SANAYİ ve BİLGİ TOPLUMLARINDA
REKABET EKONOMİSİ
Arş.Gör. Timuçin Yalçınkaya
Dokuz Eylül Üniversitesi
1765 yılında buhar ekonomisinin keşfedilmesiyle gerçekleşen Sanayi Devrimi, Merkantilizm’le
başlayan değişim sürecine hız kazandıran temel bir yapı taşı olmuştur. Geleneksel toplum yapısının kırılmaya başlamasıyla
birlikte yeni oluşumların gündeme gelmesi, Sanayi Devrimi’yle daha keskin bir hâl almıştır. Bu bakımdan hem iktisat biliminin
oluşmasında hem de dünya tarihinde, buhar makinesinin keşfinin özel bir yeri olmuştur. Ekonomik, sosyal, politik ve kültürel
alanlarda yeni yapılar ortaya çıkmaya başlamıştır. Toplumsal sistemdeki tüm değişimlerin ana özelliği ise dışa dönük bir
dünya görüşÃ¼yle belirmeleridir. İnsanlar, ihtiyaçlarını karşılamak ya da mallarını satmak üzere başka ülkelere
yönelmişler; diğer bölge ya da ülkelerdeki insanlarla iletişim kurma yollarını aramışlar; demokrasi anlayışının gelişmesiyle
farklı fikirleri taşıyanlar da ülke yönetiminde söz sahibi olmuşlar ve yeni bakış açıları, çok seslilik, çok renklilik
gündeme oturmaya başlamıştır. Geleneksel toplumun bu şekilde aşılmaya başlaması ve yeni bir toplum yapısının ortaya çıkmasıyla
birlikte, yeni yapıya yön veren temel değişkenin Sanayi Devrimi olması, yeni bir kimlik kazanan toplumun, sanayi toplumu olarak
anılmasına sebep olmuştur.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra, özellikle de 1980’li yıllarla birlikte yaşanan değişimlerin etkisiyle, toplumsal sistem yeni
bir kabuğa bürünmeye başlamıştır. Bu değişimlerin özünde ise iletişim teknolojilerindeki ilerlemelerin payı büyüktür. Yeni
ürünlerin, yeni sektörlerin, yeni ekonomi politikalarının belirmesi, sosyal sınıflar arasında uzlaşma arayışlarının
görülmesi, farklı sınıflardan olanların da ülke yönetimine katılabilmesi gibi pek çok değişim göze çarpmıştır. Bu yeni
toplum yapısının, bilgi üretimi, aktarımı ve kullanımı temelli olmasının etkisiyle sanayi toplumunun değişen çehresi, bu kez
bilgi toplumu kavramıyla isimlendirilmiştir. Bu bağlamda dikkat edilmesi gereken noktalardan biri, sanayi toplumunun yapılarına
karşın, bilgi toplumunda sürekli ve hızla yenilenen bir sürecin söz konusu olmasıdır.
Toplumsal sistemin bu şekilde geçirdiği dönüşÃ¼mler, ekonomik sistem tercihini etkileyen piyasaların ele alınışı ve piyasaların
niteliğini belirleyen rekabet anlayışında da belli değişimleri beraberinde getirmiştir. Kapitalist, sosyalist ya da karma ekonomik
sistem tercihi yapıldığının dile getirilmesi önemli değildir; önemli olan, piyasaların hep var olduğu ve piyasalara ilişkin
düzenlemelerin ve rekabet fikrinin nasıl ele alındığı ile ilgilidir.
1. Sanayi Toplumunun Temel Özellikleri
Sanayi Devrimi ile birlikte ortaya çıkan yeni toplum yapısı, geleneksel toplum olarak nitelendirdiğimiz, temel ekonomik uğraşı
tarım olan, üretimin ilkel yöntemlerle ve büyük ölçüde öztüketim için yapıldığı ortamdan çok farklı olmuştur. Ãœretim
faktörlerinin üretimdeki payları, üretim biçimleri, ürün miktarları ve ürünlerin çeşidi bakımından yeni dönemde daha
farklı özellikler ön plana çıkmaya başlamıştır. Bütün bunların temelinde ise bilimden kaynaklanan ve sanayie uyarlanan
teknolojik gelişme, yani buhar makinesinin keşfi yer almıştır.
Geleneksel toplumda görülenin aksine, üretim faktörleri ağırlığı bakımından sanayi toplumunda daha çok sermaye ön plana
çıkmıştır. Emek faktörü, üretim yöntemlerindeki farklılıkla beraber önemini nispeten kaybetmiştir. Fiziki emek ile
çalışmanın yerine artık makine geçmiştir. Emek faktörünün üretim sürecindeki yeri, sermaye ile olan etkileşimi ile birlikte
değerlendirilmeye başlamıştır. Nitekim sermaye, emeğin verimliliğini arttıran bir faktör olmuştur. Burada emek göz ardı
edilmemekte, ancak üretimdeki yeri, etkinliği sermaye ile ilintili olarak açığa çıkmaktadır. Girişimci faktörü ise sahip
olduğu diğer üretim faktörlerine bakış açısıyla değerlendirilmelidir. Sanayi toplumunun girişimcisi, bir şekilde kârını
arttırma motifiyle ekonomik faaliyetini sürdüren bir kimlik taşımıştır. Bunun için de işgücü ve sermayeden olabildiğince
fazla yararlanabilme yönünde çalışmıştır. Bu durum, zamanla işgücünün sömürülmesine dönüşmüş ve zaman ve fiziksel
güç açısından çok daha fazla çalışmak zorunda olan işgücü sahipleri, verimlilikte gerilemeye başlamışlardır. Girişimcinin,
aksayan bu yönü gidermesi ise sermaye malları ile mümkün olmuştur. Sermaye kullanımının artmasıyla birlikte doğayla olan
etkileşim de önem kazanmıştır. Geleneksel toplumda, daha çok doğaya uyum sağlamaya çalışan insanlar, sanayi toplumunun bir diz
dönüşÃ¼mleriyle birlikte, doğayı kontrol etmeye, değiştirmeye yönelmişlerdir.
