• Rekabet Hukuku / Rekabet Bülteni

  • Sayı : 1 / Yıl : 1999

  • Avrupa Rekabet Hukuku’nda Son Gelişmeler ve Türkiye’ye Etkileri

    • Sayfa : 1/5
      123...5>

    Avrupa Rekabet Hukuku’nda Son Gelişmeler
    ve
    Türkiye’ye Etkileri*


    Prof.Dr.Arif ESİN


    Genellemeler

    XXI. yy’a girerken Avrupa Rekabet Hukuku’nda devrim niteliği taşıyan gelişmelerin yaşandığı görülmektedir. Kıta Avrupası Rekabet Hukuku’nun temellerini oluşturan Harvard ve Chicago öğretilerinin bir sentezi olan Brüksel yaklaşımının sonuçları, geçmiş kırk yılı aşkın süre içerisinde Avrupa’da rekabetin tesisini başarı ile sürdüregelmektedir. Bu uzun dönem içerisinde rekabetin engellenmesi ya da kısıtlanması ve hakim durumun kötüye kullanılması büyük ölçüde önlenebilmiştir. Ancak Komisyon bu mücadelesini etkin bir biçimde sürdürmeye devam etmektedir. Nitekim 21 Eylül 1990 yılında yürürlüğe giren Teşebbüslerarası Yoğunlaşma İşlemlerinin Denetlenmesi Hakkında 4064 Sayılı Konsey Tüzüğü ve 1 Mart 1998 tarihin yürürlüğe giren değişiklik ile birleşme/devralma ve ortak girişim işlemleri daha yakından takip edilmeye başlanmıştır. Geçmiş bu dönem içerisinde Komisyon’un kararları, ATAD ve Bidayet Mahkemesi’nin ortaya koyduğu içtihatlar Rekabet Hukuku’nun güçlenmesinde çok önemli bir rolü üstlenmiştir.

    Ancak teşebbüsler arasında rekabetin tesisi anlamında Avrupa’da ortaya çıkan tüm bu olumlu gelişmeler, 90’lı yılların ortalarından itibaren uluslararası piyasalara damgasını vuran küreselleşme olgusunun temelinde yatan bilişim teknolojilerindeki gelişmeler ile Avrupa’da da Rekabet Hukuku yeni bir dönemece girmiştir. Artık gerek rakabet olgusuna bakış, gerekse Rekabet Hukuku’na bağlı uygulamalar ve usullerde bir dizi yeniliklerin gündeme gelmesi zorunlu bir hal almıştır. Mevcut yapı ve anlayış ile rekabet ihlallerini önlemek oldukça zorlaşmaktadır. Bu nedenle Avrupa Komisyonu 90’lı yılların sonlarından itibaren mevcut birikimi yadsımayan ve Rekabet Hukuku’nun temel ilkelerine halel getirmeyen bir dizi modernizasyon çalışmalarına girmiştir.

    Önümüzdeki yüzyılın ilk çeyreğine damgasını vuracak olan bu değişiklikler Türkiye’yi de çok yakından ilgilendirmektedir. Türkiye’nin uluslararası yükümlükleri içerisinde yeralan Ankara Anlaşması’nın (1963) 16, Katma Protokol’ün (1971) 43. maddelerinde vazedilen esaslar doğrultusunda ve 1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nın 32, 33 ve 39. maddeleri ile mevzuat uyumlu olarak yasalaşan 4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’u doğrudan bağlayan ikincil mevzuat ve içtihatlar Avrupa Rekabet Hukuku kapsamında ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti, 6 Mart 1995 tarihli ve 1/95 Sayılı 36. Dönem Ortaklık Konseyi Kararı’nın anılan 32, 33 ve 39 maddeleri ile tüm rekabet mevzuatını aynı ilkeler doğrultusunda kabul etmiştir. Böylelikle AT içtihat hukuku ve muafiyet rejimi Türkiye’de uygulama alanı bulmuştur.


    Türkiye’ye Etkiler

    1/95 Sayılı OKK’nın 39. maddesinin (a) paragrafının son cümlesi Birlik içerisinde ortaya çıkabilecek tüm değişikliklerin bir yıl içerisinde Türkiye’de hayata geçirilmesini öngörmektedir. Bugün için Türkiye’de Rekabet Kurumu’nun ulaştığı düzey ve güç, Avrupa’da ortaya çıkan olası değişikliklerin ve düzenlemelerin ülkemizde de eş zamanlı olarak uygulanabilmesine olanak tanımaktadır. Nitekim DG IV’den sorumlu Komiser K.v. Miert 1998 yılı uygulamalarını esas alan 1999 Raporu’nun Önsözü’nde Türkiye’deki Rekabet Hukuku uygulamalarının tüm yeni aday ülkelere örnek gösterilebileceğine işaret etmektedir.

