmeyeceğini savunanlar da olmuştur. Ancak bu görüş pek de taraftar toplayamamıştır. Bundan başka ne Komisyon ne de Adalet Divanı yeniden yapılanma veya organizasyon konseptlerine ilişkin yorumda bulunmuşlardır. Mevcut olan genel kanı ise yeniden yapılanmanın doğası gereği niteliksel veya niceliksel olarak her iki biçimde de gerçekleşebileceğidir.

    V. Münhasırlık veya Seçicilik

    1475/95 sayılı Tüzük, bayilere belli bölgelerin tahsis edildiği münhasır dağıtım sistemi ve bölgesel sınırlamaların bulunmadığı seçici dağıtım sisteminin birarada uygulanmasına olanak sağlamakta idi. Bu durum ise sağlayıcıların, bir yandan tüm AB sınırlarını kapsayacak şekilde dağıtım ağına sahip olmalarına diğer yandan ise ilgili dağıtım ağlarının kalite seviyeleri üzerinde kontrol yetkisi kazanmalarına neden olmuştur. Bu kombinasyon ise marka içi rekabetin azalmasındaki ve aynı zamanda üye ülke sınırları arasında mevcut olan fiyat farklılıklarının başlıca nedeni olarak görülmüştür. Komisyon bu sakıncalardan dolayı yeni bir düzenlemeye gitmiştir. 1400/02 sayılı yeni Tüzük uyarınca artık, sağlayıcılar münhasır dağıtım sistemi ve saçici dağıtım sistemleri arasında bir tercih yapmak durumundadırlar. Bu iki sistemin kesin çizgilerle birbirinden ayrılmasındaki amaç ise, pazar paylaşımına engel olunması isteğidir.

    Münhasır dağıtım sisteminde, her bir bayiye coğrafi sınırları çizilmiş belli bölgeler veya belli müşteri gruplarının tahsis edilmesi söz konusudur. Sadece bayiye tanınan bu hakka ilişkin olarak, aynı bölgede veya aynı müşteri grubu için başka bayi veya bayilerin görevlendirilmesi söz konusu değildir. Yetkili bayi, kendisine tanınan müşteri grubu veya münhasır bölge sınırları içerisinde yetkilendirilmemiş yeniden satıcılar da dahil olmak üzere tüm müşterilere satış yapabilmektedir. Bundan başka yetkili satıcının, kendisine tahsis edilen müşteri grubu veya bölge dışına yapacağı pasif satışlar da hiçbir şekilde engellenememektedir.

    Seçici dağıtım sisteminde ise bayiler belirli bir dizi kritere bağlı olarak seçilmekle birlikte herhangi bir bölge veya müşteri tahsisi söz konusu değildir. Buna karşılık sağlayıcı bayiye satışların sadece son kullanıcılara ve şebeke üyelerine yapılacağı şeklinde sınırlamalar getirebilmektedir.

    Münhasır dağıtım sistemine ilişkin olarak Komisyon, paralel ticaretin gerçekleşmesi bakımından yetkilendirilmemiş satıcılara güvenmektedir. Gerçekten de bu durum, satış ve satış sonrası pazarlarda daha rekabetçi fiyatların oluşmasına neden olabilmektedir. Seçici dağıtım sistemine ilişkin olarak ise, yetkili satıcılar tarafından gerçekleştirilen sınır ötesi aktif satışlar önem kazanmaktadır.

    Yeni sistem yakından incelendiğinde görülecektir ki, sağlayıcılara münhasır veya seçici dağıtım sisteminden birini tercih etmeleri kuralı getirilse bile sistem, gerçekte sağlayıcılara seçici dağıtım sistemini kullanmaktan başka seçenek bırakmamaktadır. Yeni sistemin, seçici dağıtımın tercih edilmesi durumunda sağlayıcılara sınırlı şekilde bölgesel kontrol imkanı sağladığı gerçeğini de göz ardı etmemek gerekmektedir. 1400/02 sayılı Tüzük, sağlayıcıların münhasır bayileri için niteliksel şart ve yükümlülükler öngörmesini yasaklamamaktadır. Gerçekten de, özellikle son günlerde motorlu taşıt araçlarının gerektirdiği teknik bilgi ve deneyimin neticesi olarak sağlayıcılara, ilgili araca yönelik özel satış elemanları ve satış sonrası teçhizat gibi belli niteliksel kurallar getirebilme şansı tanınmalıdır. Ancak münhasır dağıtım sisteminde bayilere getirilen bu türden niteliksel yükümlülükler özünde yeterli bulunmamaktadır. Zira, söz konusu bayilerin tekrardan gri satıcılara satış yapmaları ve sağlayıcı tarafından öngörülen yükümlülüklerin bu satıcılara hiçbir şekilde atfedilememesi durumu söz konusudur. Dolayısıyla bu tür satışlar, sağlayıcı tarafından öngörülen niteliksel yükümlülüklerin etkisini azaltmakta ve böylelikle münhasır sistemi daha az çekici hale getirmektedir.