Sanayi toplumunun ihtiyaçları, daha çok fizyolojik ihtiyaçlar olmuş ve üretim buna göre yönlendirilirken, öne çıkan
sektörler de çoğunlukla bu yönde olmuştur. İnsanların beslenme, barınma, giyim gibi maddi ihtiyaçlarının karşılanmasının
öncelikli olduğu sanayi toplumu aşamasında, makineleşmenin getirdiği olanakla üretim miktarının arttırılması sağlanmıştır. Seri
halde üretim gerçekleştirilebilmiş, yığınlar halinde ürünler ortaya konurken, Malthus’un Nüfus Teorisi’nin aksine
gelişmeler görülmüştür. Temel ihtiyaçlara yönelik olarak gelişen ekonomik faaliyetlerin sonucunda gıda, tekstil gibi
sektörler önem kazanan sektörler olmuştur.
Sanayi toplumunun ilk aşamalarında oluşan bu yapı değişmez değildir. Bilim ve teknolojide meydana gelen gelişmeler toplumsal
yapıyı sürekli olarak biçim ve içerik değişmelerine uğratmıştır. Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra daha hızlı yaşanan
gelişmeler çerçevesinde sanayi uygarlığı, üretim faktörlerinin ağırlığı, üretim biçimleri, sektörel yapılanmalar açısından
bambaşka özelliklere bürünmeye başlamıştır.
2. Bilgi Toplumuna Geçiş
“Bugüne kadarki her üç bilim adamından ikisinin 1980’li yıllarla birlikte ortaya çıktığı†şeklindeki genel bir ifadeye
sebep olan yeni yapılanma, sanayi uygarlığının da sorgulanmasına yol açmıştır. Değişimin çok daha hızlı yaşandığı bu yeni
çerçevede, çok şey yeni bir anlama bürünmüş, yeni bir içerik kazanmış ve yeni kavramlar belirmiştir/belirmektedir. Bu yeni
yapıda birey, firma, devlet ve nihayet tüm toplum farklılaşmaktadır. Bu farklılaşmada bilim ve teknolojinin etkisi daha belirgin
ve güçlüdür. Artık temel üretim faktörü olarak bilginin egemenliği vardır ve diğer tüm üretim faktörleri bilginin
ışığında yenilenmekte, gelişmektedir.
Bilgisayar ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin yön verdiği bu yeni dönemde toplum, “bilgi toplumu†olarak
nitelendirilmektedir. Bilginin hâkim olduğu dönüşÃ¼mlerin üretim faktörleri üzerindeki şekli, bilgi toplumunda toplumsal
refahın artmasının temel etkenidir. Günümüzde üretim faktörlerinin ağırlığı bakımından yapılacak bir değerlendirmede, çok
yönlü etkileşimler dikkate alınarak bir analiz yapılmalıdır. Tek bir faktörün üretim sürecinde alacağı yer eksik birtakım
sonuçlara yol açabilir. Nitekim esneklik, hız, verimlilik, kalite gibi kavramların evrensel değerler olarak öne çıkması,
üretime etki eden faktörler için de belli değişiklikleri getirmiştir.
Bilgi toplumunda üretim sürecine nicelik ve nitelik bakımından etki eden temel değişken bilgidir. Bilgi, yeni bir ürün ortaya
konmasında, yeni bir iş modeli, yeni bir yöntem geliştirilmesinde esası oluşturmaktadır. Daha önce üretilmemiş ürünlerin
ortaya çıkması, yeni yönetim anlayışlarının gelişmesi, yeni bakış açılarının doğması, ne tür bilgiye sahip olunduğu ve
bilginin nasıl kullanıldığı ile ilişkili olarak gerçekleşmektedir. Böylelikle yeni ürünlerin ve yeni fikirlerin üretilmesinde
temel faktör bilgi olmaktadır. Ancak bilginin miktarı ve kalitesi tek başına bir değişken olarak ele alınmamalıdır. Bilgi
toplumunda değişkenler arasındaki etkileşim, sonuçların yaratılmasına büyük ölçüde etki etmektedir. Bu bakımdan bilginin
diğer üretim faktörleri üzerindeki etkisi ihmal edilmemelidir.
Emek faktörünün bilgi ile etkileşimi, emeğin daha çok niteliksel boyutuna ilişkin değerlendirmeleri gündeme getirmektedir.
