• Rekabet Hukuku / Rekabet Bülteni

  • Sayı : 8 / Yıl : 2002

  • TÜRKİYE’DE REKABET HUKUKU VE UYGULAMASI


  • TÃœRKİYE’DE REKABET HUKUKU VE UYGULAMASI

    NİSA ÃœNAY
    Rekabet Kurulu Başkanlık Danışmanı

    Giriş

    “Bilindiği gibi, Türkiye Avrupa entegrasyon hareketine katılmak amacıyla 31 Temmuz 1959 tarihinde Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. AET, bu başvuruya verdiği yanıtta, Türkiye’nin kalkınma düzeyinin tam üyeliğin yükümlülüklerini üstlenmesine imkan vermediğini belirtmiş ve tam üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık ilişkisi önermiştir. Türkiye ile AET arasındaki söz konusu ortaklık ilişkisi ise 12 Eylül 1963 tarihinde taraflar arasında imzalanıp; 1 Aralık 1964’ten itibaren yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile başlamıştır.

    6 Mart 1995 tarihli ve 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nın 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren yürürlüğe girmesiyle de Türkiye ile Avrupa Topluluğu arasında sanayi ürünlerini (ve işlenmiş tarım ürünlerinin sanayi paylarını) kapsayan bir Gümrük Birliği oluşturulmuştur.

    Gümrük Birliği, ortaklık ilişkisinin son dönemini oluşturmaktadır. Ankara Anlaşmasında tamamlanması için belli bir süre öngörülmeyen bu son dönem, büyük bir olasılıkla Türkiye’nin tam üyeliğinin gerçekleşmesiyle sona erecektir.â€

    10-11 Aralık 1999’da Helsinki’de düzenlenen Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları Zİrvesinin Türkiye’nin tam üye adaylığını resmen teyidinden sonra içinde bulunduğumuz tam üyelik sürecinde Avrupa Birliği müktesebatına uyum çalışmaları büyük önem taşımaktadır. Müktesebata uyum kapsamında 31 ana başlık tespit edilmiştir. Bu başlıklardan biri de “Rekabet ve Devlet Yardımlarıâ€dır.

    Bu makalede esas olarak Rekabet Kurumu’nun görev alanına giren konular anlatılmıştır. Bu kapsamda, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun kapsamına girmediği gerekçesiyle devlet yardımlarına değinilmemiştir.

    Bu makalede öncelikle Rekabet Hukukunun tarihçesi ve rekabetten beklenen faydalar anlatılmış daha sonra da Türkiye’de Rekabet Hukukuna değinilmiştir. Bu kapsamda 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun ve ikincil mevzuat niteliğindeki tebliğler ele alınmıştır.

    I) REKABET HUKUKUNUN TARIHÇESI

    Rekabetin korunmasına ilişkin yasal düzenleme yapma fikri, ticari hayatta tröstleşme eğilimlerinin yaşandığı Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) ortaya atılmıştır. 1890 yılında Sherman Act Kongre’de kabul edilmiş ve ABD’nin ilk federal rekabet yasası yürürlüğe girmiştir. Senatör Sherman, Kongre’de yasanın hazırlanış gerekçesini “siyasal yönetim biçimi olarak siyasal erkin tek elde toplandığı monarşi düzenini reddedip, çoğulcu, demokratik bir yönetim biçimini benimseyen bir ülkenin ticari hayatta da piyasanın monarkları olan tekel ve tröstlere karşı çıkma isteği†olarak açıklamıştır.

    Avrupa’da ise bu tür yasal düzenlemeler II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkmıştır. Esasen II. Dünya Savaşı bu uygulamaları geciktiren bir gelişme olmuştur. Klasik iktisada egemen olan ve “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler†sloganında ifadesini bulan görüş, 1929 ekonomik kriziyle birlikte büyük ölçüde geçerliliğini yitirmiştir. Bu görüş piyasalara hiçbir zaman, hiçbir şekilde devletin müdahale etmemesini savunmakta, kapitalist sistemin piyasalardaki “görünmeyen el†vasıtasıyla bütün dengesizlikleri ortadan kaldıracağını ve sistemin kendi içsel mekanizmasıyla tüm piyasalarda rekabeti sağlayacağını iddia etmektedir.

    Ancak şu da kabul edilmektedir ki ekonomiler kuralları belirlenmemiş “görünmeyen el†in düzenleyici gücüne teslim edildiklerinde, zaman içinde rekabet ortamından uzaklaşarak tekelci bir yapıya dönüşmektedirler. Piyasa ekonomilerinde “serbestlik†olmazsa olmaz koşuldur ancak, sınırsız değildir. Endüstriyel ve ticari yapılanmanın tümüyle piyasa aktörlerine terk edildiği ekonomilerde devlete “gece bekçisi devlet†rolü verilmekte ve temel kamusal hizmetlerin sağlayıcılığı dışında etkisizleştirilmektedir. Bu durum, rekabetin sağlanması, korunması ve geliştirilmesi için bir müdahale aracı olarak rekabet politikalarının oluşturulması ve yasal bir düzenleme (Rekabet Yasası) zorunluluğunu ortaya koymuştur.

    Kısacası, klasik iktisadın ideal piyasa şekli olan tam rekabet piyasasına kapitalist sistemin içsel dinamikleriyle kendiliğinden ulaşılamayacağı, bununla birlikte piyasalarda uygulanabilir etkin bir rekabet ortamının sağlanabileceği görüşÃ¼ yayılmış ve etkin bir rekabet ortamının yasal düzenlemelerle devlet tarafından sağlanabileceği kabul görmüştür.

    Başka bir deyişle, devlete piyasalarda etkin bir rekabet ortamının sağlanması, geliştirilmesi ve korunması için gerekli yasal düzenlemeleri oluşturmak ve bunları yürütmek görevi verilmiştir. Böylece, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler†düşÃ¼ncesi üzerine inşa edilen politikasızlık ve etkinsiz kalma seçeneği yerini etkin rekabeti kurma ve koruma anlayışına bırakmıştır.

     

    II) REKABETTEN BEKLENEN FAYDALAR

    Rekabet, ekonomide etkinliğin gerçekleşmesini sağlamakta ve buna bağlı olarak da sosyal ve siyasal faydalar ortaya çıkmaktadır.

    Ekonomide etkinlik, üretimde, kaynak dağılımında ve teknolojide etkinliği kapsamaktadır. Rekabet Hukuku anlamında rekabet, ekonomik rekabet olduğu için amacı öncelikle rekabetin ekonomik sonuçlarını elde etmektir. Rekabet, ekonomik verimliliğin elde edilmesinde en önemli yöntem olarak kabul edilir. Rekabet piyasaları verimliliğin, tekel piyasaları ise ekonomik savurganlığın göstergesi sayılır. Ãœretimde verimlilik serbest piyasa ekonomisinde ve rekabet ortamında faaliyet gösteren bir firma için yaşamsal öneme sahiptir. Rekabet, teşebbüsleri daha ucuza üretim yapmaya zorlar. Bu durum, işletmelerin mümkün olan en düşÃ¼k maliyetle çalışması sonucunu doğurur ve üretimde verimliliği artırır. Rekabet ortamında maliyetlerin düşmesi fiyatlara yansıyacağından fiyatlar düşer. Teşebbüsler daha kaliteli ve daha düşÃ¼k fiyatlarla mal ve hizmet sunma yarışına girerler.