    Her ne kadar sağlayıcıların tek bir bayi için münhasır bölge ile seçici dağıtım sistemini bir arada kullanmaları imkanı ortadan kaldırılmış olsa da, sağlayıcıların bir pazarda münhasır dağıtımı diğerinde ise seçici dağıtımı kullanmalarına herhangi bir engel bulunmamaktadır. Bu türde bir kombinasyon ise seçici dağıtım sistemi ile kurulmak istenen yapının etkisini azaltacaktır. Münhasır satıcılar kendilerine tahsis edilen bölge içerisinde diğer bağımsız satıcılara satış yapabilmektedirler. Yetkilendirilmemiş satıcılar olarak adlandırılan bu satıcılar ise seçici dağıtım sistemlerinin uygulandığı bölgeler de dahil olmak üzere AB sınırları içerisinde yer alan diğer tüm kişilere bu ürünleri satma imkanına sahip olmaktadır. Bundan başka münhasır satıcıların, seçici dağıtım sisteminin uygulandığı bölgelerden dahi gelen pasif satış taleplerini karşılaması hiçbir şekilde engellenememektedir.

    Seçici dağıtım sisteminde sağlayıcı, bayilerini niceliksel veya niteliksel kriterlerin bileşiminden oluşan bir dizi şart ve koşula bağlı olarak seçebilecektir. Bu durum sağlayıcıya bir yandan, oluşturduğu dağıtım ağını kapsam olarak kontrol etme yetkisi verecek ve diğer taraftan da doğrudan bayilerin sayısını sınırlama imkanı sağlayacaktır.

    Böyle bir durumda distribütör (münhasır sistemde), belli kaynaklar üzerinden marka içi rekabetin oluşmasını beklemektedir. Bu kaynaklardan ilki, seçici dağıtım sistemi içerisinde yer alan bayilerin toptancının faaliyet gösterdiği üye ülkedeki tüketicilere doğrudan yapacağı satışlardır. Bundan başka, 1 Ekim 2005 tarihinden itibaren başka pazarlarda faaliyet gösteren seçici dağıtım sistemi üyelerinin tali satış veya teslim mağazaları açmalarına da bir engel kalmayacaktır. Bu hüküm esas olarak 1400/02 sayılı Tüzüğün 5/2b ve 12. maddesinin ikinci paragrafında yer almaktadır.

    Marka içi rekabetin meydana geleceği bir başka kaynak da, diğer pazarlarda faaliyet gösteren münhasır dağıtıcıların seçici dağıtım sistemi üyesi yetkili satıcıların faaliyet gösterdiği bölgede bulunan tüketici ve diğer yekilendirilmemiş satıcılara yapacağı pasif satışlar olmaktadır.

    Seçici dağıtım sisteminde öngörülemeyen bölge sınırlaması, sağlayıcının bayisi ile belli bölgelerde satış hedefi tutturmasına ilişkin olarak anlaşmaya girmesine engel değildir. Ancak bu durum, anlaşma konusu bölge dışına yapılacak satışlar bakımından da sağlayıcının bayisine araç tedarik etme konusunda herhangi bir sınırlamaya gidememesine neden olacaktır.

    Yeni uygulama ile sağlayıcılar tarafından bayilere getirilen “mekan klozları†da yasaklanmaktadır. Esas olarak Komisyon, bayilerin AB’nin diğer bölgelerinde de satış mağazaları veya teslimat noktalarına sahip olma yolu ile aktif olarak satış yapmalarına olanak sağlamak istemektedir. 1400/02 sayılı Tüzük bunu sağlamak adına, bayilere sadece tahsis edilen bölge içinde mağaza açma imkanı tanıyan ve sözleşmelerde “mekan klozu†olarak adlandırılan şartları yasaklamaktadır. Ancak, konulan bu yasağın etkisi, üç ayrı etmen sebebiyle azalmaktadır.

    İlk olarak, sadece satış mağazaları ve teslimat noktaları olarak adlandırılan tali mağazalara yönelik klozlar yasaklanmaktadır. Buna karşlık araç üreticileri bayilerin ilk kuruluş yapıları üzerinde tam kontrolü elde tutmaya devam etmektedirler. İkinci olarak, mekan klozuna ilişkin olarak getirilen yasak sadece “yolcu taşıyan araçlar†ve “hafif ticari araçlar†bakımından geçerlidir . Üçüncü olarak ise, ilgili yasak ancak 1 Ekim 2005 tarihinden itibaren geçerli olabilecektir .