Küreselleşme akımının da bir sonucu olarak işgücünün niteliği, eğitim politikalarıyla birlikte ele alınmalıdır. Artık, sadece
istihdam edilebilir nitelikte insan yaratmanın değil, dünyanın neden ve nasıl değiştiğini kavrayabilen, kültürel duyarlılığa
sahip ve gelişmiş bir etik anlayışı olan insanın hedeflenmesi gerekmektedir (Paul Kennedy). Kaliteli işgücünün yaratılması da,
bilgi donanımı iyi ve bu bilgi donanımını sağlayabilmek için bilgisayar ve iletişim teknolojileri ile iç içe geçmiş, bilimsel
ve teknolojik gelişmelerden kopmayan bireylerin yaratılması demektir. Böylelikle bilgi ve işgücü faktörlerinin birleşmesi ise,
hem diğer üretim faktörleri hem de tüm sektörler bakımından ileri etkileri ortaya çıkarmaktadır.
Bilgi altyapısı gelişmiş bireylerin toplumda daha fazla yer edinebilmesi, girişimci anlayışında birtakım ilerlemeler kaydederek
daha çağdaş bakış açıları taşıyan girişimci tipini yaratmaktadır. “Ne olursa olsun kâr elde etme†güdüsünden ziyade,
insana ve doğal çevreye saygı ve sahip olunan diğer kaynakları akılcı yöntemlerle kullanabilme motifini bünyesinde barındıran
girişimci modeli gelişmektedir. Öte yandan sermaye ise, daha çok bilgisayar destekli olarak kullanılmakta ve yine eğitilmiş,
uzman işgücü ile birlikte kullanıldığında çok daha verimli, hızlı ve esnek üretimi sağlayabilen bir özelliğe sahip
olmaktadır. Tarım toplumunda doğaya uyumun sağlanması, sanayi toplumunda doğanın kontrol edilmeye çalışılması, bu kez bilgi
toplumunda doğayı aşma şeklinde bir bakış açısına dönüşmekte ve bu bağlamda yeni teknolojiler ve ürünler geliştirilmektedir.
Sanayi toplumundakinin ötesinde bilgi toplumunda insanların ihtiyaçları, fizyolojik olmaktan ziyade sosyal, düşÃ¼nsel ve
duygusal olarak değerlendirilmektedir. Başka insanlarla iletişim kurma isteği; daha fazla boş zaman yaratma ve sinema, tiyatro,
müzik gibi kültürel değerlere vakit ayırma eğilimi, daha iyi eğitim altyapısına sahip olma isteği gibi pek çok
sosyo-kültürel ihtiyaç ortaya çıkmaktadır. Bunun paralelinde ekonomik alanda, ön plana çıkmaya başlayan sektörler de
değişmektedir. Eğitim kurumları, araştırma merkezleri, sigorta kurumları, sağlık kuruluşları, sosyal hizmet merkezleri gibi,
çalışma konusu insan olan sektörler ve kuruluşlar önem kazanmaktadır. Bu süreçte geleneksel olarak insanların fizyolojik
ihtiyaçlarına yönelmiş sektörler ise yeni bir içeriğe kavuşmaktadır. Daha kaliteli, daha nitelikli, daha kullanışlı gıda
maddeleri, giyim eşyaları üretimine ağırlık verilirken, verimliliğin ve niteliğin artmasında temel etken ise yine bilgi
teknolojileri olmaktadır. Diğer taraftan hizmetler sektörü bilişim teknolojileri ile bütünleşerek bireye özgü esnek
üretimin ve hizmet hızının artması sonucunu yaşamaktadır. Artık, ihtiyacın miktarı ve niteliği dikkate alınmadan yapılan yığın
üretimin yerine, bireyi baz alan üretim anlayışı değer kazanmaktadır. Tüketicinin ne zaman ya da ne boyutta bir mal istediği,
üreticinin malı ulaştırmada zaman ve doğruluk kalitesi ile birlikte gerçekleştirilmektedir.
3. Piyasa Ekonomisinin Gelişimi
İktisat biliminin temellerinin atılmaya başladığı 18.yüzyılla birlikte ülkelerin ekonomik sistem tercihleri de, ekonomik ve
felsefi alanlardaki gelişmeler ışığında belirmeye başlamıştır. İnsan ihtiyaçlarının karşılandığı piyasalar her dönemde var
olmuştur. Ancak, ortaya çıkan felsefi ve ekonomik görüşler doğrultusunda, piyasaların, sistem tercihi için esas oluşturması
farklı şekillerde kendini göstermiştir. Serbestlik yanlısı bir görüş çerçevesinde piyasalar, ekonomik birimleri tamamıyla
özgür, ancak denetimsiz bırakabilirken; merkeziyetçi görüşÃ¼ savunanların dünyasında piyasalar, devlet tarafından
yönetilerek insanların ihtiyaçlarına zemin olmaktadır. Bu iki görüş çerçevesinde piyasaları temel alan ekonomik sistem
fikirleri, piyasa ekonomisi anlayışının gelişiminde temel bir bakış açısı olmuş ve piyasa ekonomisinin şekillenmesi de, bu iki
fikrin belli özelliklerinin senteziyle içerik kazanmıştır.