    “Kaynak dağılımında etkinlik ilkesi, belirli bir malın ne miktarda üretileceği ve toplumsal değerlerin ne şekilde tahsis edileceği ile ilgilidir. Toplumda bütün kaynaklar kullanıldığı zaman, her bir maldan ancak belli bir miktar üretilebilir. Herhangi bir malın üretimi artırıldığı zaman, başka bir malın üretiminin düşÃ¼rülmesi gerekir. Çünkü hammadde, işgücü, sermaye gibi iktisadi kaynaklar sınırsız miktarda değildir. Rekabet, kaynak dağılımında verimliliğin temininde en etkili yöntemdir; kaynakların, tüketicilerin her bir malı elde etmek arzusu ve o mala verdiği ekonomik değere göre dağılımını sağlayarak genel mutluluk ve refahın artırılmasını gerçekleştirir.“ Sağlıklı bir rekabet ortamında “neâ€, “ne kadar†ve “kim tarafından†üretilecek sorularının cevabını piyasa dinamikleri verir. Rekabetin olmadığı ortamda ise merkezi planlama ve çeşitli devlet müdahaleleri gibi piyasa dışı mekanizmalar belirler ki bu da kaynak dağılımında etkinliğin düşmesine ve dolayısıyla refah kaybına yol açar.

    “Rekabet, yeniliği dolayısıyla araştırma geliştirme (AR-GE) faaliyetlerini hızlandırır. Rekabetçi piyasalarda faaliyet gösteren firmalar, piyasada kalabilmek için diğerlerinden farklılaşmalıdır. Bunu için yeni bir buluşa veya daha iyi bir ürüne sahip olmalı, en azından daha verimli faaliyet göstermelidir. Dolayısıyla, bu piyasalarda teşebbüslerin araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde bulunmaları gereklidir. Sonuçta teşebbüsler arasında yeni ürünlerin, yeni malzemelerin ve yeni süreçlerin geliştirilmesi (innovasyon, yenilikler) yarışı önem kazanır. Rekabetin dinamik etkisi olarak da adlandırabileceğimiz bu durumun, bilgi çağı olacağından kuşku duyulmayan 21. yüzyıl için önemi açıktır.â€

    Ekonomik etkinliğin gerçekleşmesine bağlı olarak rekabetin sosyal faydaları ortaya çıkmaktadır. “Rekabetçi piyasa, ekonomik etkinliği gerçekleştirerek düşÃ¼k maliyet-yüksek üretim miktarı-düşÃ¼k fiyat sayesinde refah etkisi yaratacak, aşırı kârı engelleyerek, tüketicilerin korunmasını da sağlayacaktır. Rekabet, mal ve hizmetlerin kalitesini yükseltir, fiyatlarını düşÃ¼rür. Tüketicilere ucuz ve kaliteli mal sunulmasının yollarını açan rekabet, bu yönüyle tüm toplumun refah seviyesini yükseltir.â€

    Rekabetten beklenen siyasal fayda ise ekonomik gücün tek bir elde toplanmasını önleyip topluma yaygınlaştırarak ekonomik güce sahip olanların siyasi hayata da egemen olmasını engellemek olarak açıklanabilir.

    III) TÜRKIYE’DE REKABET HUKUKU

    Dünyada Rekabet Hukuku’nun tarihçesi, yüzyılı aşkın bir süreye dayanmasına karşılık, Türkiye’de kavram olarak Rekabet Hukuku ve hukuki düzenleme olarak Rekabet Kanunu oldukça yenidir. 1970’li yıllardan bu yana, rekabetin korunması alanında çeşitli kanun tasarıları hazırlanmış olmakla beraber, bu tasarılardan hiçbiri kanunlaşamamıştır.

    Rekabet Kanunu’nun ve Rekabet Kurumu’nun oluşturulması hem 1982 Anayasasının 167. maddesi, hem Türkiye’nin 1980’li yıllarda yaptığı ekonomik tercih, ve hem de Türkiye ile AET arasında imzalanan ve ortaklık ilişkisini başlatan 1963 tarihli Ankara Anlaşması bakımından da bir gereklilikti.

    Bilindiği üzere, Anayasamızın 167. maddesi Devlete para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alma, piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önleme görev ve sorumluluğunu yüklemiştir. Bu madde emredici mahiyettedir ve Devlete bir görev verilmektedir. Devlet, 13 Aralık 1994 tarihinde 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun ile bu zorunluluğu yerine getirmiştir.

    Türkiye ekonomisi 1980’li yılların başında alınan bir dizi ekonomik kararla içe kapalı bir ekonomi kimliğini terk ederek “açık ekonomi†olma yolunda önemli adımlar atmaya başlamıştır. Bu bağlamda 24 Ocak 1980 kararları, Türkiye’nin “ithal ikamesine yönelik kalkınma stratejisini†terkederek “serbest piyasa ekonomisi çerçevesinde ihracata yönelik kalkınma stratejisine†yönelişinin kilometre taşı olarak kabul edilen önemli bir tarihtir. Ulusal ekonomik işleyişin iç kaynaklardan beslendiği ve içe dönük beklentiler üzerine kurulu bir sermaye birikimi modelinin bütün iyileştirme çabalarına rağmen tıkanması sonucunda, Türkiye ekonomisi ciddi bir karar değişik¬liği ile dış kaynaklardan beslenen ve dışa dönük beklentiler üzerine kurulu bir ser¬maye birikimi modeli benimseyerek gelişÂ¬miş dünya ekonomileri arasındaki yerini aramaya başlamıştır.

    Türkiye ekonomisi yapısı itibari ile 1980’li yılların başında ciddi bir kurumsal zenginliğe sahip değildi. Tekno-ekonomik paradigma ile iktisadi yapı arasındaki köprüyü oluşturan kurumsal yapılanma Türkiye ekonomisinin yeni tanıştığı bir olgudur. Gelişmiş ekonomilerin kurumsal yapılanmasının tıkandığı noktada Türkiye ekonomisi bunu izleme olanağını değerlendirerek “sonradan gelenlerin avantajıâ€nı kullanmakta ve sağlıklı bir iktisadi yapı kurulmaktadır. Rekabet Hukuku ve onun uygulayıcısı kurumun oluşturulması bu avantajlardan birisidir. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler†sloganında ifadesini bulan ve görünmeyen bir elin denetimindeki (aslında denetimsiz olması hedeflenen) olabildiğince serbest piyasa ekonomisinin yerine yeni tekno-ekonomik paradigma ile örtüşen etkin piyasa ekonomisi ve etkin rekabet modelini oluşturan öne çıkartan 4054sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun ve bu Kanuna dayanarak kurulan Rekabet Kurumu bu avantajlar üzerine kurulmuştur.â€

    Ankara Anlaşması’nın 16’ıncı maddesine göre ise, âkit taraflar, Topluluğu kuran Antlaşma’nın üçüncü büyük bölümünün birinci kısmında yer alan rekabet, vergileme ve mevzuatın yakınlaştırılması ile ilgili hükümlerde anılan ilkelerin, ortaklık ilişkilerinde uygulanması gerektiğini kabul etmişlerdir. Benzer şekilde Katma Protokol’ün 43’üncü maddesinde, Ortaklık Konseyi’nin, adı geçen Protokol’ün yürürlüğe girişinden sonra altı yıllık bir süre içinde, Topluluğu kuran Antlaşma’nın rekabet ve devlet yardımlarına ilişkin maddelerinde belirtilen ilkelerin uygulama şartlarını ve usullerini tespit etmesi öngörülmüştür.