    VI.Pazar Payı Testi

    1400/02 sayılı Tüzük, pazar payı kriterine dayanarak hazırlanan ilk muafiyet düzenlemesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple muafiyet tanınacak sözleşmeler bakımından ilgili pazarın doğru şekilde hesaplanması büyük önem arz etmektedir.

    1400/02 sayılı Tüzük’ün 3üncü maddesi uyarınca muafiyet, ancak sağlayıcının ilgili ürün pazarında sahip olduğu pazar payının % 30’u aşmaması koşuluyla uygulanabilmektedir. Niceliksel seçici dağıtım sistemini kuran anlaşmalarda, ilgili pazar payı eşiği % 40’a çıkmaktadır. Niteliksel seçici dağıtım anlaşmalarında ise herhangi bir pazar payı eşiği bulunmamaktadır. Sağlayıcının tüm ortak pazar içerisinde tek bir dağıtıcı ile tek elden satın alma anlaşması akdetmesi halinde, ilgili pazar payı eşiklerinin hesaplanmasında dağıtıcının pazar payı da hesaba katılacaktır . 1400/02 sayılı Tüzük uyarınca, pazar payının hesabında kullanılacak ölçüt oldukça ilginçtir. İlgili Tüzük’ün 8inci maddesi uyarınca, pazar payının hesaplanmasında kullanılacak ölçüt, “satış değeriâ€ne nazaran “satış hacmi†olarak belirlenmiştir. Satış değeri ise ikincil metod olarak dikkate alınmaktadır . Bu durum bugüne kadar varolan diğer muafiyet düzenlemelerinden tam anlamıyla bir sapma olduğuna işaret etmektedir. Zira, önceleri pazar payı hesabında kullanılan tek ölçüt “satış değeri†olmuştur. Pazar payı hesabının “satış hacmi†bazlı yapılmasındaki tek avantaj, otomotiv sektöründe satış hacimlerine ilişkin enformasyonun kolaylıkla elde edilebiliyor olmasıdır. Ancak bu durum, yine de Komisyon’un bu eğilimini haklı çıkarmak için yeterli görülmemektedir. Satış hacmine dayalı olarak hesap edilen pazar payı, sağlayıcıların gerçek pazar güçlerini yansıtamayabilecektir. Bundan başka, 1400/02 sayılı Tüzük ile değer bazlı pazar payı eşiğine dayalı kuralları ihtiva eden “de Minimis Bilgi Notu†arasında farklılık yaratılmış olacaktır. İlgili eşiklerin hasabı açısından hem ilgili ürün pazarının hem de ilgili coğrafi pazarın analiz edilmesi gerekecektir.

    1. Ãœrün İkamesi: Bayi Arzı ve Tüketici Talebi

    a. Yeni Araçların Satışı

    Ãœrün ikamesine dayalı olarak pazar iki açıdan tanımlanabilir: arz ikamesi ve talep ikamesi. 1400/02 sayılı Tüzük sadece talep ikamesi üzerinde durmaktadır. Tüzük’ün 3 (1) maddesi, sağlayıcının pazar payını hesaplarken dikkate alınması gereken ilgili pazarın, sağlayıcının ürünlerini sattığı pazar olması gerektiğini ifade etmektedir. (Örneğin toptancı pazarı). Buna karşılık Komisyon ise, tüketici talebini en iyi yansıtan fatkörün bayi talebi olduğunu düşÃ¼nerekten sadece perakende seviyesindeki pazarı dikkate almaktadır. Buna karşılık, bayi talebi ve tüketici talepleri arasında önemli derecede farklılıkların olduğu gözden kaçırılmaktadır. ŞÃ¶yle ki, bayiler çoğu zaman bir ürünün tüm çeşitlerini satın almak zorunda kalmaktadırlar. Buna göre, bayiler için ikame ürünler bireysel modeller olmamakta, bir markanın portföyünde yer alan tüm ürünler olmaktadır. Buna karşılık, tüketici hiçbir zaman örnek olarak minibüsden limuzine geçiş yapmayacak ve farklı markaların benzer modellerini ikame ürün olarak dikkate alacaktır. Bundan başka Komisyon, tüketici talebi yönünden bireysel tüketici ile büyük ölçekli şirketler, leasing şirketleri, motorlu araç kiralama şirketlerini içeren profesyonel satın alıcılar arasındaki farkı da gözden kaçırmaktadır. Toplam tüketici talepleri içinde özellikle filo sahiplerinin büyük kısmı oluşturduğu görülmektedir. Bu tür tüketicilerin iskontolar, araç yelpazesi içinde yer alan ürünler, bakım-onarım maliyetleri ve o araca ait muhasebe (kayıt) değerine ilişkin gösterdikleri tepkiler normal ölçülerde bağımsız olarak ürün satın alan bir tüketicininkinden farklı olacaktır. Anılan bu sebeplerden ötürü Komisyon’un müşteri-talep ikamesi kavramını daha kapsamlı şekilde tanımlaması gerektiği düşÃ¼nülmektedir.

