İkinci özellik, yaklaşımlardaki makro ekonomik unsurların rekabet unsurları ile birlikte
düşÃ¼nülmesidir. Topluluk Rekabet Hukuku, sadece eksik rekabeti önlemeyi temel hedef olarak benimsememektedir. Bu açılımının
yanı sıra, rekabet politikalarına yön verilirken ekonomik gerçekler ve Avrupa'nın temel ihtiyaçları gözönünde
bulundurulmakdır. Bu bağlamda da özellikle rekabet piyasalarının istihdam yaratıcı, büyümeye destek olan ve sosyal refahı
arttırıcı unsurlar ile bezenmesine azami dikkat edilmektedir. Böylelikle alınan kararlarda salt hukuk yaklaşımlarının ötesinde
bir dizi esnekliklere de imkan tanınmaktadır.
Üçüncü ve son özellik ise Topluluk Rekabet Hukuku'nun ahlaki
ve sosyal değerlere büyük önem vermesidir. Ãœye Devletler, rekabet hukuku alanında milli egemenlik haklarını uluslarüstü
mercilere devrederken, karşılığında tüketicinin yararı ve onun korunması üzerine, pazardaki tüm ekonomik aktörlerin eşit
şartlarda rekabete girmeleri üzerine ve KOBİ'lerin büyük işletmelerin yanı sıra ekonomik hayatta rol almalarını sağlayıcı
tedbirler üzerine ciddi güvenceler almaktalardır. İşte bu noktada da Amerikan ve Topluluk rekabet hukukları arasında çok temel
bir ayrıcalığa işaret etmek mümkündür. Özellikle yatay ve dikey anlaşmalarda Amerikan rekabet mercileri çok katı tedbirler
alabilmektedir. Oradaki kaygı teşebbüsler arasındaki yoğunlaşmaların, işbirliklerinin monopol yaratıcı etkilerinin önlenmesi
yönünde gelişirken; Topluluk bu bağlamda istihdam, sosyal refah ve Avrupa sanayi ve hizmet sektörlerinin uluslararası rekabet
gücünü ve ekonomik ölçek sorununu ön planda tutmaktadır.
Sonuç olarak Topluluk Rekabet Hukuku'na hayat
veren Brüksel Öğretisi; sadece ekonomik kaygıların güdüldüğü Chicago Öğretisi ya da sadece dengeli bir sosyal paylaşımın ve
her ne pahasına olursa olsun ekonomik gücün çeşitli aktörler arasında dağılımını öngören Harvard Öğretisi arasında bir
üçüncü ve özgün yaklaşım olarak Avrupa Topluluğu Rekabet Hukuku'nun temel esaslarını ortaya koymaktadır.
Bütün bu doktrin tartışmaları ve siyasi hedeflerin neticesinde 25 Mart 1957 tarihinde imzalanan, Tek Senet ve 1 Kasım 1993
tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Birliği Antlaşması ile değişikliğe uğratılan kurucu Roma Antlaşması'nın başlıca hedefi; Ãœye
Devletler arasında ekonomik birliğin tesisinin ortak pazar marifetiyle gerçekleştirilmesidir. Bu hedefin başarısı ise Topluluk
Rekabet Hukuku'na bağlıdır. Bu bakımdan Birlik Antlaşması içerisinde vazedilen rekabet politikasına ilişkin hususların öncelikle
bilinmesi gerekmektedir.
Nitekim, Birlik Antlaşması'nın 2. Maddesi; Topluluk, ortak bir pazarın, ekonomik ve
parasal bir birliğin kurulması ve 3 ve 3 A maddelerinde yer verilen ortak politikaların ve faaliyetlerin yürürlüğe konulması
yolu ile Topluluğun bütünü içinde ekonomik faaliyetlerin uyumlu ve dengeli kalkınmanın, çevreye saygılı, sürekli ve
enflasyonist olmayan bir büyümenin, ekonomik performansların yüksek derecede bütünlüğünün, yüksek seviyeli bir istihdam
ve sosyal korumanın, yaşam seviyesinin, Ãœye Devletler arasında ekonomik ve sosyal bütünlükle dayanışmanın iyileştirilmesi
görevine sahiptir.
Birlik Antlaşması'nın 3. maddesi ise, Topluluğun iktisadi bütünleşmeye ilişkin
görevlerini belirlemektedir. Sözkonusu 3 (g) maddesi iç pazar dahilinde rekabetin bozulmamasını sağlayacak bir rejim ifadesi
ile rekabet politikasının Topluluğun ana görevleri arasında yeraldığının en açık kanıtıdır. Ayrıca, Birlik Antlaşması'nın 3 (l)
maddesi Kurucu Antlaşma'ya bir yeniliği ilave etmiş ve Topluluğun asıl görevleri arasında Topluluk sanayinin rekabet gücünü
arttırılması görevinin de Topluluk tarafından üstlenilmesi gerekliliğine işaret etmiştir. İlgili paragrafın eklenmesinin
sonuçlarını gelecekte Topluluk Rekabet Hukuku üzerinde görmek mümkün olabilecektir.
Öte yandan daha
yetmişli yılların başında Avrupa Toplulukları Adalet Divanı (ATAD), Continental Can Kararı'nda; Birlik Antlaşması'nın 3 (g)
maddesine tekabül eden, Kurucu Antlaşma'nın 3 (f) maddesinin Roma Antlaşması'nın diğer maddelerinin anlam kazanabilmesi için
temel bir zorunluluk olduğunu belirtilmiştir.