    1 Ocak 1996 tarihinden itibaren Türkiye ile Avrupa Birliği arasında bir gümrük birliği oluşturan 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’yla da Türkiye, gümrük birliğiyle amaçlanan ekonomik bütünleşmeyi gerçekleştirmek amacıyla rekabet kurallarıyla ilgili mevzuatını Avrupa Birliği mevzuatıyla uyumlu hale getirmeyi taahhüt etmiştir.

    “Türkiye ile AT arasında oluşturulan gümrük birliğinde uygulanacak rekabet kurallarına, 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı (OKK)’nın “Yasaların Yakınlaştırılması†başlıklı dördüncü kısmının “Rekabet†başlıklı ikinci bölümünde “Gümrük Birliğinin Rekabet Kuralları†ve “Mevzuatın Yakınlaştırılması†alt başlıkları altında 32-43’üncü maddeler arasında yer verilmiştir. OKK’nda, Topluluk ile Türkiye arasındaki ticareti etkilediği ölçüde, gümrük birliğinin düzgün işleyişi ile bağdaşmayan rekabeti sınırlayıcı uygulamaların önlenmesi amacıyla yer verilen 32’nci ve 33’üncü maddelerin yanısıra, Kararın 39’uncu maddesinde Türkiye’nin ulusal rekabet mevzuatını, Topluluğun rekabet mevzuatıyla uyumlu hale getireceği de hükme bağlanmıştır.

    Bu kapsamda, 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nın 39’uncu maddesine uygun olarak, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma, karar ve uygulamalar ile piyasaya hakim olan teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını sağlamayı amaçlayan 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun 7 Aralık 1994 tarihinde kabul edilmiş, 13 Aralık 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanunu uygulamaktan sorumlu Rekabet Kurumu’nun karar organı olan Rekabet Kurulu ise üyelerinin yaklaşık 27 aylık bir gecikmeyle atanması ile oluşmuştur. Ancak Kurum, teşkilatını 8 ay gibi kısa bir ürede tamamlayarak bu durumu Kanun’un Geçici 2. maddesi uyarınca, 05.11.1997 tarihinde yayımladığı bir tebliğ ile kamuoyuna duyurmuş ve bu tarihten sonra hızla başvuruları değerlendirmeye başlamıştır. Kurul, bu 8 aylık sürede yalnızca fiziki altyapısını ve teşkilatını oluşturmakla kalmamış, aynı zamanda ikincil mevzuat olarak adlandırılan, Kanun’un uygulanmasına yönelik tebliğleri de süratle hazırlayarak yürürlüğe koymuştur. Kurul, ikincil mevzuatın hazırlığında da konuya ilişkin Avrupa Birliği düzenlemelerini esas almıştır.

    A) REKABETİN KORUNMASI HAKKINDA KANUN

    Kanun, altı kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda Kanunun amacı, kapsamı ve tanımlar maddeler haliyle anlatılmaktadır. İkinci kısım üç bölümden oluşmakta olup; ilk bölüm yasaklanan faaliyetlere ilişkindir. İkinci bölüm Kurulun yetkilerini düzenler. Üçüncü bölüm ise idari para cezalarını konu almaktadır. Üçüncü kısım “Teşkilat†başlığını taşımakta olup; üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm Rekabet Kurulu, ikinci bölüm Başkanlık, üçüncü bölüm uzman ve uzman yardımcıları ile bazı mali hükümler içermektedir. Dördüncü kısım, “Kurulun İnceleme ve Araştırmalarında Usulâ€, beşinci kısım “Rekabetin Sınırlanmasının Özel Hukuk Alanındaki Sonuçlarıâ€, altıncı kısım ise “Son Hükümler†başlıklarını taşımaktadır.

    “4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un amacı, mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma, karar ve uygulamaları ve piyasaya hakim olan teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını sağlamaktır. Bu amacın gerçekleştirilmesine yönelik olarak Kanun kapsamındaki işlemleri üç ana başlık altında toplamak mümkündür:
    • Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde mal ve hizmet piyasalarında faaliyet gösteren ya da bu piyasaları etkileyen her türlü teşebbüsün aralarında yaptığı rekabeti engelleyici, bozucu ve kısıtlayıcı anlaşma, uygulama ve kararlar,
    • Piyasada hakim durumda olan teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanması,
    • Hakim durum yaratmaya veya var olan bir hakim durumu güçlendirmeye yönelik ve bunun sonucu olarak rekabeti önemli ölçüde azaltacak birleşme ve devralma niteliğindeki her türlü hukuki işlemler.

    Kanun uygulamasının çatısını oluşturan ve yasaklayıcı hükümler içeren 4, 6 ve 7 nci maddelerin getirdiği düzenlemeler teşebbüslere yöneliktir. Teşebbüs, Kanun’un 3’üncü maddesinde, “Piyasada mal veya hizmet üreten, pazarlayan, satan gerçek ve tüzel kişilerle, bağımsız karar verebilen ve ekonomik bakımdan bir bütün teşkil eden birimler†şeklinde tanımlanmıştır. Bu noktada, ekonomik bir etkinlikte bulunan ve kendi ticari kararlarını verebilen birimlerin teşebbüs sayıldığı; ekonomik değişkenleri başka gerçek veya tüzel kişilerce belirlenen birimlerin ise, kontrolü elinde bulunduran irade yönüyle ekonomik bütünlük sergilediği diğer birimlerle birlikte tek bir teşebbüs olarak kabul edildiği belirtilmelidir. Belirli amaçlara ulaşmak için teşebbüslerin oluşturduğu birliklerin (teşebbüs birliği) tüzel kişiliğe sahip olup olmadığına bakılmaksızın, kararları da Kanun kapsamında incelenmektedir.

    Kanunun uygulanmasında kamu teşebbüsleri ya da özel teşebbüsler arasında herhangi bir fark gözetilmemiş, bir başka deyişle kamu teşebbüsleri için bir ayrıcalık getirilmemiştir. Rekabeti sınırlayıcı anlaşma, eylem veya kararların kamu teşebbüslerince gerçekleştirilmesi durumunda, bu teşebbüsler de Kanun hükümlerine muhatap olacaktır. Ayrıca, Kanun’da sektörel bir ayrım da bulunmamaktadır. Başka bir deyişle, istisna getirilmeksizin tüm mal veya hizmet piyasalarındaki teşebbüs veya teşebbüs birliklerinin rekabeti sınırlayıcı işlemleri Kanun kapsamında sayılmaktadır.â€

    a) Rekabeti Sınırlayıcı Anlaşma, Uyumlu Eylem ve Kararlar

    “Kanun’un 4 üncü maddesinde; rekabeti sınırlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran ya da doğurabilecek nitelikte olan anlaşma, uyumlu eylem ve teşebbüs birliği kararları yasaklanmaktadır. 4 üncü maddeyle ilgili olarak, teşebbüs veya teşebbüs birliklerince oluşturulan anlaşma ve kararların rekabeti kısıtlama amacını taşıması veya rekabetin kısıtlanması etkisini doğurabilecek nitelikte olmasının, maddenin yasaklayıcı hükmünün uygulanması için yeterli olduğunun altı çizilmelidir. Başka bir deyişle, uygulanmamış ve böylece pazarda etki yaratmamış anlaşma ve kararlar, amacı ve olası etkileri yönüyle Kanun’un 4 üncü maddesi kapsamında sayılabilmektedir.