    Komisyon bazı kararlarında, motorlu araçlar pazarını, motor ebatları, aracın uzunluğu, satın alma fiyatı, marka imajı gibi bir takım kriterlere göre segmentlere ayırma yoluna gitmiştir. Aynı segmentasyon bazı 81inci madde kararlarında da göze çarpmaktadır. Buna karşlık Komisyon’un bu konuda pek tutarlı olduğu da söylenememektedir. Inchape/IEP kararında Komisyon, bir ürüne ikame edilebilecek ürünlerin belirlenmesi açısından farklı segmentler önemli sayılsa da, bu hususun ürünün dağıtımı noktasında fazla bir öneminin kalmadığını belirtmiştir.

    b.Satış Sonrası Hizmetler ve Yedek Parçalar

    Sağlayıcı ve yetkilendirilmiş satıcı arasında kurulan ilişki, esas olarak franchise veren ve franchise alan ilişkisi ile benzerlik göstermektedir. Bu sebeple 1400/02 sayılı Tüzük’ün 8 (1) c maddesinde öngörülen sağlayıcıya ait pazar payının hesaplanmasında dikkate alınacak metod, hem yedek parça dağıtımına yönelik toptancı pazarı hem de bakım onarım hizmetine yönelik perakende pazarı olmaktadır. Burada araç üreticisinin satış sonrası servis pazarında aktif olup olmamasının da herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Komisyon, pazarın büyüklüğünü, spesifik bir markaya yönelik olarak oluşturulan servis hizmetlerinin toplamı şeklinde hesap etmektedir.

    Bilindiği üzere, 1400/02 sayılı Tüzük’ün 8. maddesi ve buna bağlı “Açıklayıcı BroşÃ¼r†yeni motorlu taşıt araçları satışı, yedek parça satışı ve bakım onarım hizmetleri sunulması bakımından yapılan faaliyetlerin ayrı ayrı değerlendirilmesini öngörmektedir. Ancak, Komisyon tarafından da kabul edildiği üzere, motorlu taşıt araçları ve bunlara ait yedek parçalar için tek bir pazarın belirlenmesi söz konusu olmaktadır.

    82. maddeden açılan iki ayrı vakada (Hugin v. Commission ve Pelikan/Kyocera) , yedek parça pazarının ayrı bir pazar olarak tanımlanmasının iki ayrı faktöre bağlı olduğu belirlenmiştir. Bunlar şu şekildedir;

    -Tüketicinin yedek parçaların tedariki bakımından belli bir sağlayıcıya bağımlı olup olmaması durumu bu noktada önem kazanmaktadır. Bu durum, satın alınan aracın fiyatı veya kullanım süresinin uzunluğu, ikincil ürünlerin fiyatlarındaki şeffaflık ve ikincil ürünün fiyatının esas ürünün fiyatına oranı gibi faktörlerden kaynaklanabilmektedir.

    -Tüketicinin aracı satın alırken, yedek parça fiyatlarını dikkate alıp almadığı araştrılmalıdır.

    Otomobillere ait yedek parçalar bakımından yukarıda bahsi geçen ilk şart gerçekleşmektedir. Zira, otomobil fiyatları oldukça pahalı ve ortalama kullanım süreleri de 12 yıl civarında olup, bunlara ait yedek parça fiyatları da, satın alınma anında tüketicilerin yedek parça ihtiyaçları bulunmadığından şeffaf değildir. İkinci duruma ilişkin olarak ise, özellikle filo şeklinde otomobil alan müşterilerin yeni araç alımlarında yedek parça fiyatlarına da dikkat ettiklerini belirtmek gerekmektedir.

    Satış sonrası hizmetler pazarı, iki durumda spesifik bir markaya özel olarak oluşmaktadır;

    i)Motorlu taşıt aracı sahiplerinin, spesifik bir markaya özel onarım hizmetlerini herhangi bir markaya özel olmayan bakım hizmetleri ile ikame edilebilecek şekilde nitelendirmediği hallerde,

    ii)Spesifik bir markaya özel yedek parçaların, spesifik bir markaya özel olmayan yedek parçalar ile ikame edilmesinin mümkün olmadığı hallerde,

    Yukarıda anılan hallerde sağlayıcı, pazar payını hesaplarken, hem dağıtım ağı tarafından sunulan bakım ve onarım hizmetlerinin değerini hem de, dağıtım ağına sattığı yedek parçaların değerini dikkate alacaktır.