    Yukarıda sözü edilen yenilik arayışlarının temelinde yatan olgu, çok yakın geçmişte ortaya çıkan ve mega birleşmeler olarak tanımlanan çokuluslu şirketlerin birleşmeleridir. Bu birleşmeler ilgili coğrafi pazar, ilgili ürün pazarı, vb. Rekabet Hukuku kavramlarını altüst etmiştir. Ayrıca da böylesine geniş oluşumların çoğu zaman hakim duruma ulaştıkları ürün segmentleri ya da coğrafi pazarlar izin alınan ülkelerde etkilerini göstermemektedir. Böylelikle rekabet ihlalleri ile mücadele etmek Rekabet Otoriteleri bakımından bir hayli güçleşmektedir. Sınırötesi rekabet ihlalleri yaygınlaşırken, yerel ya da bölgesel hukuk düzeni içerisinde bu ihlallerin adeta bir manivelası haline dönüşen bir dizi menfi tespit ve bireysel muafiyet başvuruları ise gerek Komisyon’u gerekse de üçüncü ülke Rekabet Otoriteleri’ni bunaltmaktadır. Esas itibariyle ABD, Kanada ve AB içerisinde başgösteren bu eğilim çevre ülkeleri de yakından ilgilendirmektedir. Nitekim 1991 ve 1998 yıllarında AB ve ABD arasında Rekabet Otoriteleri’nin işbirliğini sağlayıcı anlaşmalar imzalanmıştır. Aynı esaslar doğrultusunda Kanada, Avusturalya ve Yeni Zelanda ile de benzer anlaşmalar AB ve ABD tarafından oluşturulmaya çalışılmaktadır.

    Rekabet ihlallerinin önüne geçilebilmesi için uluslararası işbirliğinin kaçınılmaz olduğu tartışılmaz olguların başında gelmektedir. Nitekim 1996 Aralık ayında toplanan Singapur Round toplantısında konu gündeme getirilmiş ve bir Çalışma Grubu oluşturulmuştur. Öte yandan 1998 yılında karara bağlanan ve DTÖ bünyesinde ilk kez olarak Fuji ve Kodak arasında Japon pazarına ilişkin olarak ortaya çıkan ihtilafda DTÖ Anlaşması’nın Rekabet Hukuku bakımından fevkalade yetersiz kaldığı anlaşılmıştır.

    DTÖ bünyesindeki Çalışma Grubu esas itibariyle dört öneriyi tartışmaktadır. Birinci öneri, DTÖ Ãœyeleri’nin rekabet kurallarının uyumlaştırılması (özellikle anlaşma ve uyumlu eylemlerle rekabetin kısıtlanması ya da engellenmesi, hakim durumun kötüye kullanılması ve hakim durum yaratıcı ya da güçlendirici yoğunlaşmaların engellenmesi) ve her Ãœye Ãœlke’de bunlara itirazların sonuçlandırılabileceği Rekabet Otoriteleri’nin kurulmasıdır. İkinici öneri, uluslararası boyutta oluşan yatay anlaşmaların (özellikle fiyat belirleme, pazar paylaşımı) benzer biçimde ve eş zamanlı olarak takibi ve önlenmesidir. Üçüncü öneri, ortak mücadele için üyelerin Rekabet Otoriteleri’nin işbirliğini tesis edici ve güçlendirici anlaşmaların imzalanmasıdır. Son öneri de, DTÖ bünyesinde Dünya ticaretini etkileyen rekabet ihlallerinin önlenme kararlarının sonuçlandırılabileceği bir sistemin oluşturulmasıdır. Ancak bu önerilerden yakın gelecekde soruşturma yapma, yerinde incelemelerde bulunma ve ceza verebilme kabiliyetine haiz uluslararası bağımsız bir Rekabet Otoritesi’nin kurulacağı anlamı çıkarılmamalıdır.

    Bu çalışmalara paralel olarak 1995 yılında OECD rekabet politikaları alanında bir Tavsiye Kararı almıştır. Buna göre sınırötesi rekabet ihlallerinde ulusal Rekabet Otoriteleri’nin işbirliği esasları ve OECD dışı ülkelerin etkilenmesi durumunda da birliğinin yaygınlaştırılmasını amaçlayan hususlar hayata geçirilmeye çalışılmaktadır.