    Aynı maddeyle ilgili olarak vurgulanması gereken bir diğer husus, söz konusu maddenin birden fazla teşebbüsün iradesiyle oluşan işlemleri konu almasıdır. Başka bir deyişle, bağımsızca alınması gereken ekonomik kararların ortaklaşa oluşturulması durumunda, işlem 4 üncü madde kapsamına girmektedir. Bu noktada, teşebbüs birliği kararlarının da; üyelerinin irade ve çıkarlarını yansıtması nedeniyle, birden fazla teşebbüsce oluşturulmuş sayılacağı, dolayısıyla bu madde kapsamında inceleneceği ortaya konulmalıdır. Yazılı olmayan veya bağlayıcı olmayan anlaşma ve kararlar, hukuki geçerliliğine bakılmaksızın, rekabeti sınırlayabilecek nitelikte olması durumunda 4’üncü madde kapsamında değerlendirilmektedir.

    Anlaşma ve kararların yanı sıra, anlaşma olmaksızın işletmelerin iradesiyle oluşan, pazardaki paralel davranışlar olarak nitelendirilebilecek uyumlu eylemler de 4 üncü madde kapsamındadır. 4 üncü maddenin ikinci fıkrasında yer alan, “Bir anlaşmanın varlığının ispatlanamadığı durumlarda piyasadaki fiyat değişmelerinin veya arz ve talep dengesinin ya da teşebbüslerin faaliyet bölgelerinin, rekabetin engellendiği bozulduğu veya kısıtlandığı piyasalardakine benzerlik göstermesi, teşebbüslerin uyumlu eylem içinde bulunduklarına karine teşkil eder.†şeklindeki hüküm ile uyumlu eylem karinesi getirilmiştir. Böyle bir durumda, uyumlu eylem karinesine dayalı bir iddia karşısında uyumlu eylemde bulunulmadığının ispat yükü teşebbüslerdedir. Bu bağlamda, uyumlu eylemi anlaşma ve kararlardan ayıran unsurlardan biri, karine dolayısıyla ispat yükümlülüğünün iddiaya konu olan teşebbüslere yüklenmiş olmasıdır. 4üncü maddede, rekabeti sınırlayıcı işlemlere ilişkin bazı örnek durumlar sayılmıştır. Ancak, rekabeti kısıtlayıcı nitelikte olan ve teşebbüslerin ortak iradesiyle oluşan işlemler, maddede belirtilen örneklerle sınırlı değildir.

    Rekabeti sınırlayıcı işlemleri, yatay ve dikey işlemler olarak iki ana başlık altında toplamak mümkündür. Pazarın aynı seviyesinde etkinlik gösteren teşebbüslerin gerçekleştirdiği anlaşma, uyumlu eylem ve kararlar yatay işlemler; pazarın farklı seviyelerinde yer alan teşebbüslerin, örneğin mal sağlayıcısı ve dağıtıcının taraf olduğu anlaşmalar ise dikey işlemler olarak adlandırılır. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, bir işlem hem taraf teşebbüslerin faaliyet gösterdiği seviyedeki hem de pazarın diğer seviyelerindeki rekabeti olumsuz etkileyebilir. Bu noktaya ilişkin olarak, birlikte fiyat belirlenmesi ve pazarın paylaşılması örneklerinde olduğu gibi, markalar arası rekabeti sınırlayan yatay işlemlerin, marka içi rekabeti sınırlayan dikey işlemlere göre, pazardaki rekabet üzerinde daha kısıtlayıcı etkiler doğurduğu hususunun rekabet hukuku uygulamalarında genel kabul gördüğünü belirtmekte fayda bulunmaktadır.â€

    b) Muafiyet

    Kanun’un 5 inci maddesinde; belirli koşulların varlığı halinde tarafların talebi üzerine anlaşma, uyumlu eylem ve teşebbüs birliği kararlarına 4 üncü madde hükümlerinin uygulanmasından muaf tutulabileceği hükme bağlanmıştır. Bunun için, tarafların rekabeti sınırlayıcı işlem hakkında Kurul’a başvurmak suretiyle bireysel muafiyet talep etmesi gerekmektedir. Bireysel muafiyetin ön koşulu olan bildirim, Kanun’un 12 nci maddesi çerçevesinde çıkarılan 1997/2 no’lu “Anlaşmaların, Uyumlu Eylem ve Kararların Kanun’un 10 uncu Maddesine Göre Bildiriminin Usul ve Esasları Hakkında Rekabet Kurulu Tebliği†ekindeki formun (Form-1) eksiksiz olarak doldurulmasıyla yapılmaktadır. Kanun’un 10 uncu maddesi uyarınca; anlaşma, eylem ve kararların, oluşturulma tarihinden itibaren 30 gün içinde bildirilmesi gerekmektedir. Muafiyet kararları, en fazla 5 yıl için verilebilmekte ve Kanun’un 13 üncü maddesinde belirtilen durumlarda geri alınabilmektedir.

    Bireysel muafiyet yalnızca 4 üncü maddeyi ihlal eder nitelikte olan işlemler için, bunların 5 inci maddedeki şartları taşıması koşuluyla söz konusu olabilmektedir. Başka bir deyişle, yalnızca rekabeti sınırlayabilecek nitelikteki anlaşma ve kararların bireysel muafiyet koşullarını taşıyıp taşımadıkları Kurul tarafından incelenmektedir.

    Muafiyet koşulları 5 inci maddede; üretim, dağıtım veya hizmetin sunulmasında yeni gelişme sağlanması, tüketicinin bundan faydalanması, ilgili pazarın önemli bir kısmında rekabetin ortadan kalkmaması ve rekabetin sayılan amaçlara ulaşılması için zorunlu olandan fazla sınırlandırılmaması olarak belirlenmiştir. 5 inci maddenin üçüncü fıkrasında; bu koşulların gerçekleşmesi durumunda, belirli tür anlaşma ve kararlara grup olarak da muafiyet tanınabileceği ifade edilmiştir. Buna dayanılarak; 1997/3 no’lu “Tek Elden Dağıtım Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyeti Tebliğiâ€, 1997/4 no’lu “Tek Elden Satın Alma Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyeti Tebliğiâ€, 1998/3 no’lu “Motorlu Taşıtlar Dağıtım ve Servis Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği†ve 1998/7 no’lu “Franchise Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği†çıkarılmıştır.

    c) Hakim Durumun Kötüye Kullanılması

    “Kanun’un 6 ncı maddesinde; bir veya birden fazla teşebbüsün hakim durumunu kötüye kullanması yasaklanmaktadır. Aynı maddede; hakim durumun kötüye kullanılması durumlarıyla ilgili olarak pazara başka bir teşebbüsün girişinin engellenmesi, pazardaki teşebbüslerin faaliyetlerinin zorlaştırılması, eşit durumdaki alıcılara farklı koşullar uygulayarak ayrımcılık yapılması, bir mal veya hizmetin alımının diğer bir mal veya hizmetin alımına bağlanması, yeniden satış koşullarına sınırlama getirilmesi, bir pazardaki hakim duruma dayanarak başka bir pazardaki rekabet koşullarını bozmayı amaçlayan eylemlerde bulunulması ve tüketicinin zararına olacak şekilde pazarlamanın ya da teknik gelişmenin kısıtlanması örnekleri verilmiştir.