    Gerçekten de garanti kapsamında bulunan araçlar bakımından bağımsız tamircilerin yetkili tamirciler yerine ikame edilebilme olasılıkları bulunmamaktadır. Zira bunlar, garanti belgesi altında ücretsiz tamir hizmeti sunamamaktadırlar. Bununla birlikte bu sınırlama, garanti süresi dolan araçlar bakımından uygulanmamakta olup, bu bağlamda 1400/02 sayılı Tüzük’ün 4. maddesinin ikinci fıkrasında bağımsız tamircilerin, hizmetleri için gerekli olan her türlü teknik bilgiye ulaşabilmeleri ve buna ilişkin herhangi bir kısıtlamaya maruz kalmayacakları hükmü vazedilmiştir.

    Filo sahipleri yeni araç satın alırken satış sonrası hizmet kapsamında özellikle bakım maliyetlerini de göz önünde tutmaktadırlar. Bu durum ise Komisyon tarafından ayrı kategorilerde anılan satış sonrası servisler ile satış ve yedek parça pazarları konusunu belirsiz hale getirmektedir.

    c.Coğrafi Pazar

    İlgili coğrafi pazarın tanımlanmasında, ilgili ürün veya hizmetin doğal yapısı ve karakteristikleri, pazara giriş engellerinin bulunup bulunmadığı, tüketici referansları ve esaslı fiyat farkları gibi faktörler dikkate alınmaktadır.

    Yedek parçaları, son ürünün içerisinde tanınamayacak nitelikte bulunan ara ürünler ve diğer yedek parçalar olmak üzere ikiye ayırmak gerekmektedir. Bunlardan ilk gruptakiler açısından pazarın tüm Birlik sınırı olarak diğerleri bakımından ise daha dar şekilde tanımlanması gerekmektedir. Motorlu araçların dağıtımı bakımından, BMW/Rover kararında yeni motorlu araç dağıtımı pazarının ulusal nitelikte olması gerektiğine karar verilmiştir.


    VII. Sözleşmelerde Yer Alan Klozlar

    Otomotiv sektörüne yönelik olarak hazırlanan Grup Muafiyeti Tüzüğü ile amaçlanan, satıcıların tam rekabete tabi olacakları, sınırları nispeten belirli hale getirilmiş bir akdi çerçeve içerisinde bayilere, üreticiler karşısında daha fazla ticari özgürlük sağlanmasıdır. 1400/02 sayılı Tüzüğün 3. maddesinde muafiyetten yararlanabilmek için sözleşmelerde bulunması gereken bazı hüküm ve esaslar sıralanmaktadır. Bu hükümlerin sözleşmelerde bulunması hukuki bir zorunluluk olarak düşÃ¼nülmese de, teşebbüslerin çoğu zaman 81inci maddenin birinci ve ikinci fıkralarında yer alan yasaklara takılmamak adına muafiyet almak için gerekli şartları sözleşmelerinde sağladıkları görülmektedir. Tüzük’de yer alan maddeler incelendiğinde 3. maddede yer alan hükümler dışında teşebbüslerin, yapacakları sözleşmeler bakımından tam bir sersesti içinde oldukları görülmektedir. Ancak ileride göreceğimiz üzere, bazı muafiyet şartlarının bayi lehine konulmuş olmasına karşılık, potansiyel olarak ters etki yaratabilmesi veya yetersiz koruma sağlaması gibi durumlarda söz konusu olabilecektir.

    Anlaşmalarda Süre ve Fesih

    1400/02 sayılı Tüzüğün 3. maddesinin beşinci fıkrasının (a) bendinde 1475/95 sayılı eski Tüzük’te yer alan belirli süreli anlaşmalara ilişkin hüküm aynı kalmıştır. Buna göre, belirli bir süre için yapılacak sözleşmelerin minimum yürürlük süresi 5 sene olmak durumundadır. Taraflar sözleşmeyi sona erdirmek istediklerinde ise bu niyetlerini en az 6 ay önceden karşı tarafa bildirmeleri gerekmektedir.