    Türkiye’ye Etkiler

    Rekabet Kurumu bu çalışmalara taraf olmak durumundadır. Özellikle 80’li yılların ortalarından itibaren açık ekonomik sisteme geçen ülkemizin, OECD Ãœyesi ve DTÖ Anlaşması tarafı olması ve Gümrük Birliği sürecinin Türkiye’de de Dünya’da oluşan rekabet ihlallerinin bir uzantısı haline dönüşmesine meydan vermektedir. Rekabet Kurumu bu çalışmaları yakından aktif olarak takip etmenin yanı sıra, AB’de ve diğer üçüncü ülkelerde izin verilen anlaşma, uyumlu eylem ve yoğunlaşma işlemlerinin etkilerinin takip edilmesi gerekmektedir. Bu türdeki bir çok işlemin Türkiye’de etkilerini göstermesi bakımından Rekabet Kurulu’ndan izin alınması gerekmesine rağmen bu yönde yaygın bir uygulama olduğu söylenemez. Anlaşılan odur ki; mega yoğunlaşma işlemleri, Dünya’nın belli pazarlarını bölmek yönünde hareket etmekte, mal ve hizmet fiyatları üzerinde etkili olabilmekte, hatta yatayda da fiyat ve bölge kartelleri oluşturmaktadırlar. İşte bu noktada Türk Rekabet Otoritesi’nin bakması gereken öge, piyasaya giriş olanaklarının ne kadar açık kaldığı ve potensiyel rekabetin ne şekilde etkilendiğidir.

    Uluslararası boyutta ortaya çıkan bu gelişmelerin Avrupa Rekabet Hukuku’nda bazı yeni düzenlemeleri gündeme getirdiğine ve bunlardan Türkiye’nin etkilendiğine dikkat çekildi. İşte bu nedenlerden ötürü, Avrupa Komisyonu Avrupa Rekabet Hukuku’nu yenileştirici ve gelişmelere uyum sağlayıcı çalışmalarına hız vermiştir. Bu çalışmalar, Avrupa Komisyonu’nun rekabet ihlalleri ile mevcut mücadele gücünden ve ağır yaptırımlarından her hangi bir tavizde bulunmasına neden olmamıştır. Komisyon her zamankinden daha ağır idari para cezaları verirken , yeni düzenlemelere ayak uydurucu iç düzenlemelerini gerçekleştirmiştir. Komisyon, 1998 yılı başından itibaren gerekli değişimleri gerçekleştirmek üzere Konsey’den yetkiler almakta ve yeni rekabet düzenine geçişte bu düzenin anlaşılması açısından teşebbüslere bir geçiş süresi tanımamakta ve yeni rekabet kültürünün elçiliği gibi bir görevi üstlenmemektedir.

    Türkiye’ye Etkiler

    Rekabet Kurumu kendisine ulaşan şikayetler, bazı vakalarda da re’sen, Türkiye’de süregelen rekabet ihlallerinin üzerine büyük bir ciddiyetle gitmektedir. Nitekim rekabet ihlalleri ve hakim durum yaratıcı girişimleri daha etkin bir yapıda denetleyebilmek üzere 1998 yılı Aralık ayında mesleki dairelerini sektörel bazda yeniden düzenlemiştir. 4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun 1994 yılında yasalaşmıştır. Beş yılı aşkın bir süredir tüm teşebbüslerin gerekli tedbirleri aldıkları düşÃ¼nülmelidir. Ayrıca 1997/6 Sayılı Tebliğ teşebüslerin mevcut rekabet düzenlerini son kez gözden geçirmek üzere mükemmel bir fırsat olmuştur. Bu durumda Rekabet Kurulu’nun Türkiye’de rekabet kültürü oluşturmak gibi bir kaygısı olmamalıdır. Ayrıca yasada da yer almayan böyle bir yetkiyi kullanması mümkün değildir. Dünya’da Rekabet Otoriteleri’nin görevi rekabet ihlallerinin önlenmesi ile sınırlıdır. Rekabet kültürü, rekabet yasası uygulamaları ve teşebbüslerin yeni yasal düzenlemelere uyumunun sağlanması üzerine eğitim kurumları, vb. merciler mevcuttur. Şayet Rekabet Kurulu’nun buna rağmen böyle bir kaygısı varsa; rekabet kültürünün yaygınlaştırılması ve 4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun uygulamalarının en iyi anlatım tarzı, rekabet ihlalleri üzerine yapılacak soruşturmalar ve verilecek ağır para cezaları ile sözü edilen kültürün oluşturulmasıdır. Zaten Dünya’daki uygulamalar da bu anlatılanların dışında değildir.