    6 ncı maddenin uygulanması açısından, bir teşebbüsün hakim durumda olup olmadığının belirlenmesi büyük önem taşımaktadır. Kanun’un 3 üncü maddesinde; hakim durum, “Belirli bir piyasadaki bir veya birden fazla teşebbüsün, rakipleri ve müşterilerinden bağımsız hareket ederek fiyat, arz, üretim ve dağıtım miktarı gibi ekonomik parametreleri belirleyebilme gücü†şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımda açıkça yer almamakla birlikte uygulamada, alıcıların satıcılardan bağımsız bir şekilde hareket edebilmesinin, alıcıların satıcılara karşı hakim durumuna işaret ettiği kabul edilmektedir. Pazar payı, ürün çeşitliliği, pazara giriş engelleri, dikey bütünlük, ilgili ürünün ikame edilebilirliği ve diğer özellikleri gibi unsurlara bağlı olarak somutlaşan hakim durum, teşebbüsün pazarın aynı seviyesinde etkinlik gösteren diğer teşebbüslerin rekabetçi baskısından ve alıcılarının pazarlık gücünden bağımsız karar alabilmesini sağlamaktadır.
    6 ncı madde ile; hakim durumda olma değil, hakim durumun kötüye kullanılması yasaklanmakta ve bu durumdaki teşebbüslerin pazardaki mevcut ve potansiyel rekabeti ortadan kaldırması önlenmeye çalışılmaktadır. Hakim durumdaki teşebbüslerin ilgili pazarda güçlü konumda olması nedeniyle, bunların gerçekleştirdiği işlemler pazardaki rekabet üzerinde ciddi sonuçlar doğurabilmektedir. Bu çerçevede, 6 ncı madde kapsamındaki eylemlere muafiyet tanınmamaktadır.â€

    d) Birleşme ve Devralmalar

    Kanun’un 7 nci maddesinin birinci fıkrası, “Bir veya birden fazla teşebbüsün hakim durum yaratmaya veya hakim durumlarını daha da güçlendirmeye yönelik olarak, ülkenin bütünü yahut bir kısmında herhangi bir mal veya hizmet piyasasındaki rekabetin önemli ölçüde azaltılması sonucunu doğuracak şekilde birleşmeleri veya herhangi bir teşebbüsün ya da kişinin diğer bir teşebbüsün mal varlığını yahut ortaklık paylarının tümünü veya bir kısmını ya da kendisine yönetimde hak sahibi olma yetkisi veren araçları, miras yoluyla iktisap durumu hariç olmak üzere, devralması hukuka aykırı ve yasaktır.†şeklindedir. Aynı maddenin ikinci fıkrası uyarınca, hangi tür birleşme ve devralmaların hukuki geçerlilik kazanması için Rekabet Kurulu’na bildirilmesi gerektiği 1997/1 no’lu Tebliğ ile belirlenmiştir. Buna göre; bir birleşme, devralma veya ortak girişimin rekabet hukuku kapsamında değerlendirilebilmesi için öncelikle, söz konusu işlemin bağımsız teşebbüsler arasında gerçekleşmesi ve işlemin sonucunda kontrolün el değiştiriyor olması gerekmektedir. Bu çerçevedeki birleşme, devralma veya ortak girişim işlemlerinde taraf teşebbüslerin ilgili ürün pazarındaki toplam pazar paylarının %25’i veya toplam cirolarının 25 trilyon TL. (1998/2 no’lu Tebliğ ile değişik)’yi aşması halinde işlemin hukuki geçerlilik kazanabilmesi Rekabet Kurulundan izin alınması gerekmektedir.

    Hakim durum yaratmaya veya var olan bir hakim durumu güçlendirmeye yönelik birleşme ve devralmalar, aynı zamanda pazardaki rekabeti önemli ölçüde sınırlaması durumunda yasaklanmaktadır. Bu çerçevede, hakim durumdaki bir teşebbüsün gerçekleştirdiği birleşme ya da devralma işleminde de, ilgili pazardaki rekabetin önemli ölçüde sınırlanıp sınırlanmadığı incelenmektedir.

    Birleşme ve devralmaların değerlendirilmesinde, 6 ncı maddeye ilişkin incelemelerde olduğu gibi, ilgili pazarın tanımlanması oldukça önemlidir. İşlem sonucunda hangi mal veya hizmet pazarında ve hangi coğrafi alanda rekabetin etkileneceğinin öngörülmesi, ilgili pazarın doğru bir şekilde belirlenmesine bağlıdır. İlgili pazarın nasıl tanımlanması gerektiği, 1997/1 no’lu Tebliğ’in 4 üncü maddesinin son iki fıkrasında ortaya konulmuştur.

    Bildirime konu olan işlemin sonucunda pazarda rekabetin önemli ölçüde azalması yönünde şÃ¼phelerin bulunması durumunda, Rekabet Kurulu işlemin nihai incelemeye alınmasına karar verebilmektedir. Nihai inceleme yapılmasına gerek görüldüğü durumlarda işlem, nihai karara kadar geçerli ve uygulanabilir değildir, diğer bir deyişle askıdadır.

    Kanun’un 11 inci maddesine göre; bildirilmesi zorunlu olan birleşme ve devralmaların Kurul’a bildirilmemesi durumunda, Kurul’un işlemden haberdar olarak başlattığı inceleme sonunda, öncelikle izin başvurusunda bulunulması gerektiği halde bildirim yapılmadığı için 16 ncı maddenin birinci fıkrasında gösterilen cezai yaptırım uygulanmakta, işlemin aynı zamanda 7 nci madde kapsamında olduğu belirlenirse; 4 ve 6 ncı maddeye aykırı işlemlerde olduğu gibi, Kanun’un 16 ncı maddesinin ikinci fıkrası gereğince, işlemi gerçekleştiren teşebbüslere idari para cezası verilmekte ve birleşme veya devralma sona erdirilmektedir.

    e) Menfi Tespit

    “Kanun’un 8 inci maddesine göre; ilgili teşebbüs veya teşebbüs birliklerinin başvurusu üzerine Kurul bir anlaşmanın, kararın, eylemin veya birleşme ve devralmanın 4, 6 ve 7 nci maddelere aykırı olmadığını gösteren bir menfi tespit belgesi verebilmektedir. Kurul, Kanun’un 13 üncü maddesinde belirtilen koşulların gerçekleşmesi durumunda, menfi tespit kararından geri dönebilmektedir. Menfi tespit belgesi, teşebbüslerin gerçekleştirdiği işlemlerin Kanun karşısındaki belirsizliğini ortadan kaldırması nedeniyle önem taşımaktadır. Menfi tespit başvurularının nasıl yapılacağı, 1997/2 no’lu “Anlaşmaların, Uyumlu Eylemler ve Teşebbüs Birliği Kararlarının Kanun’un 10 uncu maddesine Göre Bildiriminin Usul ve Esasları Hakkında Rekabet Kurulu Tebliğiâ€nde düzenlenmiştir.â€

    f) Rekabetin Korunmasına Yönelik Tedbir, Tespit, Düzenleme ve Denetlemeye İlişkin İşlemler

    Kanun’un 2 nci maddesinde; yukarıda belirtilen maddi hususların yanı sıra rekabetin korunmasına yönelik tedbir, tespit, düzenleme ve denetlemeye ilişkin işlemlerin de Kanun kapsamına girdiği belirtilmiştir. Böylece, mal ve hizmet pazarlarında sağlıklı bir rekabet ortamının yaratılmasına yönelik her türlü işlemin, rekabeti kısıtlayıcı nitelikteki eylemlerin önlenmesini de içerecek şekilde Kanun’un uygulanma alanının içinde olduğu anlaşılmaktadır.