a) Sanayi Uygarlığında Piyasa Ekonomisi
Klasik liberal düşÃ¼ncenin egemen olduğu sanayi uygarlığının ilk dönemlerinde piyasa ekonomisi, serbest piyasa ekonomisi olarak
şekillenmiştir. Ekonomik faaliyetlere; felsefi alandaki “Bırakınız düşÃ¼nsünler, bırakınız söylesinlerâ€; ekonomik alanda da
“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler†görüşleri yön vermiştir. Sermayenin, öne çıkan üretim faktörü olması,
sermaye sahiplerinin ekonomik uğraşlarının daha ön planda olmasına sebep olurken, sermayedarlar istedikleri yerde, istedikleri
üretim alanında faaliyette bulunabilme özgürlüğünü yaşamışlardır. İşgücü sahiplerinin de, çalışma alanı konusunda
ücretler, çalışma saatleri gibi belirli kısıtlar dışında serbestlikleri söz konusuydu. İşgücü, yer ve faaliyet alanı
tercihinde bir hareket serbestisine sahipti. Ancak, bir süre sonra sermaye sahibi girişimcilerin tekelci eğilimlerinin
görülmeye başlamasıyla işgücünün hareket serbestisi belli ölçülerde sınırlanmaya başlamıştır. Tüketiciler için de olduğu
gibi, işgücünün sömürülmesine dönüşen yapılar ortaya çıkmıştır. Serbest piyasa ekonomisinin yarattığı serbesti ortamının
sosyal alanda ortaya çıkardığı bu gibi aksaklıklar, birtakım sosyal önlemleri gündeme getirmiştir. Serbesti ortamında devletin
rolünün bekçilikten öteye geçememesi yavaş yavaş değişmeye başlamış; ekonomik sistem, yine piyasa eksenli olurken sosyal bir
anlam da kazanmıştır.
1890’lara gelindiğinde, özellikle Almanya’da sosyal politika önlemleri alınmaya başlamıştır. Bismarck’ın başbakan olduğu
dönemde, sosyal güvenliğin ve sağlık sigortalarının geliştirilmesi, çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesi gibi önlemler
uygulamaya koyulmuştur. Piyasaların, ekonomik sistemin temel noktası olmasından uzaklaşılmadan böylece içerik değiştirmesi, bu
kez sosyal piyasa ekonomisi kavramını getirmiştir. Devletin ekonomideki yeri ise, attığı birtakım sosyal politika adımlarıyla
ilintili olarak sosyal devlet şeklinde değişmiştir. Eskinin, hiçbir müdahaleyi benimsemeyen devlet anlayışı, piyasaların
yarattığı bozuklukların giderilmesi yönünde sorumluluk üstlenen devlet anlayışına dönüşmüştür. Fakat sosyal piyasa
ekonomisinde ihmal edilmemesi gereken nokta, piyasaların, işgücü ve girişimcilere verdiği özgür seçim olanaklarının devam
etmesidir.
1950’li yıllarla birlikte, klasik liberalizmin göz ardı ettiği ve birtakım bozulmalara sürüklediği alanlardan bir diğeri ele
alınmaya başlamıştır: Doğal çevre. Serbesti ortamı öncelikle sosyal alanda sınıflar arasında çatışmaya yol açmıştı ve işgücü
ve tüketicilerin sömürülmesine kadar giden girişimci sınıfın olumsuz davranışları söz konusu olmuştu. Öte yandan, hiçbir
kısıtlama olmaksızın faaliyetlerini sürdüren girişimci sınıfın yalnızca kâr elde etmeye odaklanması, toplumun diğer sınıflarına
verdiği zararın yanında, doğal çevreyi tahrip eden bir etken olmuştur. Hammadde kullanılırken bilinçsizce, sonraki üretim ya da
nesiller düşÃ¼nülmeksizin hareket edilmesi ve üretim faaliyetleri sürdürülürken ortaya çıkan atıkların çevreye salınması;
diğer taraftan tüketim aşamasında çevreye zarar verilmesi, 1950’li yıllara kadar dikkate alınmamıştır. Böylece yine piyasa
ekseninden uzaklaşmadan, bu kez ekonomik faaliyetlerin doğal çevre boyutu da ele alınarak piyasa ekonomisinin, ekolojik piyasa
ekonomisi aşamasına dönüşmesi söz konusu olmuştur. Daha çok maddi ihtiyaçlara yönelik üretim merkezi olarak fabrikaların
yer aldığı sanayi toplumunun düzeninde, çevre, böylece 1950’li yıllarla birlikte tartışılmaya başlanan bir konu olmuştur.
Sanayi Devrimi’yle birlikte ortaya çıkan sanayi uygarlığında, belli özellikler dolayısıyla piyasa ekonomisi, serbest, sosyal
ve ekolojik kavramlarıyla bütünleşmiş olarak aşamalar geçirmiştir. Sanayi toplumunun geçirdiği dönüşÃ¼mler itibariyle önce
özgürlükçü bir anlayış ekonomik alanda egemen olurken, olumsuz gelişmelerin ortaya çıkması belli önlemlerin alınmasını
gerektirmiştir.
b) Bilgi Toplumunda Piyasaların Değişen Yüzü
Kapitalizmin ya da klasik liberalizmin 18.yüzyılın sonlarıyla birlikte gelişmesinden yaklaşık 1oo yıl sonra sosyal söylemlerin,
170 yıl sonra da ekolojiyle ilgili tartışmaların gündeme gelmesi geç gelen bazı gelişmeler gibi görülebilir. Sanayi toplumunun
getirdiği yenilikler geleneksel toplumun geliştiğini gösterir nitelikteydi, ancak sanayi toplumu da kendi içinde çeşitli
aksaklıklarla birlikte var olmuştur. Sanayi toplumunun piyasa eksenli gelişmesinde ekonomik sistem tercihi, serbest, sosyal ve
ekolojik anlamları taşıyarak belirmiştir. Sırasıyla, yaşanılan dönemin gereklerine uygun olarak gelişen piyasa ekonomisi,
gittikçe bilişim teknolojilerinin yön verdiği bir toplumsal düzenin ortaya çıkmaya başlamasıyla bir değişim geçirmiştir.