    1. Rekabeti Bozucu Uyumlu Davranışlar ve Hakim Durumun Kötüye Kullanılması Ãœzerine Mevzuatlardaki Gelişmeler

    Avrupa Birliği, Dünya konjonktüründeki gelişmeler üzerine, Kurucu Antlaşma’nın 85 ve 86. maddelerin, Amsterdam Antlaşması’ndaki yeni yerleri ile 81 ve 82. maddelerin etkin uygulamasına yönelik yeni düzenlemelerinde esas itibariyle çok temel bir hedefi gözetmektedir: Teşebbüsler üzerindeki bürokratik yükün kaldırılması. Özellikle de ciddi pazar gücü olmayan işletmelerin Komisyon’un ilgili birimlerinde bürokratik işlemler ile zaman kayıplarının önlenmesi ve Komisyon’un da Avrupa boyutuna ulaşmış vakalar ile daha etkin bir biçimde ilgilenebilmesinin sağlanmasıdır. Nitekim Komisyon 1997 yılında yayımladığı Azımsanabilir Nitelikteki Anlaşmalar Ãœzerine Komisyon Duyurusu ile Topluluk boyutu üzerine önemli bir değişikliği gerçekleştirmiştir. Böylelikle KOBİ’ler arası bir çok işlem kapsam dışı bırakılmıştır. Ancak belirli ölçeklere ulaşmayan vakaların rekabet ihlalleri bakımından önemsiz olduğu savı kabul edilemez bir gerçektir. İşte bu nedenle Komisyon, 1993 yılında yayımladığı Antlaşma’nın 85 ve 86 Maddelerinin Uygulanmasına Yönelik Olarak Komisyon ve Milli Yargı Organları Arasındaki İşbirliğine İlişkin Duyuru’sunu tadil ederek, 1997 yılında yeni bir Duyuru yayımlamıştır . Böylelikle de Komisyon’a intikal eden 81 ve 82. maddeye ilişkin bazı rekabet ihlallerini içeren vakalar artık milli Rekabet Otoriteleri’nin görev alanlarına girmiştir . Bu konuda Komisyon kendisine ulaşan bazı şikayetleri Automec davasında ATAD’ın Karar doğrultusunda reddederken, bazı vakalarda milli Rekabet Otoriteleri ile birlikte soruşturma yürütmüş, bazılarında ise milli makamların işbirliğini elde etmiş ve diğer bir çok vakada da milli makamlar Komisyon’dan bilgi sormuşlardır.

    Türkiye’ye Etkiler

    Yukarıda anlatılanlar yeni yaklaşım çerçevesinde Komisyon ile milli Rekabet Otoriteleri arasında yeni bir işbirliği sistemini ortaya koymaktadır. Türkiye 1/95 Sayılı OKK ile zaten benzer bir işbirliği sürecini henüz Ãœye Ãœlke statüsü kazanmadan imza ve karar altına almıştır. Bunun nedeni, Türkiye-AB ortak gümrük alanında Birliğin sadece Ortak Dış Ticaret Politikası’na uyum ile pazarlarda menşeye bağlı trafik sapmalarının önlenmesinin pazarların bütünleşmesi için yetmemesidir. Ortak rekabet kuralları ile ancak malların gerçek anlamda serbest dolaşımının ve pazarların bütünleşmesinin sağlanabilmesi sözkonusu olabilmektedir. Nitekim 1/95 Sayılı OKK’nın 36. maddesi, akit tarafların iş ve mesleki sırların gerekliliklerinin getirdiği sınırlamaları gözönüne alarak bilgi alış verişinde bulunulmasını öngörmektedir. Ayrıca sözkonusu işbirliği üzerine 37 ve 38. maddelerde de atıfta bulunulmakta ve işbirliğinin işleyişinin biçimleri anlatılmaktadır. Burada üzerinde önemle durulması gereken husus, ilgili coğrafi pazar olarak Türkiye’de etkilerini gösteren bir rekabet ihlalinin ya da bir yoğunlaşma işleminin AB-Türkiye gümrük birliği alanında etkilerinin ne olduğudur. Şayet ihlal ya da yoğunlaşma sınır ötesine taşmakta ise Rekabet Otoriteleri’nin bunları birbirlerine bildirmek durumunda olduklarıdır. En azından Türkiye’deki Avrupa menşeili teşebbüslerin rekabet ihlalleri ya da yoğunlaşma işlemlerinin merkezdeki ana teşebbüsün global stratejisinin bir parçası olup, olmadığının Birlik Rekabet Otoritesi ile işbirliği çerçevesinde tanımlanması gerekmektedir.