    Rekabet Kurumu’nun karar organı olan Rekabet Kurulu’nun görev ve yetkilerinin düzenlendiği 27 nci maddenin (g) ve (h) bentlerinde; rekabet hukuku ile ilgili mevzuatta yapılması gereken değişiklikler konusunda doğrudan veya Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın talebi üzerine görüş bildirmek ve rekabeti sınırlayıcı anlaşma ve kararlarla ilgili olarak diğer ülkelerin mevzuat, uygulama, politika ve tedbirlerini izlemek Kurul’un görev ve yetkileri arasında sayılmıştır. Bu hükümler ışığında, ülke genelinde rekabet mevzuatı ve diğer ilgili mevzuattan oluşan rekabet politikasının oluşturulmasına ve bunun sağlıklı bir şekilde yaşama geçirilmesine katkıda bulunmanın, Rekabet Kurulu çalışmalarının önemli bir bölümünü oluşturduğu ortaya çıkmaktadır.

    13.12.1994 tarihli ve 22140 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun, Rekabet Kurulu’nun şikayet, ihbar üzerine veya re’sen harekete geçerek yürüteceği prosedürü belirli sürelere tabi kılmıştır. Bu prosedüre ilişkin safhalar önaraştırma, soruşturma ve sözlü savunma safhaları olarak sınıflandırılmıştır.

    Kurul resen veya kendisine intikal eden ihbar ve şikayet gibi başvurular üzerine doğrudan soruşturma açılmasına karar verebileceği gibi, soruşturma açılmasına gerek olup olmadığının tespiti için önaraştırma yapılmasına da karar verebilir. Önaraştırma yapılmasına karar verildiği taktirde Kurul Başkanı, meslek personeli uzmanlardan bir ya da birkaçını raportör olarak görevlendirir ve önaraştırma yapmakla görevlendirilen raportörler 30 gün içerisinde eldeki bilgileri, her türlü delilleri ve konu hakkında görüşlerini Kurul’a yazılı olarak verir. Önaraştırma raporunun Kurul’a teslimini takip eden 10 gün içinde, Kurul elde edilmiş olan bilgileri değerlendirerek karar vermek üzere toplanır ve soruşturma açılmasına veya açılmamasına karar verir. Soruşturma yapılmasına karar verildiği taktirde, Kurul, görevli raportör veya raportörler ile birlikte soruşturmayı yürütecek Kurul üyesi veya üyelerini belirler. Soruşturma en geç 6 ay içinde tamamlanır. Ancak, gerekli görüldüğü hallerde bir defaya mahsus olmak üzere Kurul tarafından 6 aya kadar ek süre verilebilir. Kurul, başlattığı soruşturmaları, soruşturmaya başlanması kararının verildiği tarihten itibaren 15 gün içinde ilgili taraflara bildirir ve tarafların ilk yazılı savunmalarını 30 gün içinde göndermelerini ister. Soruşturma safhasının sonunda hazırlanan rapor, tüm Kurul üyeleri ile ilgili taraflara tebliğ olunur. Kanun’u ihlal ettiği belirlenenlere yazılı savunmalarını 30 gün içinde Kurul’a göndermeleri tebliğ edilir. Bu, tarafların göndermiş olduğu ikinci yazılı savunmadır ve bu savunmaya karşı soruşturmayı yürütmekle görevlendirilenler 15 gün içinde ek yazılı görüşlerini tüm Kurul üyeleri ile ilgili taraflara bildirirler. Soruşturma heyetinin hazırlamış olduğu ek yazılı görüşe taraflar 30 gün içinde cevap verebilirler. Bu, taraflara tanınmış üçüncü yazılı cevap verme hakkıdır. Tarafların haklı gerekçeler göstermesi halinde bu süreler bir defaya mahsus olmak üzere ve en çok bir katına kadar uzatılabilir. Taraflar cevap dilekçelerinde sözlü savunma hakkını kullanmayı talep etmeleri halinde veya re’sen Kurul kararı ile sözlü savunma toplantısı yapılır. Sözlü savunma toplantısı, soruşturma safhasının bitiminden en az 30 gün en çok 60 gün içinde yapılır. Sözlü savunma toplantısı davetiyeleri sözlü savunma toplantısı tarihinden en az 30 gün önce taraflara gönderilir. Sözlü savunma toplantıları en çok, birbirini izleyen beş oturumda tamamlanır ve bir gün içinde yapılan çeşitli toplantılar bir oturum sayılır. Sözlü savunma toplantısı yapıldıktan sonra aynı gün, bu mümkün olmaz ise gerekçeleri ile birlikte 15 gün içinde karar verilir.

    Yukarıda ayrıntıları ile yer verilen prosedürden anlaşılacağı üzere, incelemeye başlanılmasından Kurul’un nihai kararına kadar geçen aşamalar diğer kanunlarda düzenlenen soruşturmalarla karşılaştırıldığında oldukça uzun ve ayrıntılı bir süreci ortaya koymaktadır. Esasen Rekabet Hukuku alanında köklü geleneklere sahip ülke örnekleri de bu uygulamaya paraleldir. Bunun en önemli nedeni, rekabet soruşturmaları sonucunda verilen kararların yalnızca tarafları değil ilgili piyasanın tümünü etkiliyor olmasıdır. Bu durum da doğal olarak, uzun ve titiz bir çalışma dönemini gerektirmektedir.â€

    B) TEBLİĞLER

    a) 1997/1 Sayılı Rekabet Kurulu’ndan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ

    Kanun’un 7 nci maddesine istinaden yayımlanan “1997/1 sayılı Rekabet Kurulu’ndan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ’in†amacı, anılan maddenin uygulanması açısından “birleşme ve devralma†sayılan hallerin tanımlanması ve geçerlilik kazanabilmesi Rekabet Kurulu’nun iznine tabi olan “birleşme ve devralmaların†belirlenmesidir. Bunun yanısıra, Rekabet Kurulu’na yapılacak “birleşme ve devralma†başvurularının şekline ve birleşme ve devralmaların değerlendirilmesine ilişkin usul ve esaslara da 1997/1 sayılı Tebliğ’de yer verilmiştir.

    Tebliğ’in 2 nci maddesi uyarınca, (Türk Ticaret Kanunu’nda sayılan birleşme ve devralma türleri ve şirket nev’ilerinden ayrı olarak);
    • Bağımsız iki veya daha fazla teşebbüsün birleşmesi,
    • Herhangi bir teşebbüsün ya da kişinin diğer bir teşebbüsün malvarlığını yahut ortaklık paylarının tümünü veya bir kısmını ya da kendisine yönetimde hak sahibi olma yetkisi veren araçları devralması veya kontrol etmesi,
    • Amaçlarını gerçekleştirmek üzere işgücü ve malvarlığına sahip olacak şekilde bağımsız bir iktisadi varlık olarak ortaya çıkan ve taraflar arasındaki veya taraflarla ortak girişim arasındaki rekabeti sınırlayıcı amacı veya etkisi olmayan ortak girişimler (joint-venture), Rekabet Kanunu’nun 7 nci maddesi kapsamında değerlendirilmektedir.

    Ancak, “birleşme ve devralma sayılmasına†rağmen Tebliğ’in 4 üncü maddesinde belirtilen usullere göre hesaplanan %25’lik pazar payı veya 1998/2 sayılı tebliğ ile öngörülen 25 Trilyon TL’lik ciro eşiğini geçmeyen işlemler için Rekabet Kurulu’ndan izin alınması zorunluluğu yoktur.