Özellikle 1980’lerle birlikte çok hızlı bir şekilde yaşanan bu dönüşÃ¼mün etkisi, piyasa ekonomisine yeni bir anlam
yüklemiştir.
İnsan ihtiyaçlarının çeşitlenmesi ve içerik değiştirmesi ancak yeni ürünler, yeni teknolojiler ve yeni bakış açıları ile
birlikte gerçekleştirilir olmuştur. Bu yenilikler ise bireysel düzeyde beynin sağ ve sol yarım kürelerinin etkileşimi, kurum ya
da toplumsal düzeyde ise bireyler ve gruplar arasındaki etkileşim ile mümkündür. Bu etkileşim ile açığa çıkacak olan
yaratıcılık kapasitesi, beraberinde yeni toplum yapısının şekillenmesinde söz sahibi etkiler ortaya çıkarmaktadır.
Bütün bunların, ekonomik sistem olarak piyasa ekonomisine yansıması ise yenilikçi-yaratıcı piyasa ekonomisi şeklinde
olmaktadır. Artık, özünde bilgiye dayalı yenilik üretme kapasitesi ve zihniyetinin yer aldığı bir yapılanma söz konusudur.
Farklı bir toplum yapısına özgü olarak ortaya çıkan piyasa ekonomisi anlayışları olmalarına rağmen, serbest, sosyal ve ekolojik
rekabetçi piyasa ekonomisi fikirleriyle, yenilikçi-yaratıcı piyasa ekonomisi görüşÃ¼ birbirinden kopuk değildir. Ancak, bilgi
toplumuna özgü özellikler içeren yenilikçi piyasa ekonomisi, sanayi toplumunun fikirlerini de içine alan, bu arada onları
daha ileriye götüren bir nitelik taşımaktadır. Bireyi ve firmayı özgür bırakan, bu özgürlük ortamında sorumlulukları ihmal
etmeyerek sosyallik fikrini geliştiren ve ek olarak ekolojik yaşamı bozmayan bir yapıyı yansıtan yenilikçi piyasa ekonomisi
fikri, bunların yanına yenilikçi-yaratıcı ekonomik birimleri oturtan bir özelliktedir.
4. Rekabet Anlayışındaki Gelişmeler
a) Sanayi Toplumunda Rekabet Anlayışı
Piyasa ekonomisinin geçirdiği bu dönüşÃ¼m, piyasaların varlığını ve ekonomik sistemin başarısını belirleyen rekabet anlayışında
da bazı değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Serbest piyasa ekonomisinin uygulanmakta olduğu, Sanayi Devrimi’yle birlikte
gelişen dönemde, özgürlükçü bakış açısının bir göstergesi olarak rekabet de serbest niteliğini taşımıştır. Serbest
rekabet, çalışma ve mobiliteye ilişkin olarak ekonomik birimlere geniş bir hareket alanı bırakırken, şirketler ya da işgücü
sahipleri arasında kıyasıya, fakat biraz da sonuçları itibariyle vahşi bir anlam taşımaktaydı. Nitekim bu rekabet anlayışı,
dönemin ekonomik sistem fikrinin vahşi kapitalizm olarak nitelendirilmesine de sebep olmuştur. Devletin fonksiyonlarından biri
olarak, ekonomik alanda rekabetin düzenlenmesi beklenebilecekken, devlet korkuluk sıfatının ötesine geçememiş, fakat bu noktada
da başarılı olamamıştır. Bu noktada firmaların rekabet anlayışı, düşÃ¼k ücret ve yüksek fiyat yoluyla işgücü ve
tüketicilerin aleyhine sonuçlar doğuran tekelci bir yapıya bürünmüştür. Böylelikle tekelci rekabet, bilimsel düzeyde
incelenen serbest rekabetin uygulamadaki şekli olmuş, ancak sonuçları itibariyle de tartışılır olmuştur.
Teorik düzeyde Neo-klasik İktisatçılar’ın öne sürdüğü tam rekabet bu dönemden sonra ele alınmaya başlamıştır. Ancak tam
rekabet bir uç nokta olmuş, kendi içinde rekabet ile tutarlı olmamıştır. Tam rekabet anlayışının gösterdiği şekilde malların
homojen olması, farklı bir ürün geliştirme bakımından sağlanacak bir rekabetten uzaktır. Aynı şekilde, herkesin her gelişmeden
haberdar olabilmesi de, farklı bir şey yaparak bunu farklı bir yolla duyurma yoluyla sağlanacak rekabetten uzaktır. Bir de tam
rekabetin tek bir fiyatı öngörmesi, yine fiyat farklılığı yaratabilmeye yönelik rekabeti engellemektedir.