    2. Dikey Anlaşmalara Tanınan Muafiyet Rejimi Ãœzerine Mevzuatlardaki Gelişmeler

    Avrupa Komisyonu 30.09.1998 tarihinde dikey anlaşmaların geleceği ve bu tür anlaşmalara rekabet kuralları uygulamaları üzerine bir Duyuru yayımlamıştı. Duyuru esas itibariyle muafiyet rejiminin reformu niteliği taşımaktaydı. Bunun üzerine 1999 Ocak ayında, Komisyon, teşebbüsler arasında dikey anlaşmalara uygulanacak rejim ile ilgili olarak ‘Yeşil Kitabı’ tartışmaya açtı. Önerilen sistem, grup muafiyeti tüzüklerinin sürelerinin de dolması gözönüne alındığında tüm mal ve hizmet sektörünü kapsayacak tek bir tüzüğün oluşturulması ve bu tüzüğün kullanımı yönünde de teşebbüsleri yönlendirici bir dizi bildirinin hazırlanmasıdır. Yeni düzenlemenin ise 2000 yılında yaşama geçirilmesi kararlaştırılmıştır.

    Dikey anlaşmalardaki mevcut grup muafiyeti düzenlemeleri sektör spesifik yapıda şekillenmektedir. Halbuki önerilen sistemde dağıtım kanallarında tüm mal ve hizmet piyasalarını kapsayacak bir yapı düşÃ¼nülmektedir. Bu bağlamda da Komisyon’un hazırladığı Tüzük; tüm sektörlere teşmil edilebilen, nihayi ve ara mal ve hizmetlerinin yeniden dağıtımını içeren, Rekabet Hukuku anlamında az sayıdaki temel kısıtlamaya yer verilen bir yaklaşımı içerecektir. Yeni Tüzük, rekabeti kısıtlayıcı ya da engelleyici olarak nitelendirilen eylemleri içeren bir ‘Kara Liste’ ihtiva ederken, mevcut grup muafiyeti tüzüklerinde olduğu gibi rekabeti kısıtlamayan eylemlerin bir listesini içermeyecektir. Bu esnek yaklaşımın yararı, ölçekleri itibariyle küçük pazar payına sahip teşebbüslerin dikey anlaşmalarında rekabet kuralları ile çeliştikleri yönündeki kuşkularını menfi tespit ya da bireysel muafiyet talebiyle Komisyon’a intikal ettirmelerine gerek kalmamasıdır. Böylelikle de küçük pazar payına sahip teşebbüslerin dikey anlaşmalarının doğrudan grup muafiyeti kapsamında telakki edilmesi söz konusudur. İşte bu noktada yeni Tüzük, belli bir ölçeğe ulaşmış teşebbüslerin rekabeti kısıtlayıcı ya da engelleyici dikey anlaşmalarında menfi tespit veya bireysel muafiyet başvurusunda bulunma imkanına kavuşturacaktır. Aslında bu reformun amacı, Komisyon’un iş yükünü bir nebze hafifletebilmek ve gerçekten piyasalarda etkisini gösteren rekabeti bozucu anlaşmalarla daha yakından ilgilenebilmesini sağlamaktır. Bu anlamda yeni düzenleme ile, pazar payı belirli bir ölçeğin üzerindeki teşebbüslere menfi tespit başvurusunda bulunma imkanı tanınırken, pazar payı belirli bir ölçeğin altında kalan teşebbüslere de güven altında faaliyetlerine devam etmeleri sağlanmaktadır.