    Tüzüğün 3. Maddesinin beşinci fıkrasının (b) bendine göre, belirsiz süreli olarak akdedilen bir sözleşmenin feshi, ancak taraflardan birinin karşı tarafı en az 2 yıl önceden haberdar etmesi şartı ile yapılabilecektir. Yani belirsiz süreli sözleşmelerde feshi ihbar müddetinin en az 2 yıl olması gerekmektedir. Ancak, iki şarttan birinin gerçekleşmesi halinde, öngörülen 2 yıllık müddetin 1 yıla çekilebilmesi mümkün olabilecektir. Bu koşullardan ilki, sağlayıcının kanunen veya sözleşme uyarınca bayiye uygun bir tazminat ödemek zorunda olması ve ikinci koşul ise mevcut dağıtım ağının tümünün veya bir bölümünün yeni baştan organizasyonunun gerekli olması durumudur. Bu iki şarttan birinin gerçekleşmesi durumunda, belirsiz süreli sözleşmelerde yer alacak feshi ihbar müddeti 1 yıl olabilecektir.

    Fesih Gerekçeleri

    1400/02 sayılı Tüzük’ün 3. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca, fesih ihbarında bulunacak sağlayıcının bunu yazılı şekilde yapması ve feshi detaylı, objektif ve şeffaf gerekçelere dayandırması gerekmektedir. Bu hükmün konulması ile, sağlayıcıların 81inci maddenin ilk fıkrasına aykırı gerekçelerle muafiyete de hak kazanamayacak nitelikteki anlaşmalarına son vermeleri imkanı ortadan kaldırılmak istenmiştir. Buna karşılık anlaşmaların yenilenmesine ilişkin olarak Komisyon, “Açıklayıcı BroşÃ¼r†ünde ilgili Tüzüğün sağlayıcıyı belirli süreli bir sözleşmeyi yenilememe gerekçesi sunmaya mecbur tutmadığını ifade etmiştir. Komisyon’un bu söylemine karşılık Tüzük’te bulunan, feshin detaylı, objektif ve şeffaf gerekçelere dayandırılması ibaresinin sözleşmelerin yorumlanması açısından taraflar arasında anlaşmazlığa neden olacağına şÃ¼phe bulunmamaktadır. Bu tür durumlarda sağlayıcı tarafından sunulan fesih gerekçelerinin haklılığı veya bu sebeplerin, feshi haklılaştırmaya yetecek ölçüde bulunmaması halinde ortaya çıkan zararın ne şekilde tazmin edileceği hususları ulusal mahkemelerde veya tahkim makamlarında uyuşmazlık konusu yapılabilecektir. Eğer sözleşme, fesih için geçerli sebeplerin sunulması gerektiği esasını içeriyorsa, bu halde 1400/02 sayılı Tüzük ile uyum sağlandığından muafiyet almaya hak kazanacaktır. Bundan sonrası için ise, sağlayıcının sözleşme hükümleri uyarınca fesih için geçerli sebepler ileri sürüp sürmemesi veya bunların haklılığının tartışmaya müsait olması ilgili sözleşmenin muafiyetten yararlanmasına herhangi bir engel teşkil etmeyecektir. Bu durumda ortaya çıkacak zararın telafisi hususunda ise mahkeme ve tahkim makamlarının ne şekilde davranacakları belirsiz olduğu gibi aynı zamanda ülkeden ülkeye farklılık göstermesi de mümkündür.

    3.Haklı Sebeple Fesih

    Birçok ülke hukuku, sözleşmelerin icrası bakımından olmazsa olmaz yükümlülüklerin sözleşme taraflarınca yerine getirilmemesi halinde, tarafların önceden bildirim yükümlülüğüne uymak zorunda olmaksızın sözleşmelerin feshine gidebilecekleri imkanını kabul etmektedir. İlgili Tüzük de tarafların haklı sebeple fesih haklarına hiçbir şekilde halel gelmeyeceğini vurgulamaktadır. Komisyon da “Açıklayıcı BroşÃ¼râ€Ã¼nde bu konuya değinmektedir. Bu durumda sağlayıcının, anlaşmayı sona erdirmek için, bayiye feshin nedenlerini haklı kılacak sebepleri gösteren yazılı bir belge göndermesi yeterli olacaktır.

    4.Bayilik Haklarının Devri

    1400/02 sayılı Tüzük “ 3. maddesi ile sağlayıcı üzerine bir başka sınırlama getirmektedir. Buna göre sağlayıcı, anlaşmadan kaynaklanan dağıtım haklarının dağıtım sistemi içinde yer alan ve mevcut bayi tarafından seçilebilecek bir başka satıcı veya tamirciye devrine imkan tanımak zorundadır. Bu konuya ilişkin olarak Açıklayıcı BroşÃ¼rde iki tür yorum yapılmaktadır;

    i)Transfer sadece şebeke içindeki aynı türden üyeler arasında geçerli olacaktır. Örneğin, iki yetkili satıcı arasında veya iki yetkili tamirci arasında.
    ii)Satış hakkının transfer edileceği dağıtım sistemi üyesi bir başka üye ülkede kurulu bulunan üyeleri de kapsayabilecektir.