Tam rekabetin böyle sürekli çürütülebilen tezlerinin olması, teorik olarak başka çalışmalara da zemin hazırlamıştır ve
1940’larla birlikte Clark’ın fonksiyonel rekabet fikri daha fazla ele alınmaya başlamıştır. Fonksiyonel rekabet, temelde üç
alana ilişkin olarak değerlendirilmektedir. Bunlar rekabetçi bir piyasa yapısı, rekabetçi piyasa davranışı ve rekabet sonucu
ortaya çıkmış ve yine rekabetçi piyasa sonuçlarıdır.
Clark fonksiyonel rekabet ile, tam rekabetin çok sayıda firma fikrinden uzaklaşmıştır. O’na göre; geniş bir oligopolistik
piyasa yapısının olması, beraberinde malların heterojenliğini getirmekte ve bu şekilde piyasada mallara ilişkin bilgi azalmakta,
belirsizlik artmakta ve sonuçta üreticilerin birbirleriyle paralel ve uyumlu davranma eğilimi azalmaktadır. Clark, piyasa
koşullarında aksaklığı dile getirmiş ve bu aksaklığı yaratacak olanın ise fiyat-kalite-hizmet farklılıkları ortaya koymak olduğunu
belirtmiştir. Serbest rekabet ve tam rekabetin bir sentezi niteliğindeki fonksiyonel rekabet, dinamik rekabet sürecinin motoru
olarak da yenilikçi-dinamik girişimciyi görmüştür.
Bu tarihi gelişimi içinde rekabet, serbest rekabet ve tam rekabet olarak geçirdiği aşamaları sanayi toplumunun birer özelliği
olarak taşımıştır. Klasik üretim anlayışının egemen olduğu, yığınlar halinde üretim yapıldığı, fabrikalarda sadece daha fazla
kâr elde etme amacına yönelik olarak çalışıldığı bir dönemin rekabet anlayışı da, ekonomik anlamda çok da ilerleme sağlayıcı
bir özelliğe sahip olmamıştır. Dönemin dinamiklerine uygun anlayışlar olarak ortaya çıkmış oldukları söylenebilir, fakat
yarattığı tahribatlar itibariyle de pek de amaca ulaştırıcı nitelikte olmadıkları ortadadır.
b) Bilgi Uygarlığının Rekabet Anlayışı
Bilgi toplumunda rekabet anlayışı, Clark’la birlikte temeli atılan fonksiyonel rekabetin izlerini taşıyarak, yenilik üretme
yoluyla rekabet etmeyi ve küreselleşme sürecinde artık tüm dünya genelinde bir yarışı ifade etmektedir. Bu da,
yenilikçi-küresel rekabet olarak adlandırılmaktadır.
Bilgiye dayalı öyle bir toplumsal yapı ortaya çıkmıştır ki; her şey sürekli ve çok hızlı değişmektedir. Bunda temel faktör
teknolojik gelişmelerdir. İletişim teknolojileri alanındaki ilerlemelerin yön çizdiği bu yeni yapılanmada, mikro ve makro pek
çok konu iç içe geçmiş ve birbirini etkilemiş durumdadır. Rekabet de, bireyin kendi gelişiminden başlayıp global düzeye
yayılmıştır ve sürekli içerik değiştirmektedir. Bilgi toplumunun rekabet anlayışı çalışma ve bu çalışma sonunda elde edilecek
rekabet gücüne yöneliktir. Buradaki çalışma ise yenilik üretme amaçlıdır. Yenilik üretmek için ise yaratıcı olmak
gerekmektedir. Yaratıcılık önce bireysel düzeyde, sonra da bireyin oluşturduğu örgüt, kurum ve toplum düzeyinde olmak
durumundadır. Sadece bireylerin kendi aralarında değil, kurumların ve toplumların birbirleri arasında rekabeti de yaratıcılık
kapasitelerine bağlıdır.
Fiyat, kalite ve hizmet boyutları ile rekabet bilgi toplumu sürecinde yaşanan gelişmelerle bir adım daha öteye gitmiştir. Artık
hizmet hızında yarış söz konusudur. Bu noktada bireyi baz alan üretim şekli de hizmet hızıyla birlikte önem kazanmaktadır.
Özellikle İnternet’in de devreye girmesiyle dünyanın herhangi bir yerinden verilecek sipariş, olabildiğince kısa bir süre
içinde yerine getirilebilecek ve daha önemlisi de müşterinin istediği ölçü ya da özelliklerde olan ürünün teslim
edilmesi söz konusu olacaktır. Örneğin; kişisel bilgisayar satıcısı Amerikan Dell firması, müşterilerinin istedikleri
özelliklerde bilgisayarları telefon ya da İnternet üzerinden siparişin alınmasından, taşınmak üzere kamyona yükleme aşamasına
kadar 36 saat gibi kısa bir sürede hazırlayabilmektedir.
İnternet’in bireysel ve kurumsal olarak daha fazla ve etkin bir şekilde kullanılmaya başlamasıyla, piyasa kavramı ve beraberinde
rekabet de yeni bir içerik kazanmıştır. Artık, geleneksel piyasa anlamı değişmiştir. Alıcı ve satıcıların bir araya geldikleri
fiziksel mekanlara gerek yoktur. Şirketler arasında ya da şirketler ile tüketiciler arasında İnternet aracılığıyla bağ kurulmakta
ve sanal bir piyasa oluşmaktadır. Taraflar birbirlerinin yüzünü görmeksizin bir satış ya da hizmet sözleşmesi
yapabilmektedirler. Karşılıklı güvenin de bu noktada önemli olduğu göz ardı edilmeden, artık iş süreçleri sanal ortamda
gerçekleşmektedir. Sipariş, satış, pazarlama gibi faaliyetler İnternet’te daha kolay ve daha hızlı bir şekilde yerine
getirilebilmektedir. Örneğin; Wolkswogen firması, yeni modeli olan Lupo’nun tanıtımını İnternet’teki sitesinden yapmakta ve
aracın sürüş testi hariç pek çok özelliği bu web sayfasında izlenebilmektedir. Potansiyel müşteriye aracın içinde
bulunuyormuş gibi bir etkinin verildiği bu yöntem, Wolkswogen tarafından Lupo’nun tek tanıtım yolu olarak belirlenmiştir.