    Birleşme ve devralmaların kontrolü hakkında 1997/1 sayılı Tebliğde belirtilen ciro ve pazar payı eşiklerinin ticari işletmelere uygulanmasında muhasebe tekniği ve işin niteliği gereği brüt satışlar ciro olarak kullanılırken, mali kurumların fon sağlayıcılarla fon talep edenler arasında fon akımı sağlamak şeklindeki işlevleri nedeniyle, yapılan iş sonucu işletmelerdeki bir malın mülkiyetini devretme anlamında bir satım söz konusu olmamakta, niteliği itibariyle fon sağlayıcılardan toplanan paraların fon talep edenlere kullandırılması şeklinde bir aracılık faaliyeti oluşmaktadır. Bu nedenle mali sektörün en büyük kesimini oluşturan bankacılık sektöründe tek düzen muhasebe sistemi uygulamasında diğer işletmelerden farklı bir sistem uygulanmakta ve bu sistem içerisinde brüt satışlar kalemi olan ciro uygulaması yer almamaktadır. Aynı şekilde sigorta şirketlerinde de mal satışı yerine risk üstlenilmesi şeklinde bir hizmet satışı gerçekleştirildiğinden brüt satışlar kalemi kullanılmamakta, ciro yerine prim üretimi esas alınmaktadır. Belirtilen farklılıkların giderilmesi için 1998/6 sayılı Tebliğ düzenlemesi ile Türk Rekabet Hukuku’nda Avrupa Birliği düzenlemesine paralel olarak mali kurumlarda ve sigorta şirketlerinde ciro yerine kullanılacak kalemleri belirten özel bir düzenleme getirilerek, uygulamada şeffaflık, başvurularda kolaylık, ciro kavramının yarattığı belirsizliğin giderilmesi amacı gerçekleştirilmiştir. Bu düzenleme ile 1997/1 sayılı Birleşme ve Devralmalar Hakkındaki Tebliğ’in 4. maddesine mali kurumlarda ve sigorta şirketlerinde ciro yerine kullanılacak unsurların neler olduğunun ayrıntılı olarak eklenmiştir.â€

    b) 1997/2 Sayılı Anlaşmaların, Uyumlu Eylemler ve Teşebbüs Birliği Kararlarının Kanun’un 10 uncu Maddesine Göre Bildiriminin Usul ve Esasları Hakkında Rekabet Kurulu Tebliği

    4054 sayılı Kanun’un 5 inci maddesi, ilgililerin talebi üzerine Kurul’a, 4 üncü madde kapsamında rekabeti kısıtlayıcı bir anlaşma, uyumlu eylem veya karar olsa dahi, bazı şartların gerçekleşmesi halinde, bu anlaşma, uyumlu eylem veya kararları 4 üncü madde hükümlerinin uygulanmasından muaf tutulabilme olanağı sağlamakta ve Kurul’a belirli türdeki anlaşmalar için grup muafiyeti tebliğleri çıkarma yetkisi vermektedir. Sözkonusu muafiyet rejimi tüketici yararını gözeten, mal ve hizmetlerin sunumunda gelişme ve iyileşme sağlayan, ekonomik veya teknik gelişme doğuran, ilgili piyasada rekabeti önemli ölçüde ortadan kaldırmayan ve gereğinden fazla bir sınırlama ortaya koymayan anlaşma, uyumlu eylem ve kararları kapsamaktadır.

    Bu çerçevede Kurul, 4 üncü madde kapsamına giren anlaşma, uyumlu eylem ve kararların ve Kanun’un 8 inci maddesi ile düzenlenen, teşebbüs veya teşebbüs birliklerinin anlaşma, karar, eylem veya birleşme ve devralmalarının Kanun’un 4, 6 ve 7 inci maddelerine aykırı olmadığını gösteren menfi tespit belgesi almak için yapılacak başvuruların ne şekilde yapılacağını düzenleyen 1997/2 no’lu “Anlaşmaların, Uyumlu Eylemler ve Teşebbüs Birliği Kararlarının Kanun’un 10 uncu Maddesine Göre Bildiriminin Usul ve Esasları Hakkında Rekabet Kurulu Tebliği†ni çıkarmıştır.

    Bu Tebliğ gereğince, 4 üncü madde kapsamına giren anlaşma, uyumlu eylem ve kararların yapıldıkları tarihten bir ay içerisinde Rekabet Kurulu’na bildirilmesi gerekmektedir. Bildirilmemiş anlaşmalara muafiyet hükümleri uygulanmazken, zamanında yapılmamış bildirimlere muafiyet hükümleri uygulanır, ancak verilmesi halinde muafiyet, bildirim tarihinden itibaren geçerli olur.â€

    c) 1998/3 Sayılı Motorlu Taşıtlar Dağıtım ve Servis Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği

    “1998/3 sayılı Tebliğ, karayollarında kullanım amaçlı, üç ya da daha fazla tekerlekli motorlu taşıtları ve bunlarla birlikte yedek parçalarını, ülkenin tamamında veya belirlenmiş bir bölümünde yeniden satış amacıyla yalnız diğer tarafa veya onunla birlikte dağıtım sistemi içinde yeralan belirli sayıdaki teşebbüslere verilmesine ilişkin anlaşmaları Kanun’un 4 üncü maddesinden grup olarak muaf tutmaktadır.â€

    d) 1998/4 Sayılı Özelleştirme Yoluyla Devralmaların Hukuki Geçerlilik Kazanabilmeleri İçin Rekabet Kurumuna Yapılacak Ön Bildirimlerde ve İzin Başvurularında Takip Edilecek Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ

    “Özelleştirilen işletmenin faaliyet gösterdiği piyasanın daha rekabetçi bir yapıya dönüştürülerek ekonomik etkinliğin artırılması, bir ekonomi politikası aracı olarak özelleştirmenin en önemli hedeflerinden biridir. Bu, rekabet kurallarının uygulanmasının da temel amacıdır.

    Böyle bir işlemin amacının, devrin karşılığı olarak kamunun elde edebileceği gelirden ibaret olamayacağı açıktır. Aksi takdirde, özelleştirmeye konu teşebbüslerin çoğunlukla doğal ve/veya hukuki tekel oldukları dikkate alındığında, devralma yalnızca devlet tekelinin yerinin özel sektör tekelinin alması anlamına gelecektir ki, bu durumun eskiye oranla daha olumsuz sonuçlar doğuracağı genel kabul görmektedir.

    Rekabet Kurulu, T.C.Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ile birlikte yapılan bir çalışma sonucunda münhasıran özelleştirme işlemlerine uygulanmak üzere 1998/4 no’lu “Özelleştirme Yoluyla Devralmaların Hukuki Geçerlilik Kazanabilmeleri İçin Rekabet Kurumu’na Yapılacak Ön Bildirimlerde ve İzin Başvurularında Takip Edilecek Usul ve Esaslar Hakkında Rekabet Kurulu Tebliği†ile 1998/5 no’lu “Özelleştirme Yoluyla Devralmaların Hukuki Geçerlilik Kazanabilmeleri İçin Rekabet Kurumu’na Yapılacak Ön Bildirimlerde ve İzin Başvurularında Takip Edilecek Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ’de Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğiâ€ni çıkarmıştır.