    Sağlayıcı tarafından fesih ihbarında bulunulmuş bir bayinin de satıcılık haklarını devretmesine bir engel bulunmamaktadır. Bunun için bayinin, sağlayıcı tarafından konulan tüm kriterleri haiz olmaya devam etmesi gerekmektedir.

    İlgili transfer hükmünün bildirimsiz olarak haklı sebeple feshe konu olan bayilere uygulanamaması gerekmektedir. Zira burada bayinin bayi olma sıfatı sona ermiştir. Aynı şekilde, sağlayıcı tarafından ortaya koyulan kriterleri sağlayamayan ve buna dayanarak sözleşmesi geçerli ve objektif nedenlerle feshedilen bayinin de transfer hakkına sahip olamaması gerekmektedir.

    5.Yetkili Tamircilerin Atanması

    1400/02 sayılı Tüzük aynı zamanda, sözleşmesi sona erdirilen dağıtıcının yetkili tamirci olarak atanma olasılığını gündeme getirmektedir. Gerçekten de, bu durumdaki dağıtıcının yetkili tamirci olma istemi, sağlayıcı tarafından ortaya konulan niteliksel kriterleri yerine getirmesi halinde reddedilemeyebilir. Daha önceden dağıtıcı olan bayinin yetkili tamirci olabilmesi bir çok açıdan kolay görülmektedir. Zira, söz konusu bayi, bayilik haklarının sona ermesi öncesinde yabancı veya paralel kaynaklarla olan mevcut tedarik anlaşmalarını devam ettirme imkanına halihazırda sahiptir. Sözleşmesi sona eren bayinin yetkili tamirci olarak atanabilmesi imkanı sağlayıcı tarafından, “adil şekilde rekabet hükümleri†çerçevesinde engellenemeyebilir. Buna karşılık, söz konusu anlaşma oldukça ciddi sebeplere binaen sona erdirilmiş ve taraflar arasında karşılıklı bir güven ortamı kalmamış ise, bu durumda sağlayıcının da sözleşmeler hukuku çerçevesinde bu türden bir atamayı reddetmesi mümkün olacaktır.

    6.Zorunlu- İhtiyari Hakem

    1400/02 sayılı Tüzük’ün, bayiye tanınan hakların etkili şekilde korunmasını sağlayamadığı sürece, bayiler için güvence sunan bir sistem olduğu da iddia edilemeyecektir. Bu sebeple ilgili Tüzük, taraflar arasında mevcut anlaşmalardan kaynaklanan bir takım uyuşmazlıkların, tarafların mahkemeye başvuru hakkına halel gelmeksizin bağımsız bir uzman ya da hakeme götürme hakkının tanınması halinde muafiyet verilebileceğinden bahisle, uyuşmazlıkları çabuk şekilde çözüme ulaştırmayı amaçlamıştır. Bu uyuşmazlık konuları, 1400/02 sayılı Tüzük’ün 3. Maddesinin altıncı fıkrasında;

    i)mal ve hizmet sağlama yükümlülükleri,
    ii)satış hedeflerinin konulması ya da bu hedeflere ulaşılması,
    iii)stok taşıma yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediği,
    iv)teşhir aracı sağlama ve kullanma yükümlülüğü,
    v)değişik markaların satışı ile ilgili sağlayıcının öne sürdüğü koşullar,
    vi)yetki verilmemiş bir tesis yerinden faaliyet göstermesinin engellenmesinin, otomobil veya hafif ticari araç dışındaki motorlu taşıt aracı dağıtıcısının işini büyütmesini sınırlandırıp sınırlandırmayacağı,
    vii)Anlaşmanın fesih bildiriminde gösterilen gerekçelerin anlaşmanın feshini haklı gösterip göstermeyeceği

    şeklinde sıralanmıştır

    Tüzük uyarınca tarafların bağımsız bir uzman veya hakeme gitmelerinin, mahkemelere başvuru hakkını engellemeyeceği hüküm altına alınmıştır. Ancak Tüzük’ün bu noktada, anlaşma tarafları açısından belirsizliğe neden olabileceği belirtilmelidir. ŞÃ¶yle ki taraflar, anlaşmazlığın kesin ve etkili şekilde çözümlenmesi için hangi makama başvurmaları gerektiği, mahkemeden ziyade tercihlerini hakemden yana mı kullanmaları gerektiği, sağlayıcının hakeme karşı çıkarak uyuşmazlığın genel mahkemelerde çözülmesini isteyip isteyemeyeceği noktasında Tüzük tarafından aydınlatılmamışlardır. Bundan başka taraflar, anlaşmalarına tahkim klozu koyup aynı zamanda genel mahkemelerin yetkilerini de bertaraf etmediklerinden, pratikte hakem klozunun da pek bir etkinliği kalmamaktadır. Bu ise, söz konusu uygulamanın hukuki anlam itibariyle bildiğimiz hakem anlaşma ve klozlarının dışında farklı bir durum olduğu izlenimi vermektedir