Yeni bir anlayış olarak artık ekonomik, politik ya da sosyo-kültürel herhangi bir faaliyetin tüm dünya çapında görülmesi ya
da etkilerinin global düzeyde ortaya çıkması söz konusudur. Globalleşme olarak nitelendirilen bu yeni oluşum, rekabetin bir
başka niteliğini göstermektedir: Artık rekabet tüm dünya üzerinde söz konusudur. Yalnızca faaliyette bulunulan yörenin
değil, tüm dünyanın koşulları değişmektedir. Özellikle GATT, GATS ve TRIPS anlaşmalarının dünyada oluşturduğu yeni düzen bunu
gerektirmektedir. Daha sonradan imzalanması beklenen MAI de, bu sürece bir katkı niteliğinde olacaktır. Bu da, rekabet gücüne
sahip olabilme zorunluluğunun bir başka boyuta taşındığını göstermektedir. Bu anlaşmaların da etkisiyle liberalleşmenin tüm
dünyaya yayılması ve faaliyet özgürlüğünün sınır tanımaz hâle gelmesi, böylesine geniş çapta bir yapı karşısında daha
güçlü donanımları gündeme getirmektedir. Rekabet açısından konu değerlendirildiğinde global düzeyde rekabet edebilmenin,
özellikle belli sektörlerde temel faktörü şirket birleşmeleridir. Dünya piyasasında özellikle otomotiv sektöründe son
zamanlarda sıklıkla karşılaşılan birleşmeler, rekabet edebilmenin temel gereklerinden birisidir. Tüm dünyada rekabet edebilmek,
finansman, teknoloji, insan kaynağı faktörlerinin de etkisiyle sağlanabilmektedir ve bir firmanın tek başına bunu sağlayabilmesi
her zaman mümkün olmayabilmektedir. Bu nedenle firmalar arasında birleşmeler ve stratejik ortaklıklar gündeme gelmektedir.
Birleşmeler, başlangıçta rekabeti engelleyici piyasa davranışı olarak görülebilir. Ancak yarattığı etkileşim çeşitli yararları
ortaya çıkarmaktadır. Öncelikle ölçek ekonomilerinden yararlanma imkanı sağlanabilmektedir. Maliyetlerin daha düşÃ¼k
tutulması mümkün olabilmektedir. Bunun dışında, daha başka birleşmelerle ortaya çıkmış gruplarla, yenilik üretmeye yönelik
bir rekabet de söz konusu olabilmektedir. Daha çok otomotiv, telekomünikasyon, kimya sektörlerinde, yani büyük çaplı
yatırımları ve üretimi gerektiren sektörlerde birleşmeler daha fazla olmaktadır. Bunun yanında KOBİ’lerin faaliyette olduğu
alanlarda bu tür birleşmelerin çok fazla olmadığı görülmektedir.
Rekabetin sürekli değişen ve yenilenen yüzü, sektörler arasında da rekabet türleri itibariyle farklılıkları gündeme
getirmektedir. Kimi sektörlerde fiyat, kimilerinde kalite ve kimilerinde de hizmet rekabeti ön plandadır. Bunun zaman zaman
karma bir yapı oluşturduğu da görülebilir. İnsan değerinin, faaliyet konusu olarak daha önemle ele alındığı sektörlerde hizmet
ve hizmet hızında rekabet önde iken, örneğin beyaz eşya sektöründe fiyatların birbirine yakın olması dolayısıyla kalite ya da
satış sonrası hizmet bakımından bir rekabet söz konusudur.
Günümüzün rekabet anlayışındaki bir başka özellik ise değişen toplumun bir sonucu olarak değer kazanan sektörlere yönelik
yarıştır. Genetik, biyo-teknoloji, uydu sistemleri, araştırma ve geliştirme gibi önem kazanan çalışma alanlarında ortaya konan
projelere, ürünlere ya da modellere dayalı bir rekabet, dünyanın yenilenen çehresinin örnekleridir. Geleneksel bir sektör
olmasına rağmen ulaştırma sektörü de yeni ekonomik düzenin, rekabetin yoğun olarak yaşanacağı sektörlerinden olacaktır. Alıcı
ve satıcıların birbirini görmediği, e-ticaretin yaygınlaştığı bir ortamda verilen siparişlerin yerine getirilmesinde, yine
teknolojik altyapısı gelişmiş olan lojistik-dağıtım firmaları daha aktif rol alacaklardır. Bu açıdan sektörde rekabetin
gelişmesi de beklenmektedir.