    Bu tebliğler çerçevesinde Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ya da diğer kamu kurum ve kuruluşlarınca gerçekleştirilecek özelleştirme işlemlerinde, ihale işlemlerine başlanmadan önce kamu kurumlarının ilgili pazarlarda sahip olduğu hakim durumun özelleştirme sonrası akıbeti ve bu hakim durumun devrinin ilgili pazardaki rekabet üzerine etkilerine ilişkin Rekabet Kurulu’nun görüşÃ¼nün alınması ve ihale sonrasında özelleştirme yoluyla devralma işleminin Rekabet Kurulu’nun iznine tabi kılınması ile Rekabet Politikası’nın, özelleştirme işlemlerinde, etkin bir rol oynaması sağlanmıştır.

    Söz konusu tebliğ, bir teşebbüsün ortaklık paylarının ya da diğer hak ve araçların tümünün veya bir kısmının teşebbüsün üzerindeki kontrolü değiştirecek ya da karar organlarını etkileyecek şekilde yahut mal veya hizmet üretimine yönelik birimlerin özelleştirme yolu ile her türlü devrini kapsamaktadır. Mahalli idareler dahil kamu kurum veya kuruluşlarına yapılan devirler, mal veya hizmet üretimine yönelik olmayan gayrimenkullerin devri, yurt dışı sermaye piyasalarında satışlar, halka arz, sermaye piyasalarına ilişkin mevzuattaki hükümler saklı kalmak kaydı ile süresi 3 yılı aşmayan gecikmeli halka arzı içeren blok satışlar, çalışanlara devirler, borsada normal ve/veya teşebbüsün kontrolünde değişikliğe yol açmayan özel emir ile satışlar, menkul kıymetler yatırım fonları ve/veya menkul kıymetler yatırım ortaklıklarına satışlar tebliğ kapsamı dışında kalan haller olarak belirlenmiştir.â€

    4054 sayılı Rekabet Kanunu’nun rekabeti sınırlayan anlaşma, uyumlu eylem ve kararların yasaklandığı 4. ve muafiyetin düzenlendiği 5. maddeleri Roma Antlaşması’nın eski 85., yeni 81.; hakim durumun kötüye kullanımının yasaklandığı 6. maddesi Roma Antlaşması’nın eski 86., yeni 82. maddesinin küçük değişikliklerle Türk hukukuna kazndırılmasından ibarettir. Keza birleşme ve devralmaların kontrolüne ilişkin Kanun’un 7. maddesi ve bu maddeye dayanılarak çıkarılan 97/1 sayılı Birleşme ve Devralma Tebliği de Avrupa Birliği’nin kısa adıyla 4064 sayılı Birleşme (“Merger Controlâ€) Tüzüğünün büyük ölçüde benzeridir .

    Yukarıda sayılan tebliğlerin yanısıra Avrupa Birliği’ndeki düzenlemelere paralel olarak, patent, know-how, lisans, marka anlaşmalarına grup muafiyeti tanıyan teknoloji transferi ile ilgili tebliğ, teşebbüsler arası müşterek araştırma-geliştirme anlaşmalarına grup muafiyeti tanıyan AR-GE tebliği ile küçük ve orta ölçekli işletmelerin piyasalardaki rekabet açısından önemsenmeyecek derecede küçük etkiyi haiz bazı anlaşma, uyumlu eylem ve uygulamalarını rekabet kurallarının uygulama alanı dışında tutmayı amaçlayan “de minimis†kuralının uygulanmasına ilişkin tebliğin hazırlık çalışmaları sürdürülmekte olup; yakın bir zamanda bu tebliğlerin de yürürlüğe girmesi beklenmektedir.

    Türkiye, 4054 sayılı Kanun, grup muafiyeti tebliğleri ve usule ilişkin bazı tebliğleri yürürlüğe koyarak, 1/95 sayılı OKK’da öngörülen gümrük birliği çerçevesinde rekabet kurallarının uyumunu büyük ölçüde sağlamış bulunmaktadır. Gümrük birliğinin rekabet kurallarına uyumun da ötesinde, Türkiye, mevcut rekabet mevzuatıyla, Kurucu Antlaşma’nın 81. ve 82. maddelerinin yanısıra, İşletmelerarası Yoğunlaşmaların Kontrolü Hakkında 4064/89 sayılı Konsey Tüzüğü ile usule ve yaptırımlara ilişkin kuralları içeren genel uygulama tüzüğü niteliğindeki 17/62 sayılı Konsey Tüzüğüne de önemli ölçüde uyum sağlamış bulunmaktadır. Bu çerçevede ülkemiz açısından güncel önem arz eden husus, Avrupa Birliği Komisyonu’nun yayımladığı Yeşil Kitap (1997), Beyaz Kitap (1999) ve 1999 yılında yürürlüğe giren 1215/1999, 1216/1999 ve 2790/1999 sayılı Tüzüklerin öngördüğü değişikliklere paralel düzenlemeleri mevcut rekabet mevzuatımızda gerçekleştirmektir.â€

    SONUÇ

    Rekabet Kurumu’nun, asli görevi olan 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un uygulanmasının yanısıra, gümrük birliğinin rekabet kurallarının uygulanmasını yakından izlemesi ve 10-11 Aralık 1999 tarihli Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğinin resmen tescilinden itibaren içinde bulunduğumuz tam üyelik süreci çerçevesinde, rekabet mevzuatımızın AB rekabet mevzuatı ile uyumlaştırılması için kısa, orta ve uzun vadede yapılması gereken düzenlemeler konusunda yapacağı kapsamlı çalışmalar sonucunda öneriler geliştirmesinin son derece faydalı olacağı düşÃ¼nülmektedir.

    Avrupa Birliği tam üyeliğine aday olduğumuz bu dönemde, Türkiye’nin kurumsal yapılanmada kaydettiği aşamalar, ülkemiz ekonomisinin değerlendirilmesinde en önemli kriterlerdendir. Rekabet Kurumu da Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecindeki yeniden yapılanmasında önemli bir aşamayı oluşturmaktadır.

    Rekabet Kurumu, Türkiye’nin AB’ne tam üyeliği sürecinde tayin edici bir fonksiyonu üstlenmiş bulunmaktadır. AB’nin 1960’ların sonunda “gümrük birliğine†1990’ların başında “tek pazara†(iç pazara) ulaşmasında ve içinde bulunduğumuz dönemde de “parasal birliği†gerçekleştiriyor olmasında rekabet politikasının tartışılmaz rolü vardır. Türkiye’nin AB ile aynı rekabet kurallarını benimsemesi ve uygulaması, bir anlamda, AB ile ekonomik alanda aynı kulvara girmesi olarak anlaşılmalıdır. Bir başka deyişle, AB ile ortak rekabet politikası, ekonomik entegrasyonun hukuki temelini oluşturacaktır. Önce, 6 sonra sırasıyla 9, 12 ve nihayet 15 üye ile ekonomik bütünleşme bu temel üzerine oturtulmuştur. Türkiye’nin tam üyeliğinin de bu çerçevede şekilleneceği düşÃ¼nülmektedir.
     

    İçindekiler

    ESC Yayınları

    Yayın Sorumlusu
    Prof. Dr. Arif ESİN

    Adres
    Akaretler Sıraevleri
    S.Seba Caddesi No: 35
    Beşiktaş 80680
    İstanbul - Türkiye
    Tel: +90 212 2369656 (pbx)
    Fax: +90 212 2614196

    e-mail
    esc@escrc.com
    Web Sitesi
    www.escrc.com
    ISSN: 1302 - 4019