    Ancak bu düzenleme ile küçük pazar payına sahip teşebbüslerin kendi bölgesel alanlarında rekabeti kısıtlamalarına olanak tanındığı anlamı çıkartılmamalıdır. Bu ölçekteki teşebbüsler milli Rekabet Otoriteleri’nin ilgi alanına kaydırılmaktadır. Halbuki mevcut durumda 81 (3) maddesinin tatbik edilme yetkisi sadece Komisyon’a aittir. Milli Rekabet Otoriteleri’nin ancak Komisyon’un ve ATAD’ın kararları doğrultusunda bu yetkiyi delege etmeleri sözkonusudur. Anlaşılan odur ki; belirli bir ölçeğe ulaşmayan vakalarda milli Rekabet Otoriteleri serbest bırakılmakta ve Komisyon bu tür anlaşmalarla ilgilenmek istememektedir. Yukarıda anlatılan gelişmeler de göz önüne alındığında rekabet ihlallerinin sınır ötesi boyutlara ulaştığı, mega yoğunlaşmaların Dünya pazarı ölçeğinde rekabeti bozucu etkiler gösterdiği bir ortamda KOBİ düzeyindeki işletmelerin dikey yapılanmalarında rekabeti kısıtlayabilecekleri düşÃ¼nülmemektedir. Ancak bir mega yoğunlaşmanın mal ve hizmet dağıtım ağı içerisinde yer alan ve onun uzantısı konumundaki binlerce KOBİ’nin sistem üzerindeki kümülatif etkisini gözardı etmemek gerekmektedir. Nitekim Komisyon, yeni ve tek grup muafiyeti tüzüğünde, verdiği menfi tespit ya da bireysel muafiyet haklarını kümülatif etkinin ortaya çıkması durumunda geri çekme imkanını saklı tutmayı düşÃ¼nmektedir. Buradan da anlaşılan, 81 (3) maddesinin bireysel kullanımı ya da grup muafiyeti tahtında edinimi pazar payının büyük ölçeklere vardığı işlemlerde kullanılamayacağıdır.

    Olası yeni düzenleme büyük ölçüde pazar payı üzerine bina edilmektedir. Bu noktada Komisyon’da iki görüş hakimdir.

    Birinci görüşe göre iki eşikli bir düzenleye yapılmalıdır. Burada pazar payı % 20’nin altında olan teşebbüslerin temel rekabet yasakları -örneğin fiyat tespiti, pazar paylaşımı, vb.- dışında rekabeti kısıtlamalarının mümkün olamayacağı, bu eşiğin üzerinde pazar payı % 40’a kadar olan teşebbüslerin ise menfi tespit ve bireysel muafiyet ile kendilerine hukuki güvence temin etme imkanının sağlanması ve pazar payı % 40’ın üzerindeki teşebbüslerin ise faaliyetlerini, önemsiz rekabet kısıtlamaları dışında -örneğin mecburi stok bulundurma zorunluluğu, tek yetkili satıcılık ve diğer münhasırlık konuları- 81 (1) madde tahtında yürütme zorunluluğunun getirilmesi dikkat çekmektedir.

    İkinci görüşe göre ise tek eşikli bir sistem oluşturulmalıdır. Bu eşik ise kesinlikle % 40’ın altında olmalıdır. Komisyon’un % 25 ile % 35 pazar payı eşiğine sıcak baktığı görülmektedir. Nitekim bir çok kez % 35 sınırının ötesinin hakim durumu ifade ettiği Komisyon yetkilileri tarafından açıkça ifade edilmektedir. Tek eşikli sistemde, eşiğin altında kalanların temel rekabet ihlalleri dışında doğrudan grup muafiyeti kapsamında değerlendirilmesi önerilmektedir.

    Yeni düzenlemede eşiklerin ne olacağı tartışıla dursun, üzerinde hiç bir Rekabet Hukuku uzmanının tartışmaya dahi açmadığı konu, temel rekabet ihlalleridir. Zaten yeni Tüzüğün ‘Kara Liste’ sinin de ilk maddeleri kuşkusuz bu temel yasaklar olacaktır. Mal ve hizmetlerin dağıtımında sağlayıcının yeniden satıcısının asgari fiyatını belirlemesi, tek fiyat uygulamaları ve anlaşmalar ya da uyumlu eylemler marifetiyle pazar paylaşımı temel yasaklar arasında yer almaktadır. Bu noktada en çok tartışılan konu azami fiyatın tespiti konusudur. Yeni düzenleme ile Komisyon, azami fiyat ve tavsiye edilen fiyat meselesine sıcak bakmakla beraber, teşebbüslerin tavsiye edilen fiyat marifeti ile de fiyatı belirlemelerine izin verilmeyeceğini açıkça beyan etmektedir.

      Sayfa : 1/5
      123...5>