Bilgi toplumunda rekabet fikrinin geldiği aşamalardan biri de, bireyin ya da firmanın kendisiyle yarışması ve bunun sonuçlarının
daha da ileri olmasıdır. Rekabet-üstü kavramıyla açıklanabilecek olan bu anlayış, ekonomik birimin kendini aşmaya çalışmasıyla
ortaya çıkacak olan rekabetin, tüm birimlere yayılmasıyla açığa çıkacak ürün ya da yeniliklerin çok daha farklı olacağı
yönündedir. Sürekli kendini geliştirmeye odaklanmış birimler geride kalmamak için çaba sarf etmekte ve sonuçta tüm
birimlerin bu çabayı göstermesi, tüketiciler, çalışanlar ve tüm toplumsal sistem üzerinde etkili olmaktadır.
Sonuç
İnsanlık tarihinin geçirdiği evreler boyunca pek çok alanda pek çok değişim olmuştur/olmaktadır. Ekonomik alandaki değişimler
de, rekabet ve rekabetin işlerlik kazandırdığı piyasalar düzeyinde birey ve firmalar arasında ortaya çıkarak tüm ekonomik alana
yansımaktadır. Piyasa ekonomisinin ve rekabet kültürünün özünde insana saygı ve hoşgörü ortamının getirdiği demokrasi
kültürü vardır. Özellikle devletin katkısıyla demokratik ortamın oluşturulması, piyasa ekonomisinin ve rekabetin taşıdığı
farklı anlamlardan, geçirdiği aşamalardan öteye, piyasaların ve rekabetin varlığına etki etmektedir. Demokrasinin sağlam bir
şekilde oturtulmasıyla sağlanacak serbesti ortamı, piyasa temelli ekonomik sistemin başarısını belirleyen ana öğedir. İnsanlara
faaliyet özgürlüğünün tanınması gereğini ifade etmesi bakımından demokrasi önemli olmakla birlikte, özellikle sosyal alanda
birtakım düzenlemelerin de demokrasi kültürünün paralelinde ele alınması gerekmektedir. Demokrasinin gelişmesiyle birlikte
ekonomik alanda belli kazançların olması kaçınılmazdır ve demokrasi, bu noktada belki de en önemli altyapı unsurudur.
Bununla birlikte uluslararası rekabetin düzenlenmesi de globalleşme ile birlikte üzerine gidilmesi gereken bir konudur. Ãœlke
ülke ya da bölgesel olarak, örneğin Avrupa Birliği’nde rekabete ilişkin düzenlemeler yapılmaktadır. Ancak tüm dünya
düzlemine yayılan ve yansıyan faaliyetlerin bir gereği olarak global bir rekabet düzenlemesinin yapılması zorunludur. Bu, kısmen
GATT ve diğer anlaşmalarla sağlanmaya çalışılmaktadır. Ancak haksız rekabet gücü kazanılarak belli kesimlerin zor durumlara
itilmesinin önüne geçilecek daha kapsamlı düzenlemeler yapılmalıdır. Yasal boyutta yapılabileceklerin yanı sıra, uluslararası
bir rekabet kurumunun oluşturulması da göz önüne alınmalıdır.
Bu bağlamda Türkiye’de de rekabetle ilgili olarak çağdaş bir bakış açısının geliştirilmesi gerekmektedir. Yenilik üretme
motifinin ekonomik birimlere kazandırılması, ancak çalışma sonunda elde edilecek kazanca odaklanılması ve uluslararası gelişmeler
ve düzenlemelerden uzaklaşılmaması gerekmektedir. Bu bağlamda 4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun yukarıda betimlenen
modelin gerçekletirilebilmesinde en önemli aygıttır. Bununla birlikte her konuda olduğu gibi, rekabette de dünyadaki yeni
gelişmeleri izlemek zorunluluğu olduğu gibi yeni düzenlemelerin hızla rekabet mevzuatımıza aktarılması ve teşebbüslere
anlatılması öncelikli meseledir.
Yararlanılan Kaynaklar
De Bono, Edward (1996), Rekabet Ãœstü, Remzi Kitabevi, İstanbul
Erkan, Canan (1993), Küreselleşme ve Avrupa Topluluğu Karşısında Türkiye’nin Rekabet Yeteneği, Takav Yayıncılık, Manisa
Erkan, Hüsnü (1997), Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara
Erkan, Hüsnü (1987), Sosyal Piyasa Ekonomisi, Konrad Adenauer Vakfı Türkiye Temsilciliği, İzmir
Erkan, Hüsnü (1992), Sosyal Piyasa Ekonomisinin Rekabet Boyutu, Konrad Adenauer Vakfı Türkiye Temsilciliği, İzmir
Ertaştan, B. – Yalçınkaya T. (1998), Türkiye’de Piyasa Düzeni ve Rekabet Anlayışının Dış Ticaret Ãœzerine
Yansımaları-Sorunlar ve Öneriler, İGEME’den Bakış, Ekim-Aralık 1998
Esin, Arif (1998), Rekabet Hukuku, ESC Yayınları, İstanbul
Güvenir, Ayşenur (Mayıs 2000), Yeni Piyasa Yaratmak, Cognis Dergisi, Henkel Yayını, İstanbul
Güvenir, Ayşenur (Aralık 1999), 20.Yüzyıl Ãœzerine Son DüşÃ¼nmeler, Cognis Dergisi, Henkel Yayını, İstanbul
Hamel, Gary (Temmuz 1998), Strateji Bir Devrimdir, Capital Dergisi Yönetim Dizisi, İstanbul
Â