    Bir başka yönden de, Tüzük’de uyuşmazlıkların çözümü için öngörülen metodların bağlayıcıkları tartışılabilir. Birçok ülke hukuk sistemi ve uluslararası anlaşmalar, taraflar mutabakat gösterdikleri sürece genel mahkemelerin yetkisini bertaraf edecek şekilde oluşturulan tahkim anlaşmalarını tanımaktadırlar. Bağımsız uzmanlar ise daha çok teknik ve ekonomik konularda belli kararlara varmak üzere işlev görmektedirler. Esas olarak Tüzük, bu uzmanlar tarafından verilen kararların hukuken bağlayıcı olduğu hususunda herhangi bir hüküm ihtiva etmemektedir. Bu konuda tarafların anlaşması söz konusu olsa dahi bu durum ilgili makamların otomatik olarak tanınmaları ve bağlayıcı hale gelmeleri anlamına da gelmeyecektir. Bu tür durumlarda tarafların uzman tarafından verilen kararı mahkemeye veya hakem anlaşması var ise ise hakemlere başvuru suretiyle onaylatmaları gerekmektedir.

    Uzman görüşÃ¼, tarafların sözleşmeden kaynaklanan edimlerinin ifasının değerlendirilmesine ilişkin olarak ortaya çıkacak sorunların çözümü açısından tek çözüm olmamalıdır. Zira, taraflara ilişkin olarak yapılan performans değerlemesi bazı yönlerden teknik bir konsepte (örneğin dağıtıcının sözleşmenin ifası için elinden gelenin en iyisini yapıp yapmadığı) bazı yönlerden de hukuki bir konsepte (sözleşmede yer alan beklenmeyen hal klozlarının yorumlanması) dayanmaktadır. Bu bağlamda, çözüm metodlarının sadece teknik sorunlara değil akdi yükümlülüklerin ifası ile ilgili tüm anlaşmazlıklara uygulanabilmesi açısından, bağımsız uzmana nazaran hakem müessesesinin daha uygun olabileceği kanaatindeyim. Zira, birçok hakem sözleşmesinde hakemlere teknik konularda uzmanlardan görüş alma yetkisi zaten verilmektedir.

    VIII.Sonuç

    1400/02 sayılı Tüzük ile, otomotiv sektöründeki rekabetin, sağlayıcılar karşısında bayilerin konumlarını güçlendirme yolu ile iyileştirilmesi amaçlanmaktadır. Bu amacı gerçekleştirmek için Komisyon tarafından seçilen birçok yolun ise sonuca pek de uygun olduğu söylenememekte. Yeni Tüzük’te sunulan köklü değişikler ve 1 yıllık geçiş süresi sağlayıcıları, dağıtım sistemlerini “yeniden yapılandırma†yoluyla uyumlaştırmalarına adeta zorlamaktadır.

    Komisyon tarafından yapılan pazar tanımlarının ilgili sektörlerin yetersiz biçimde analiz edilmesi ile gerçekleştiği düşÃ¼nüldüğünde, 1400/02 sayılı Tüzük’ün uygulanmasında karşılaşılan pazar payı eşiklerinin de tartışma konusu olabileceği tahmin edilebilir.

    Son olarak, 1400/02 sayılı Tüzük’ün sağlayıcılara, bir çoğunun yerel hukuklarında bulunmayan bazı akdi taahhütlere girmeleri şeklinde yükümler getirdiği görülmektedir. Bunlardan bazıları, “fesih bildiriminde gerekçe belirtme yükümlülüğüâ€, “ilgili sözleşmenin bir başka dağıtıcıya devri hususunda rıza gösterme yükümlülüğü†ve “uyuşmazlıkların çözümü için tarafların eşitliği esasına dayanan bir sistemi uygulama yükümlülüğüâ€dür. Ãœye ülkeler hukuk sistemleri ve mevzuatları arasında yer alan esaslı farklılıklar dikkate alındığında söz konusu yükümlülüklerin hakem veya ulusal mahkemeler tarafından uygulanmasının Birlik içerisinde farklı uygulamaları beraberinde getireceği olasılığı da mevcuttur.

    Bu eksikliklerin giderilmesi ise gerek Komisyon ve gerekse Adalet Divanı tarafından yönlendirilen kararlar eşliğinde meydana gelen uygulamalar sayesinde gerçekleşebilecektir.

     

    Â